Yazının başında şunu açıkça ifade etmeliyim ki Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) önemli sorunlarından biri astsubayların mutsuzluğu ve rahatsızlığıdır. Üstelik bu yeni değil, kökeni ilk mektepli astsubayların göreve başladığı 1912 yılına kadar uzanan köklü bir sorundur.
Basın haberleri, Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD) açıklamaları, sosyal medya ve internet forumlarındaki tartışmaları okuyacak olursanız görevdeki ve emekli astsubayların başta mali ve statü ile ilgili konular olmak üzere birçok sorun ve talebin ısrarlı bir şekilde dile getirildiğini görürsünüz.
1970'li yıllardan bu yana astsubaylar basın ve gösterilerle şikâyetlerini toplumun geniş kesimlerine duyurmaya çalışıyor. Hatta gazeteci Nail Güreli yaptığı araştırma ve röportajlarla bu talep ve şikâyetleri toparlayıp 1991'de "Astsubaylar" adı altında yayımlamıştı.
Bu yazıda astsubayların talep ve şikâyetlerini tekrar kaleme almak niyetinde değilim. Bunlar yukarıda belirttiğim gibi defalarca farklı mecralarda dile getirilmiştir. Benim niyetim sorunun ihmal edilen bir boyutunu ortaya koymaktır. Bir askeri tarihçi olarak bunu tarihi süreç içinde anlatacağım.
Günümüzde Türkiye'de astsubay dediğimizde aklımıza ordunun teknik ve idari hizmetlerini yerine getiren teknisyen, makine operatörü, silah nişancısı, levazımcı, maliyeci ve personelci gelmektedir.
Oysa modern astsubay statü ve sınıfının doğmasının sebebi ateşli silahlarla kuşanmış orduların talimci (uygulamalı eğitmen) ve küçük birlik liderlerine olan ihtiyaçlarıdır. Yani astsubaylık en alt kademe icracıya duyulan ihtiyaç üzerine ortaya çıktı.
İlk ateşli silahlar oldukça ilkel ve hantaldı. Bunların doldurulması, nişan alınıp ateş edilmesi ve tekrar doldurulması güç, zaman alıcı ve tehlikeliydi. Hedefi vurma istikrarları düşük olduğundan birliğin topluca aynı anda ateş etmesi (yaylım ateş) gerekmekteydi.
Daha da kötüsü askerlerin tamamının eğitimsiz ve cahil olmasıydı. Silahlarını topluca emniyetli ve hızlı bir şekilde doldurup ateşleyebilmeyi öğrenebilmeleri için sıkı ve devamlı talim görmeleri gerekiyordu.
Muharebede ise askerlerin düşman ateşi altında paniğe kapılıp dağılmadan silahlarını kullanıp gereken manevraları yapabilmeleri için başlarında her daim onları yöneten ve denetim altında tutan küçük birlik komutanlarına ihtiyaç vardı.
Böylelikle hem askerlere ferdi ve birlik halinde talim yaptıracak hem de muharebede onları sevk ve idare edecek uzman rütbeli asker ihtiyacı modern astsubay sınıfının doğmasına neden oldu.
Yani ülkemizdeki yaygın kanaatin aksine, astsubayların asıl işlevi talimcilik ve takım seviyesine kadar küçük birlik komutanlığıdır.
Top ve diğer ağır silahların kullanılması, istihkâmcılık (tahkimat, mevzii ve tünel kazma, sahra ve yol inşaatı, engellerden geçit açma gibi işler), bakım ve onarım eskiden sivil mühendis ve ustaların göreviydi.
Levazım, maliye, personel ve diğer idari işler ise sivil müteahhitlerin sorumluluğundaydı. Bu önemli görevlerin sivil sözleşmeli (üstelik bazıları yabancı) personel tarafından ifa edilmesi savaş esnasında görevde devamlılık, sadakat, disiplin ve emniyet sorunları yarattığı için zamanla askerileştirildi.
Bu yeni askeri teknisyen, operatör ve diğer teknik ve idari görevliler astsubay statüsü verilip astsubay sınıfına dahil edildiler.
Avrupa'da 16'ncı yüzyılda ortaya çıkan astsubaylık Türkiye'ye çok geç geldi. Osmanlı ordusu Avrupa'yla beraber ateşli silahları bünyesine almıştı, ama rütbeli askerleri subay-astsubay diye ayırma ihtiyacını hissetmedi.
Zaten astsubaylığın doğuşuna neden olan sıkı ve daimi talim klasik Osmanlı askeri sisteminde bir türlü yer bulamadı.
II. Mahmut başta Yeniçeriler olmak üzere klasik Osmanlı sistemini 1826'da kanlı bir şekilde sona erdirdiğinde yeni ordu kurmak için gereken acil ihtiyaçlar arasında astsubaylar yer bulamadı.
Öncelik Avrupa tarzı akademik eğitim görmüş subay yetiştirmeye verilmişti. Ancak 1890lara kadar kıtalara ulaşan mektepli subay sayısı çok az olduğundan subay açığı alaylı subaylarla kapatıldı.
Yani birlikler kendi subaylarını kendileri yetiştirmek durumunda kaldı. Kabiliyetli ve istek erler komutanlarca teskere bırakmaya teşvik edilmekteydi.
Teskere bırakan usta erler önce "gedikli" adı altında astsubay görevlerini icra etmekteydi. Başarılı gedikliler ise subay nasbedilirdi.
Usta-kalfa-çırak tarzı geleneksel görev başı eğitimle yetiştirilen gedikliler eğitmenlik, küçük birlik komutanlığı ve nişancı/operatör görevlerini yapıyor gözükseler de çoğunluğu okuma-yazma ve aritmetik bilmediğinden astsubaylık görevlerini layıkıyla yapamamaktaydılar.
Zaten bu yüzden Avrupa'dan farklı olarak sivil usta ve kâtipler Osmanlı ordusunda çalışmaya devam etti.
Gediklilerin yapamadığı talimcilik ve küçük birlik komutanlığı görevlerini mektepli subaylar üstlenmek durumunda kaldı. Yanaşık düzen dahil bütün eğitimi subay üstlenince gedikliler daha çok idari ve lojistik görevlerde istihdam edilmeye başlandı.
Böylelikle etkisi günümüzde de devam eden tehlikeli bir gelenek başladı: Eğitimin tamamen küçük rütbeli subayların (teğmen-üsteğmen) görev ve sorumluluğu olarak görülmesi.
31 Mart Vakası (13 Nisan 1909) ve diğer isyanların faturasının alaylı subay ve çavuşlara (gedikli) çıkarılması sonucunda geleneksel kıta kaynaklı subay ve astsubay yetiştirme sistemi tamamen kaldırıldı.
Yerine aynı yıl ordu merkezlerinde "Gedikli Küçük Zabit Mektepleri" açıldı. Böylelikle ilk defa astsubay unvanına karşılık yeni bir tabir "küçük zabit" kullanılmaya başlandı ve Avrupa tarzı astsubay sisteminin kurulabilmesi için somut adım atıldı.
Üç yıl süreli bu okullar ilk mezunlarını 1912'de Balkan Savaşı esnasında verdi.
Mektepli gedikliler deneyimi hiç de planlandığı gibi gerçekleşmedi. Ancak hem sayıları azdı hem de birliklerde büyük zorluklarla karşı karşıya kalmışlardı. Subaylar onları eski alaylı gediklilerden farklı görmedi.
Askerler ise onları ne amirleri gördü ne de kendilerinden saydı. Ayrıca alaylılar tasfiye edildiğinden ordunun çok sayıda küçük rütbeli subaya ihtiyacı vardı. Mektepli gediklilerin çoğu kısa sürede subay nasbedildi.
Geri kalanlar ise büyük karargâh ve eğitim merkezlerinde veya idari görevlerde istihdam edildi. Zaten gedikliler de yaşadıkları zorluklar yüzünden birlik komutanlığı görevinden kaçmak için fırsat aramaktaydı.
Birinci Dünya Savaşı esnasında astsubay ihtiyacı yedek subaylardan karşılandı. Lise ve üniversite mezun ve öğrencileri temek eğitim sonrasında birliklere "zabit namzeti" adı altında çavuş rütbesiyle gönderilmişti.
6 ay astsubay görevlerini yaptıktan sonra birlik komutanı uygun görürse asteğmen naspedilmekteydiler.
1923'te yeni Cumhuriyet ordusu kurulurken savaşlarda edinilen tecrübe ve devam eden Alman etkisi sonucu harp okullarında verilen üç yıllık akademik eğitime son verildi.
Yerine iki yıllık uygulamalı askeri eğitim konuldu. Benzeri şekilde gedikli okulları da üç yıldan bir yıla düşürüldü ve sınıf okulları şemsiye altına alındı.
Kısa süre içinde birlikler yeni gediklilerden şikâyet etmeye başlayınca mevcut gedikli okullarının kalite ve süresinin artırılması yerine bu okullara öğrenci yetiştirmek üzere 1927'de "Gedikli Küçük Zabit İhtizari (Hazırlama) Mektebi" açıldı.
Ancak hiçbir dönemde hazırlama okulları yeteri kadar öğrenci yetiştiremediği için astsubay okullarına dışarıdan öğrenci alımı devam etti.
Görüldüğü gibi yeni gedikli okullarının eğitim kalitesi düşüktü ve mezun sayısı ordunun ihtiyacını karşılamıyordu. Mezunların çoğu idari ve lojistik görevlere kaydırıldığı için muharip birliklerde çok az gedikli vardı.
Dolayısıyla subayların eğitim ve küçük birlik komutanlık görevlerini ifa mecburiyeti devam etti.
1947'de Amerikan askeri yardım misyonu Türkiye'de göreve başladığında TSK'nın en büyük sorunlarından birinin astsubaylar olduğunu tespit etti.
Amerikalılar yardım olarak verdikleri silah, araç ve teçhizatın hemen kullanıma sokulmasını, bakımlı ve işler tutulmasını istiyorlardı. Mevcut gedikliler ve işçiler, operatörlük, şoförlük ve teknisyenlik yapacak konumda değildi.
Genelkurmay ve eski nesil subayların itirazlarına rağmen Amerikan yardım heyeti astsubay okullarına el atıp yeni silah, araç ve teçhizatı kullanacak, bakım ve onarımı yapacak tarzda dönüşüm gerçekleştirdiler ve yeni okullar açtılar.
1949'da gedikliler memur statüsüne geçirildi ve maaşları arttırıldı. 1951'de gedikli tabiri yerine Amerikan Deniz Kuvvetleri'nde kullanılan "petty officer" teriminen Türkçe bir karşılık icat edilip "astsubay" tabiri kabul edildi. Yeni astsubay rütbeleri ise Amerikan Hava Kuvvetleri'nden alındı.
Astsubay ve sınıf okullarının kapasite ve kalitesi Amerikan yardımıyla yükseltildi. Fakat Amerikalılar şoför, operatör/nişancı ve teknisyen eğitimlerine ağırlık verdiği için asıl astsubay görevleri olan eğitmenlik ve küçük birlik komutanlıklarında somut adımlar atılmadı.
Eskisi gibi bu görev ve sorumluluklar küçük rütbeli subayların omuzlarında kaldı.
Özlük ve statü ile ilgili düzeltmeler astsubayları tatmin etmedi. Hukuki, sosyo-ekonomik ve statü sorun ve talepleri devam etti. 1970lerde astsubaylar ve aileleri toplu dilekçe vererek ve gösteriler yaparak hak arayışına çıktı.
İlginç bir şekilde astsubaylar taleplerini duyurmaya çalışırken devletten ziyade kendi komutanlarını ve subayların tamamını muhatap almalarıdır. Talepler istenilen derecede karşılanılmayınca astsubaylar arasında subay düşmanlığı doğdu.
Bir başka dert ise astsubaylık bir türlü toplum tarafından beğenilen ve istenilen bir meslek özelliği kazanmamasıydı. Astsubaylık köy, kasaba ve şehirlerin varoşlarında yaşayan çok çocuklu fakir aileler tarafından tercih edilmekteydi.
Çünkü kısa süre içinde meslek kazanıp düzenli maaş alma imkânı bulunmaktaydı. Sosyo-kültürel ve ekonomik köken Türkiye'de astsubaylık sorununun önemli bir parçasıdır.
Zaman içinde astsubay okullarının eğitim kalitesi yükseltildi. Astsubay hazırlama okulları 1967'de (Elektronik Astsubay Hazırlama 1964'te) lise düzeyine çıkartıldı. Astsubay sınıf okulları ise ancak 2003'te meslek yüksekokulu statüsüne kavuştu.
Zaten bütün ordu değişmekteydi. 1992 sonrasında kısa süreli zorunlu askerlerden uzun süreli profesyonel askerliğe geçiş kademeler halinde başlatıldı.
Profesyonel ordu aslında eski sorunları düzeltmek için büyük bir fırsattı. Yapılması gereken örnek alınan Amerikan ordusundaki gibi profesyonel askerlik ile astsubaylığı birleştirmek ve tek bir statü yaratmaktı.
Bunun tam tersi yapıldı. İlk profesyonel askerler eskinin uzman çavuş statüsünü canlandırılarak göreve alındı. Ardından sözleşmeli er ve yedek astsubay çavuş gibi yeni statüler üretildi.
Şu an silahlı kuvvetlerde dört ayrı çavuş bulunmaktadır: kıta çavuşu, uzman çavuş, yedek astsubay çavuş ve astsubay çavuş.
Sonuçta profesyonelleşmeye rağmen Türkiye'de astsubaylar asıl işleri olan askeri eğitim ve küçük birlik komutanlığından uzak kaldı. Özellikle piyade sınıfında bu sorun kendisini daha çok göstermektedir.
Eğer gerçekten modern bir silahlı kuvvetlere sahip olmak istiyorsak kangren haline dönüşmüş astsubay sorunu konusunda somut adımlar atılmalıdır.
Astsubayların talep ve şikayetlerine çözüm getirilirken astsubaylık görev ve sorumlulukları tekrar gözden geçirilmeli ve olması gerektiği gibi uygulanmalıdır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish