Dünya prömiyerini yaptığı 78'inci Venedik Uluslararası Film Festivali'nde övgüler toplayarak filmin yönetmenliğini üstlenen Jane Campion'a En İyi Yönetmen dalında Gümüş Aslan kazandıran, aralık ayı itibarıyla da Netflix'in Kitaplardan Uyarlanan Filmler kategorisinde gösterime giren The Power of the Dog son sayfasına ve sahnesine kadar merakı canlı tutan bir hikâyeye sahip.
Güç teması etrafında şekillenen, aile içi zorbalığa, acımasız maskülenliğe, ırkların üstünlüğüne, baskın olanın hegemonyasına, makineleşme ile doğanın mücadelesine karşı çarpıcı meydan okumaların ve başkaldırışların olduğu hikâyedeki karakterler hem okuyucuyu hem de izleyiciyi tatmin edecek derecede incelik ve derinlikte çeşitli psikolojik portreler sunuyor.
Dolayısıyla özellikle senaryosuyla, yönetmenliğiyle, oyuncu kadrosunun performanslarıyla, sinematografisi ve müzikleriyle övgüler toplayan Jane Campion'un bu filmi seyredilmeyi, Thomas Savage ise daha fazla okur tarafından keşfedilmeyi sonuna kadar hak ediyor.
Modernizmin eşiğindeki Batı'da tutku ve zalimlikler sarmalı; Köpeğin Pençesi
Yönetmen: Jane Campion / Oyuncular: Benedict Cumberbatch, Geneviève Lemon, Jesse Plemons, Kodi Smit-McPhee, Kenneth Radley, Kirsten Dunst, Sean Keenan, George Mason, Ramontay McConnell, David Denis, Cohen Holloway, Max Mata, Josh Owen, Alistair Sewell, Eddie Campbell, Alice Englert, Bryony Skillington, Jacque Drew, Yvette Parsons, Aislinn Furlong, Daniel Cleary, Richard Falkner, Tatum Warren-Ngata, Yvette Reid, Alice May Connolly, Stephen Lovatt, Stephen Bain, Ella Hope-Higginson, Piimio Mei, Edith Poor, Vadim Ledogorov, Thomasin McKenzie, Julie Forsyth, Peter Carroll, Frances Conroy, Alison Bruce, Keith Carradine, Karl Willetts, David T. Lim, Adam Beach, Maeson Stone Skuggedal, Ian Harcourt, Catherine Manchester / Süre: 126 dakika
Zebur 22-20: Canımı kılıçtan, değerli hayatımı köpeğin pençesinden kurtar…
Amerikan edebiyatının belki de keşfedilmemiş en güçlü ve özgün kalemlerinden olan Thomas Savage'ın 1967 tarihli aynı adlı romanına dayanan ve Jane Campion tarafından senaryolaştırılıp yönetilen The Power of the Dog; biri çekici ama acımasız, diğeri nazik ve sessiz olan iki erkek kardeşi kadrajına alıyor.
Bu iki kardeş her ne kadar birbirleriyle bir şekilde anlaşıyor olsalar da aslında iki zıt karaktere sahip olduğu anlaşılıyor.
Çabuk öğrenen, iyi bir konuşmacı olan, istediğini elde etmek için başkalarını manipüle etmekten çekinmeyen Phil çok hırslıdır, ailesinden miras kalan bu çiftlik hayatında sürekli çalışıp işleri daha da büyütmek isterken çevresinde asla zayıf kişilikleri görmeye tahammülü yoktur.
Çiftçilerin öykündüğü ve onlar için bir kahraman olduğu görülen Bronco Henry adındaki gerçek bir kovboy hakkında sık sık konuşan Phil, bununla birlikte, kendi çarpık benlik algısını engelleyen herkese karşı bir nefret dalgası yaratır.
George ise kardeşinin aksine daha az konuşan, terbiyeli, yumuşak huylu ve sevgi dolu bir yapıya sahiptir.
Çocukluklarından beri aynı yatak odasını paylaşan Phil, George'u kaba bir şekilde kızdırmayı sever ve erkek kardeşine ise aralarında "şişko" diye hitap eder.
Ayrıca her iki kardeş de oldukça çalışkan insanlardır ve çiftliklerindeki hayatlarından da memnunlardır.
Ancak George'un kardeşinden habersiz bir şekilde yaptığı bir evlilik sonrasında zaten pamuk ipliğine bağlı olan kardeşlerin ilişkisinin seyri değişir ve sonrasında, zoraki görünen barış ortamını paramparça eden bir anne ve oğlunun hikâyeye dahil olmasıyla çoğunlukla yaşadıkları çiftlikte geçen olay örgüsü şekillenir.
İncelikler yüzünden
1920'lerin Montana'sında geçen Savage'ın romanında, Phil ve George Burbank adındaki iki kardeş, ebeveynleri emekli olduktan sonra vadideki en büyük çiftliğin yeni sahibi olmuşlardır.
Phil ve George'un üstlendikleri bu yeni sorumluluklarla hayatlarının ne kadar değişmek üzere olduğu ve bir daha asla eskisi gibi olamayacakları aşikardır.
Bu yeni yaşam düzenlerinin üzerinden yıllar geçtikten sonra zenginliklerine zenginlik katmayı başaran kardeşler bir gün bir sığır sürüsü sevkiyatına çıktıklarında Phil, George'un canını sıkan bir şeylerin olduğunu fark eder.
Belki artık bu işler için yaşlandığını ve zamanın kendisi için kontrolden çıktığını düşünen George bu konuyla ilgili kardeşiyle pek konuşmasa da yine de onun hayatında keyfini kaçıran tatsız bir şeyler olduğu bellidir.
Bu sırada çiftliklerine doğru sığırları süren iki kardeş, mola verdikleri yerde, kocası intihar ettikten sonra dul kalan ve sahip olduğu hanı bir başına çekip çevirmeye çalışan Rose Gordon ve oğlu ile tanışırlar.
Merhum akıl hocası Bronco Henry'den çok etkilenen Phil, Rose'un oğlu Peter'ın yemek masalarını renklendirmek için incelikle yaptığı el işi çiçekleri onun yaptığını öğrendikten sonra Peter'la alay etmeye başlar ve handaki diğer misafirlerin de tadını kaçırarak onları rahatsız eder.
Bu durumdan hiç haz etmeyen iyi kalpli George, günün sonunda herkes kendi köşesine çekildikten sonra göz yaşları içindeki Rose'u teselli etmek için hana geri döner.
Bu yakınlık ve şefkat, ikilinin arasında duygusal bir şeylerin tomurcuklanmasına sebep olur ve George bu dul kadına âşık olduğunda bu herkes için hayatında bir şeylerin değişeceği anlamına gelir.
İstenmeyen kadın
Bu sürükleyici dramda George, tutkuyla âşık olduğu Rose ile evlenme kararı alıp kardeşinden habersiz bir şekilde evlendiği kadını ve oğlunu çiftliklerinde yaşamaya getirdiğinde Phil bu duruma şiddetle karşı çıksa da George kararından vazgeçmez ve sevdiği kadın ile çiftlikteki hayatına devam eder.
Böylelikle Rose, George'un parasını kullanarak oğlunu, babası gibi tıp ve cerrahi eğitimi alması için üniversiteye gönderirken, o Burbank ailesinin çiftlik evine taşınır.
George kardeşinin kısa sürede karısına alışacağını düşünmekteyse de Phil için bu hiç de öyle kolay değildir, çünkü Phil sadece kardeşi ile yaşamayı planlarlarken alıştığı düzenin bozulmasını istememektedir.
Romanın merkezinde yer alan bu çatışmanın derinlerinde aslında, George'un Phil'in asla sahip olmadığı ve asla olmayacakmış gibi hissettiği bir şeyi bulması gerçeği de vardır: Aşk…
Bu yüzden Rose'un George'a olan sevgisi her ne kadar gerçek olsa da Phil, onun George'la sadece parası için evlenen, işbirlikçi, para koparmaya çalışan, alçak bir hayat kadını olduğunu düşünmektedir.
Ama diğer taraftan Rose'un varlığı ve Rose ile George arasındaki evliliğin Phil ve George'un köklü yaşam biçimini ve iki kardeş arasındaki yakınlık duygusunu tamamen değiştirmiş olması Phil için daha da üzücü ve yaralayıcıdır.
Tüm bu düşünceler içinde Phil, her an dişlerini batırmak, pençelerini savurmak isteyen bir köpek edasıyla, soğuk ve duygusuz bir yaklaşımla aileye yeni katılan bu "davetsiz misafirleri" ortadan kaldırmaya ve kardeşiyle birlikte eski hayatlarına devam etmeye kararlıdır.
Böylelikle çiftliği demir yumruğuyla yöneten baskıcı Phil, erkek kardeşinin yeni karısı ile onun genç oğlunu aile içinde "istenmeyen" hissettirmek için psikolojik bir savaş başlatır ve onları canından bezdirir.
Ama bunu yaparken Phil Burbank'ın -kitap boyunca ima edilen- kendisinden ve başkalarından gizlemek için büyük çaba sarf ettiği sırlarının gün yüzüne çıkması kaçınılmazdır.
Ancak bizon kadar güçlü ve granit kadar sert bir kalbi olan Phil'in hakkındaki ifşaatların, kurnazca kurgulanmış olay örgüsüne etkisi, bu eserin sarsıcı ve tüyler ürpertici sonuyla karşılaştırıldığında neredeyse hiçbir şeydir.
Çünkü kelimenin tam anlamıyla hem okuyucuyu hem de izleyiciyi şoke edecek gerçek bu hikâyenin en sonunda gizlidir.
Karakterler, zaman, mekân ve son perde
Thomas Savage'ın bu eserinde, gerçekçi bir şekilde kurgulanmış karakterler, durumlar, entrikalar, okuyucuyu yakalayan gergin ve duygusal sahneler ve akıcı bir anlatım tarzı gibi okuyuculara sunacağı çok şey var.
Filmden farklı olarak roman, ilk bölümlerini Phil ve George Burbank arasındaki ilişkiyi kurmaya ayırdıktan sonra Thomas Savage dikkatleri farklı bir aileye çevirir: Gordonlar.
İdealist ve çalışkan John Gordon ve karısı Rose, yaşamlarını John'un tıp uygulamaya başladığı küçük Montana kasabasında kurarlar.
John'un hastaları, yaşamları bir şekilde onlarınkine paralel bir şekilde tepelerin arkasındaki kurak arazilerde geçen çiftçilerdi ve demiryolları tarafından basılan renkli el ilanları onları Batı'nın bu bölgesine çekmişti.
Zengin çiftlik sahipleri hem alışveriş yapıp yemek yiyebilecekleri hem de tıbbi hizmetler için daha büyük Herndon kasabasına gittikleri için John Gordon kısa bir süre sonra başarı hayallerinin kendisine ödeme yapmaya gücü yetmeyen hastalarla birlikte dağıldığını fark eder.
Bu yüzden hayatını bir başarısızlık olarak gören John ve Rose Gordon'un alkolizme ve depresyona yenik düşmesi, filmde tam olarak hissedilmeyen hikâyenin rahatsız edici ve dokunaklı diğer arka planıdır.
Nihayetinde Savage'ın, zor bir hayatın ve ortamın izlerini taşıyan karanlık karakterlerin duygularını ve eylemlerini, okuyucuyu rahatsız edecek kadar fazla yormadan, çok detaylı bir şekilde betimleyerek mükemmel bir iş çıkardığını söyleyebilirim.
Ayrıca Savage'ın George'un Rose'a olan hislerini ve otuz sekiz yaşında ilk kez aşkı hissetme becerisini ustalıklı bir şekilde ele alışı da okumaya değerdir.
Romanın yarısına ulaştığınızda düşünülenden çok daha karmaşık bir hale dönüşen olay örgüsü artan bir gerilimle nihayete erdiğinde sizi şaşırtması yüksek muhtemeldir ve iyi bir edebiyat aşığını tatmin edecek türdendir.
Böylece, Savage'ın hem vahşi hem de hassas denebilecek karmaşık insan portreleri romanın odak noktası haline gelir ve eminim bu çok boyutlu karakterlere hem ilgi duyulacak hem de çeşitli şekillerde tepki gösterilecektir.
Derin ahlaki uçurumları ve kendinden nefret etmenin travmalarını ele alan bu eserin olay örgüsünde okuyucunun ve izleyicinin ilgisini çekmeye ve hikâyenin nereye gittiğini merak etmeye yetecek kadar edebi ipuçları ve soyut yansımalar var.
Hem hayvanlara hem de insanlara karşı gösterilen gaddarlık bazen okuru ve izleyiciyi zorlayacaksa da aynı zamanda betimleyici pasajlar bu anlatıyı sağlam temeller üzerine kurarak bizi bu çiftliğin bir sakini gibi olayların içine yerleştirir.
Melankoli, yalnızlık, eziyet, kıskançlık ve küskünlüğün ateşlediği eylemleri telaşsız bir ritimle aktarmayı başaran bu eser bittiğinde üzerinde tartışılacak çok sayıda şeyi zihinlerde bırakmayı başarır.
Western ritüellerine bağlı kalıp hikayesini çağdaş̧ bir duyarlılıkla aktaran, karakterleri ve manzarayı etkili bir şekilde birleştiren Jane Campion'ın yönetmenliğini üstlendiği bu film de şahsen benim son sahneye kadar merakımı canlı tutmayı ustalıklı bir şekilde başarmıştır.
Bu arada, bu bir spoiler olur mu bilmiyorum ama Zebur'dan alınan filmin esrarengiz ismi biraz yanıltıcıdır, zira hikayedeki tek köpek, sadece birkaç kişinin gördüğü bir kaya oluşumundan ibarettir.
Düşbaz Yayınevi'nin çok kısa bir süre önce Şaziye Çıkrıkçı'nın çevirisiyle Türkçe'ye kazandırdığı bu romanın, 2001 yılındaki İngilizce baskısında, Pulitzer Ödülü sahibi Annie Savage'ın Thomas Savage'in yaşamını ve çalışması üzerine görüşlerini paylaştığı bilgilendirici bir "Son Söz" yer almaktadır.
Yazar hakkında
Thomas Savage, 25 Nisan 1915'te Utah, Salt Lake City'de koyun yetiştiren büyük bir ailede dünyaya geldi.
Ebeveynleri, o iki yaşındayken boşandı ve annesinin yeniden evlenmesi üzerine Savage, onunla Montana'ya taşındı.
Montana Üniversitesi'nde okudu ve birkaç yıl çiftlik işçisi olarak çalıştı, ancak 1937'de Coronet dergisinde at binme üzerine yazdığı bir makale yayınlandığında Savage, İngilizce eğitimi almak için Maine'deki Colby College'a kaydoldu.
Brandeis ve Vassar'da İngilizce öğretmenliğinin yanı sıra kaynakçı, sigortacı ve tesisatçı gibi çeşitli işlerde çalıştı.
İlk romanı The Pass 1944'te yayımlandı ve The Power of the Dog dahil on iki roman daha yazmayı başardı.
1980'de Guggenheim bursuyla ödüllendirilen Thomas Savage, 25 Temmuz 2003'te seksen sekiz yaşında Virginia'da hayata veda etti.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish