Demokrasiye esaslı katkı

Doç. Dr. Vahap Coşkun Independent Türkçe için yazdı

23 Haziran akşamı seçim kutlamalarından bir kare / Fotoğraf: Reuters

Seçimler, demokrasilerde siyasi aktörler için bir tartı işlevi görür. Partiler ve adaylar halkın kantarına çıkarlar, onların nezdinde ne kadar çektiklerini görürler. Varılan netice, bazılarını sevindirir bazılarını üzer, bazılarını terbiye eder bazılarını heveslendirir. Oyunun içindeki herkes payına düşeni alır. Halkın gözündeki ederleri onlara hem istikamet hem de hedef tayin eder. 

23 Haziran’da Türkiye’de bir seçim daha yapıldı; bu, son beş yıl içindeki 8. seçimdi. Gerçi genel bir seçim değildi bu; parlamentoyu belirlemedi, cumhurbaşkanını seçmedi. Seçmenler sadece bir ilde kimin belediye başkanı olacağını tayin etmek için sandık başına gitti. Ancak arkasındaki hikâye 23 Haziran’a bir şehirle sınırlı yerel bir seçim olmaktan öte bir boyut kattı. Öyle ki, Türkiye’nin 23 Haziran’da önemli bir kırılma yaşadığını, tarihi bir kavşağı döndüğünü söylemek abartı olmaz. 

Dolayısıyla 23 Haziran’da tecelli eden irade bir bütün olarak siyasi hayatımıza önemli bir tesirde bulanacaktır. Bütün partiler -kaçınılmaz olarak- yapılanmalarını, söylemlerini ve iç-dış politik tasavvurlarını yeni bir gözle masaya yatırma ihtiyacı duyacaktır. İleriki günlerde bunları detaylıca konuşma fırsatı bulacağız. Şimdilik 31 Mart’tan beri devam eden sürecin doğurduğu ve bundan sonra da siyasete yön verecek altı önemli sonucu paylaşmakla yetineceğim: 

Partizan kutuplaşmanın mağlubiyeti 

Bir: 31 Mart’tan sonra sandığa yapılan yanlışın seçmen tarafından yine sandıkta düzeltilmesinin yaşamsal bir değeri vardı. Seçmen, haklı ve haksızı tartışma götürmeyecek netlikte ayırt etti. Siyaseti karakola düşmekten kurtardı, mahkeme kapılarından çekip aldı. Demokratik sabrı ve meşru kanallar içinde mücadeleyi takdir etti. İktidarı demokratik yollardan değiştirerek, bazı kesimlerde bu noktadaki şüphelerin kökleşmesini engelledi. Demokrasiye olan inancı tazeledi. Bir makama ancak halkın “oluru” ile oturulabileceğini ve sandıkla getirdiğini sandıkla göndereceğini ele güne gösterdi. Velhasıl seçmen, haksızlığa geçit vermeyen kararlığıyla Türkiye demokrasisine esaslı bir katkıda bulundu. 

İki: Partizan kutuplaşma ağır bir mağlubiyet aldı. Kendi partisi dışında kalanları damgalayan, ayrı talepleri aynı kazana atıp kaynatan, tercihi farklı olanları şeytanlaştıran ve tabanını bu şekilde tahkim etmeyi amaçlayan siyaset geldi sınıra dayandı. Artık ötesi yok. Aşırı kutuplaştırıcı dil, birçok zaafla maluldür: “Düşman kamp” olarak nitelendirdiği kesimin/kesimlerin kenetlenmesine yol açar. Zamanla karşıtlarını çoğaltır. Ve hepsinden önemlisi genelde normal bir hayat sürmek isteyen seçmeni rahatsız eder ve ürkütür. 

31 Mart’ı ve 23 Haziran’ı, bu çerçevede değerlendirebilir. Bilhassa İstanbul’daki netice, karşı tarafı lanetlemek üzerinden kurulan bir siyasi dilin kazandırdığından daha fazla kaybettirdiğini gösterdi. Kutuplaşmayı değil uzlaşmayı, korkuyu değil umudu, aynılaştırmayı değil ortaklaşmayı öne çıkaranlar galip geldi. 23 Haziran akşamı, o ana kadar kutuplaşmayı körükleyenlerin birden pamuk şekerine dönüşmesinin nedeni burada aranabilir.  

Merkeze mecburi yolculuk 

Üç: İttifak siyasetinin genel seçimlerden sonra yerel seçimlere de sirayet etmesi Türkiye siyasetinin karakterini radikal bir biçimde değiştiriyor. Kazanmak için % 50+1’e ihtiyaç duyulması, bütün partilerin herkese seslenen bir öykü üretmesini zorunlu kılıyor. Başarıya ulaşmak, aşırılıklarını törpülemekten, paydaşlarını artırmaktan ve oturduğu zemini genişletmekten geçiyor. Her grup, her kimlik ve her parti bu sistemde büyük bir siyasi değer taşıyor. Bu nedenle bir kimliği, bir grubu veya partiyi toptan olarak dışlayan bir söylem, kendi kuyusunu kazmaya başlıyor. 31 Mart öncesindeki anti-Kürt dil ile 23 Haziran öncesindeki “Pontuslular” faciasına gösterilen sert tepki, bunun bir teyidi olarak görülebilir. Partiler artık merkeze daha fazla yaklaşmak mecburiyetinde, ortak değerler üretip merkeze yol alanların önü açık, merkezden uzaklaşanların yenilgisi ise mukadder. 

Dört: Medyanın büyük bir kısmına hükmedilebilir. Tarafsız olması ve kalması gereken organlar ile bürokratlar seçim yarışına koşulabilir. Devletin maddi-manevi bütün olanakları iktidar partisinin ayaklarının altına serilebilir. Muhalefetin çanına ot tıkanmaya gayret edilebilir. Ancak bütün bunlar seçim kazanmaya yetmez. Daha önce de çokça tecrübe edilen bu husus, 23 Haziran’da bir kez daha tescil edildi. 

AK Parti için ironik bir hal var ortada. Zira AK Parti, medya ve devlet organları ile kıyasıya mücadele ederek iktidara geldi. Geçmişte maruz kaldığı haksızlıkları bugün başkasına reva görmesi, muhalefete karşı medya ve devlet organlarından medet umması, AK Parti için övünülecek bir pozisyon olmasa gerektir. 

Ahlaki meşruiyet debisinin daralması

Beş: AK Parti psikolojik üstünlüğünü kaybetti. Erdoğan büyüsünü yitirdi. Onun her koşulda seçimi kazanacağı, kaybetmesinin mümkün olmadığı düşüncesi yerle yeksan oldu. Artık muhalefetin karşısında tabanında çözülme başlamış ve özellikle 31 Mart’taki iptalin ardından ahlaki meşruiyet debisi daralmış “mağlup edilebilir bir Erdoğan” var. Erdoğan’ın karizmasındaki bu çizilmenin, muhalefeti daha fazla teşvik edip heveslendireceği ve gelecek seçimlere daha bir sıkı sarılmasını sağlayacağı aşikârdır. 

Ve altı: Hiçbir toplumsal kesim, çantada keklik değil. Bir parmak çıtlatmayla insanlar başka bir yöne gönderilemiyor. Yukarıdan bir talimatla insanların oyunun rengi değişmiyor. Türkiye büyük bir sosyolojik değişim yaşıyor. Eski başarılar yeni zaferleri garanti etmiyor. Artık tarihi vasfı kazanan doğrular, mevcut yanlışların üzerini örtemiyor. Başkalarının günahları sizin hanenize sevap olarak işlemiyor. Güç dengeleri yeniden kuruluyor. Her alanda alternatifler ortaya çıkıyor. 

Böyle bir ortamda en güçlü parti kimliği de zayıflıyor. Bağlar gevşiyor. Oy blokları oldukları gibi kalmıyorlar. Yeni rüzgârlarla birlikte oy blokları aşınıyor, tabanlar arasında kayışlar yaşanıyor. Herkes kendi oyunun efendisi oluyor artık. Kimsenin oyu kimsenin cebinde durmuyor. 

Ama iktidarın anahtarı, her zaman olduğu gibi halkın cebinde. Dün olduğu gibi bugün de halkla inatlaşan ve ona kendi iradesini dayatmaya kalkanlar kaybediyor, halkın gönlünü ve takdirini alanlar ise kazanıyor.  

 

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU