Kur'an'da anlatılan "kader" kozmoloji için konan ölçüleri-yasaları ifade eder. 1
Bu bağlamda insanın kaderi de "özgür iradesi ile yaptığı seçimler" ekseninde ölçülendirilir. 2
Bu sebepledir ki seçimlerimizin sonuçlarının getirdiği sorumlulukları vardır.
İşte bu sorumluluklardan kaçınmak isteyenler kendi tercihlerinin, kararlarının yol açtığı sorunlarla yüzleşmekten kaçmanın yolu olarak tüm bunların kendileri dışındaki faktörleri sonucu olduğunu bunun önceden belirlenmiş bir plan/kader olduğunu iddia ederler.
Özellikle de sorumluluk toplumsal ise yani siyasi liderler kendi sorumluluklarındaki eylemleri meşrulaştırmak, bu icraatları sorgulatmamak için "Biz yapmıyoruz; bunları bize Allah yaptırıyor" derler.
Bu tarihin en eski siyasi manipülasyonudur: Allah'ı kendine kalkan edinip, sorumluyken kendilerini sorgulanamaz kılmak…
Yöneticilerin kaderi kullanıp Allah'ı istismar etme taktiklerinin Müslümanların tarihindeki ilk izdüşümünü Muaviye'de rastlıyoruz.
Peygamberimizin arkadaşlarından Hucr b. Adiy'i Hz. Ali taraftarı olduğu için öldüren Muaviye, tepkiler karşısında zor durumdaydı. "Biz yapmadık, Allah yaptırdı bize" diyerek kendisini sorgulanamaz kılmaya çalışmıştı.
Emevilerle birlikte "Zillullahi fi'l-Arz" (Allah'ın yeryüzündeki gölgesi) ve "Sultânullahi fi Arzihî" (Allah'ın yeryüzündeki gücü) gibi sıfatlarla kutsallık kazandırılıyor, sultanların her icraatı, Allah adına sayılıyor dolayısıyla eleştirilemiyordu. Çünkü bu yapan, Allah adına(!) iş yapan birisiydi.
Muaviye'den sonra yerine sultan olarak varis bıraktığı Yezid döneminde Kerbela, Harre gibi travmatik katliamlarına, kadınlara tecavüzlere, yağma ve yolsuzluklara vb. büyük yıkımlarına gerekçe olarak bunların Allah'ın önceden belirlediği planı/kaderi olduğunu camilerden vaaz ettirmişti.
Bir başka Emevi Sultanı Abdülmelik b. Mervan, öldürdüğü bir muhalif için, "Onu Allah'ın takdiriyle öldürdüğünü" söylemişti. 3
Hicri 40 yılında Muaviye Medine Mescidinde elinde ki kılıcı sallayarak, "Bu iş kaza ve kader iledir" diyerek kadercilik anlayışını ilan etmişti.
Bu resmi dini ideoloji ile Muaviye demiştir ki;
Bizim ümmetin başında olmamız Allah'ın kaza ve kaderi iledir.
Bu tarihten itibaren Müslümanların kader algıları değişmiş, yapılan zulme, adaletsizliğe, kötülüğe ve ahlaksızlığa ses çıkarılamamıştır.
İtiraz edenler "kaderi" inkâr ettikleri iddiasıyla ağır işkenceler altında şehit edilmişlerdir.
Hasan-ı Basri, İslam Kelam tarihinde oldukça meşhur olan risalesinde özetle şunları söylemiştir:
İnsanın irade ve sorumluluğunu ortadan kaldıran bu kader anlayışı açık bir dille reddetmek ve özgür iradeyi savunmak gerekir.
Hasan-ı Basri, ısrarla "insanın özgür irade sahibi olduğunu, kulların fiillerinden bizzat kendilerinin sorumlu olduğunu, başımıza gelenlerin önceden tayin edilmediğini, zulümlerin ve kötülüklerin O'na nispet edilmesinin Allah'ın adaletine sığmayacağını anlatmıştır."
Emevîlerin zulümlerine karşı isyan eden İbn Eşas'ın (v.85/704) saflarına katılan Ma'bed el-Cüheni, ayaklanma başarısızlıkla sonuçlanınca, Emevi Valisi Haccâc (v.95/714) tarafından zindana atılır.
Daha sonra Haccâc, Ma'bed'in getirilmesini ister ve O'na sorar:
Allah'ın senin için takdir ettiğini nasıl buluyorsun? Senin bağlı olman Allah'ın takdiriyle değil mi?
Ma'bed de, "Beni senden başka tutan yok, çöz zincirleri! Eğer Allah'ın takdiri müdâhil olursa, sen doğru söylemiş olursun" diye cevap verir. Ancak Haccâc, onu işkence ederek şehit eder. (H.83/M. 702).
Mabed'in Allah ile aldatan Sultanlara karşı tavrını sürdüren bir başka isim de Gaylân ed-Dımeşki'dir. Emevi Sultanı Hişâm b. Abdülmelik, Gaylan'ın el ve ayaklarının kesilmesini emreder.
Sonra, Gaylan'a "Rabbinin sana yaptığını nasıl buluyorsun?" diye sorunca Gaylân "Bunu bana yapana Allah lânet etsin" cevabını verir. Bu işkence neticesinde ise Gaylân şehit düşer. (H. 105/M. 723).
Emevîlerin, yönetimi ele geçirmelerini ilâhî ta'yinle izah etmelerine karşı çıkma ve cemaat içinde Allah'ın buyurduğu şeylerde adalete sahip olma düşünceleri yatmaktaydı.
Ma'bed ve Atâ b. Yesâr'ın Hasan Basrî'ye (v.110/728) gelerek şu şikayette bulunmaları, oldukça düşündürücüdür:
"Ebu Said! Bu hükümdarlar, Müslümanların kanını akıtıp mallarını alıyorlar, sonra da 'İşlerimiz Allah'ın kaderine uygun cereyan ediyor' diyorlar. Bu konuda ne diyorsun?" diye sorduklarında Hasan Basrî de bu soruya, "Allah'ın düşmanları yalan söylüyor" cevabını vermiştir. 4
Dolayısıyla örnekler çoğaltılabilir.
Sayın Soylu'nun cümleleri de aslında aynı yönetim zihniyetinin dışavurumudur. Soylu, konuşmasında şu ifadeleri kullanmıştı:
Cenab-ı Allah biliyor. Milletimize hiç ihanet etmedik. Üzerimize ne kadar gelirlerse gelsinler hiç ihanet etmedik. Cumhurbaşkanımız ne kadar yalnız kalırsa kalsın, ben sadece milletin ve sadece Allah'ın önünde eğilirim cümlesinin ve ortaya koyduğu viereyatın dışında başka bir iş yapmadı. Kim ne derse desin.
Onun için sadece bizim yaptıklarımıza bakmayın. Biz kendimiz yapmıyoruz. Biz inanıyoruz ki, bize yaptıran Allah'tır. Bize yaptıran Allah'tır. Bize yaptıran Allah'tır. Bizim inancımız budur.
Onun için kıymetli arkadaşlar bizden çok beklenti var. Çok çalışacağız, hakikaten çok gayret göstereceğiz. Ama bir şeye çok dikkat edeceğiz. Bizim dinimizin, bizim inancımızın bir tebbiatı var. Birlikte rahmet vardır.
Soylu muhataplarına alt metin olarak diyor ki;
'Bana hesap sormayın Allah'a hesap sormuş olursunuz. Biz kutsal bir dava adına icraat yapıyoruz. Evet, kafanız bazı iddialarla karışıyor olabilir ama onların hepsinin size açıklayamayacağım gizemli hikmetleri var ama siz bize itaat edip desteklemeye devam edin.'
Sonuç itibarıyla yöneticilerin "Ben yapmadım Allah yaptı, bizi sorgulamak Allah'ı sorgulamaktır" söylemleri, sorumluluk almaktan kaçmak ve dine büyük zarar vermektir.
Muhatap kitleleri itaatkar koyun olmak ya da dinden, Allah'tan soğumak, uzaklaşmak seçenekleri arasında bırakmaktır.
Her iki durumda da dini değerlere büyük zarar vermek demek bu. Oysa üçüncü yol mümkün. Sorumluluk sahiplerine hesap sorma bilincini geliştirmek.
Çünkü hesap sormak da Allah'ın kullarına verdiği haktır ve sorumluluktur.
1. Talak/ 3, Enam/ 61, Hac/ 74, Zümer/ 67, Ahzab/ 38, Bakara/ 236, Ra'd/ 17, Hıcr/ 21, Ta Ha/ 40, Müminun/ 18, Şûra/ 27, Zuhruf/ 11, Kamer/ 49, Mürselat/ 22
2. Kehf/ 29, Fussilet/ 40, İnsan/ 2-3, Bakara/ 220; En‘âm/ 35; 104-107, 149; Ra‘d/31; Şu‘arâ/ 3-4; Hûd/ 15, 28; Kâfirûn/ 6; Yûnus/ 99, 108; Teğâbün/ 2; Zümer/ 7, 15; Nahl/ 9, 36, 93, 99; Secde/ 13; Mâide/ 48; İsrâ/ 15, 18; Şûrâ/ 20, 48; Ğâşiye/ 21-22; Nisâ/ 80; Beled/ 10.
3. bkz. İbn Kuteybe, II, 35; Mesudi, II, 374.
4. İbn Kuteybe, el-Maârif, s. 441
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish