Afrika'nın sömürge öncesi tarihini, geçmişini konuşmanın imkânı var mıdır?
Şüphesiz modern tarih disiplinin yok ettiği kıtanın tarihselliğini yeniden kurma girişiminde, her defasında Hegel ve şürekasının etkisini göz ardı etmenin imkansızlığıyla karşı karşıya kalırız.
Hegel, Tarih Felsefesi çalışmasında kıtayı üçe ayırır:
Birincisi, Sahra çölünün güneyine yayılan gerçek Afrika. İkincisi ise çölün kuzeyine yer alan "Avrupa Afrikası". Üçüncü kısmında ise Asya ile bağlantılı olan Nil nehri civarını anar.
Hegel, asıl Afrika olan Sahraaltı Afrika'nın ise tarih kadar geriye gittiğini ve dünyaya kapalı bir bölge olduğunu iddia eder.
Ona göre, Mısır dünyaya açık yönüyle bağımsız bir medeniyetin beşiği olmayı başarmıştır. Kuzey Afrika ise zaten Avrupa'nın kıyısı olarak anılmalıdır.
Dikkat edilirse, Siyah Afrika'nın tamamı tarihöncesine hapsedilmiş olup tarihselliğin de dışına itilmiştir.
Bu yazımda kısaca Güney Afrika tarihinin geçmişine bakacağım.
Basitçe ötekileştirme ve geçmişi silme ya da susturma olarak adlandırılabilecek sömürge öncesi Güney Afrika üzerine oluşturulan söylemler, Batı'nın ana kıta üzerindeki işgalini haklı çıkarmak için Hegel'in ürettiği hegemonik söyleme çok bağlı görünmektedir.
Güney Afrika tarihi anlatılarına baktığımızda, tarihsel hesapların nasıl pek çok yönden öğretici ve aldatıcı hale geldiğini görmek mümkün.
'Ötekileştirme süreci' genel olarak sömürgeciliğin özgül bir biçimi haline gelir. Burada ötekini belirleyen "zaman" kavramıdır.
Bu bağlamda, Afrika halkı sürekli olarak 'öteki' olarak anılmaktadır. Ancak, bu ötekileştirme yüzyıllar boyunca icat edilmişti.
Kısaca, siyahların "evrensel kötü" olduğu yargısını anlamak için, Afrikalıların onurlandırılacak hiçbir yerinin olmadığı "yeni varlık zincirinin" oluşumunu görmek gerekir; bunda aydınlanma dönemine ve sonrasına bakmak yeterlidir.
1790 tarihinde bir Fransız hatıratında şunları yazar:
Siyahları uygarlaştırmak, onları ilkelere oturtmak ve ondan bir adam yapmak belki de olanaksızdır.
Bu sözlerin 'Afrika'nın Paylaşımı'nın uygulamaya geçildiği zamanda söylendiğini unutmayalım.
Gail Ching-Liang Low, bu tarz bir ötekileştirmenin on dokuzuncu yüzyıl antropolojisinin icat ettiği zamansal ve mekânsal kategorilerin içinde, Afrika ve siyahlar bağlamında, dünyanın yaşayan halklarını teşhir mekanizmasına ve eski çağların yaşayan bir müzesine dönüştürdüğüne dikkat çeker.
Johannes Fabian'ın ifadesiyle, "başka bir zamanda öteki insanların bilimi" olarak antropoloji, ötekini yargılamak için zamansal kategoriler kurdu.
Zamansallığın sömürge tebaasının inşasına çok katkısı büyüktür. Bunun yanı sıra tarihsel dönemlendirme süreci de bu anlamda "öteki"nin inşasına hizmet etmektedir.
Bugün Afrika tarihini okurken karşılaştığımız "Sömürge öncesi" ve "sömürge" gibi terimler, Batı ideolojisinin inşa ettiği mutlak dönemler olarak vardır.
Bu dönemselleştirmeleri kırmak neredeyse imkânsızdır.
Bu tarz dönemselleştirmelere itirazlar getiren Carolyn Hamilton, Whose History Counts? [Kimin Tarihi Geçerlidir] adlı çalışmada yer alan makalesinde bu tarz tarihselleştirmenin "değişmez bir geçmiş" yarattığını iddia eder.
Şu örneğe bakalım mesela. R. Raven-Hart, Cape Good Hope 1652-1702 adlı çalışmasında Güney Afrika ile şunları söyler:
Bu toprakların yerlileri vahşidir, boyları uzun değildir, incedir, yağa bulanmış ve pistir. Neredeyse hindi gibi gıdıklarlar ve çok miktarda sahip oldukları sığırlarla geçinirler.
Modern tarih disiplini "sömürge öncesini" putperest, vahşi, barbar ve karanlık gibi belirleyici nitelemelerle anar.
Pre-kolonyal tarih, Steve Biko'nun tespitiyle söylersem, "kabile savaşları ve ölümcül savaşlara indirgenmiştir."
"Tarihi susturmak", sömürgecilerin yarattıkları anlatılara ve söylemlere meydan okuyan gerçekleri görünmez kılmak için kullandıkları stratejilerden biridir.
Sözgelimi, 1856 tarihinde sömürgecilere karşı gerçekleştirilen "Sığır katliamı" ve sonrasında yaşananlar, Güney Afrika tarihinde olağanüstü bir sayfa olarak anılması gerekir.
Bu olay, tarihsel ana akım çizginin tamamen dışında kalıyor. Tarihçilerin çoğu bugün bile tam olarak o gün ne olduğunu ve bunun nedeninin anlayamadı.
Hikâye basit: Bir gün Nongqause adında bir Xhosa kadını, atalarıyla iletişime geçer.
Çünkü o ataların 'Bütün topluluk ölümden dirilecektir' emrini iletmek için bir aracı olarak seçilmiştir.
Köpek ve at dışında hayvanlarını öldürmedikçe ve tarlalardaki tahılları yok etmedikçe bütün ulus yaşayamazdı bu kehanete göre.
Jennifer Wenzel, sığır katliamını "İngiliz emperyalizmine karşı küresel direniş bağlamında" okur.
Yine 1778 yılında Khoi halkından bir kadın buna benzer bir kehaneti gerçekleştirmek için "sığır katliamını" gerçekleştirdiği bilinir ancak bugün bu vaka tarih sahnesinden silinmiştir; şimdi bile Güney Afrika tarihi konuşulurken bu derece güçlü ve emperyalist söyleme karşı geliştirilen bu kehanet neredeyse hiç anılmaz.
Bu tarz karşı girişimler, Güney Afrika tarihinde kültürel canlanışın ve bilincin şahlanışı olarak okunmalıdır.
Erken emperyal karşıtı hareketlerin kehanetle de olsa vuku bulmasını, bugün Afrika tarihselliğini yeniden kurarken güçlü reaksiyonlar olarak okumamız gerekir.
Şüphesiz tarihsizleştirmeler bütün kıtada öncelikle mekân ve yer adlarının değişimiyle başladı.
Sömürgeci güçler yer adlarını değiştirerek, siyahların hafızalarını silmeyi hedeflemişlerdi.
Tarihi silmek için isimlerin değiştirilmesi evrensel evcilleştirme projesinin bir parçasıdır.
Nomathamsanqa Tisani'nin belirttiği gibi, "nehirler ve göller de vaftiz edilmiş" oldu bu süreçte.
June Bam'a göre, yeniden isimlendirme süreci yerliler ve kökleri arasında büyük bir boşluk yaratıyor.
Bam bu sürecin yerelin anlamının silinmesinin yanı sıra kayalara, bitkilere ve ritüellere gömülü tüm epistemolojik sistemi de beraberinde yok ettiğine dikkat çekiyor.
Bugün Güney Afrika tarihini doğru okumanın imkânı var mıdır?
Koskoca tarih kabile çekişmesi ve barbarlıkla özdeştirilerek yok sayılmıştır.
Afrika'nın sömürge öncesini yeniden kurmak yeni bir epistemolojik girişimle ancak mümkün olabilir.
Ancak gömülen tarihin, kaybolmuş isimlerin ve ritüellerin izlerini sürmek bize geçmişi ne kadar anlatabilir.
Sömürge enkazını deşme girişimleri ne yazık ki modernitenin karşısında her zaman yenilgiye mahkumdur.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish