Brezilya Bolsonaro'dan nasıl kurtulacağını tartışıyor

Özgür Uyanık Independent Türkçe için yazdı

212 milyon nüfusa ve 8,5 milyon kilometre kare yüzölçümüne sahip Brezilya 1,5 trilyon USD ile Amerika kıtasında ABD'den sonraki en büyük ekonomi. 1960'lardan bu yana otomobil, kimya, çelik, uçak endüstrilerine ve olağanüstü doğal kaynaklara sahip Brezilya kısa dönemler haricinde hep krizde. Daha kötüsü açlık ve "favelala"rıyla gündemde / Fotoğraf: AFP

Geçtiğimiz ay Brezilya Sosyalizm ve Özgürlük Partisi "PSOL" (Partido Socialismo e Liberdade) 7. Kongresini yaptı ve ilk kez devlet başkanlığına bir aday çıkarmama yönünde bir karar aldı.

Kongre, parti yönetimine, İşçi Partisi "PT" (Partido dos Trabalhadores) ve diğer sol partilerle bir program çerçevesinde müzakere ederek, 2022 seçimlerinde ortak aday arayışına girme yetkisi verdi.

PSOL'un aldığı karar, seçimlerde "PT" lideri Lula da Silva'nın başkan adaylığını desteklemekten başka bir anlama gelmiyor.

Aynı zamanda bu, sudan sebeplerle 553 gün hapsedilip serbest kalan eski devlet başkanı Lula'nın seçimlere solu bir cephe halinde arkasına alarak gireceğinin işareti sayılıyor.
 

2.jpg
2013’de Brezilya ekonomisinin hızla bozulması, 3 yıl sonra İşçi Parti’li devlet başkanı Dilma Rousseff’in devrilmesine ve eski başkan Lula da Silva’nın hapsedilmesine imkan sağladı. Lula 553 gün hapsedildikten sonra serbest kaldı ve 2022 seçimlerinde devlet başkanlığına adaylığını ilan etti

 

İşçi Partisi "PT" ideolojik olarak bir "işçi sınıfı" partisi değil; reformist, parlamentarist bir seçim partisi.

Fakat sendikal kökenden doğması, lideri Lula'nın Brezilya işçi hareketine uzun süre liderlik etmiş bir sendikacı olması ve tabi hükümetteyken emekçilere sosyal ve ekonomik kazanımlar sağlaması sebebiyle işçiler tarafından en çok tercih edilen parti.

Bu yanıyla "PT" Brezilya tarihinde işçi hareketinin inşa ettiği en büyük örgütlenme. Dönemsel olarak sağın ve burjuvazinin kanatlarıyla yaptığı iş birliği ile yürüttüğü 13 yıllık iktidar süreci bile bu gerçeği değiştiremedi.

Lula ve Dilma Rousseff'in devlet başkanlığı yaptığı 2003-2016 yılları arasında "PT" hükümetlerinin uygulamalarına ilişkin çok fazla tartışma var.

Ancak onun reformist karakterinin, "PT"yi bir "burjuva partisi" olarak tanımlamaya yetmediğini söylemekle yetinebilirim.

Çünkü sisteme uyum sağlamış reformist bir parti olmak her zaman bir "burjuva aygıtı" olma sonucunu doğurmaz.

Hatta onun hakkında siyasi söylemine bakılarak da karar verilemez. Asıl belirleyici olan şey iktidar ilişkileri içindeki varlığı ve konumlanışıdır.

Dilma Roussef'in 2016'da hakkında hiçbir soruşturma dosyası olmaksızın parlamenter bir darbeyle devlet başkanı koltuğundan indirilmesi, Lula'nın ve diğer "PT" liderlerinin hapse atılması bunu kanıtlıyor.

Dilma, sermayenin ultra neoliberal reformlarına destek vermiş olsaydı koltuğundan da olmazdı.

Zaten, Jair Bolsonaro hükümeti; sağın, büyük şirketlerin ve finans çevrelerinin neoliberalizmi derinleştirmek amacıyla Dilma Rousseff'i devirdiği 2016'daki parlamento darbesinin sonucudur.
 

3.jpg
Jair Bolsonaro, ordu baskısı ve anayasa mahkemesi kararıyla İşçi Partisi lideri Lula da Silva’nın başkan adayı olarak seçime girmesinin engellenmesi sayesinde 2018 seçimlerini kazandı

 

Bu durumda İşçi Partisi'ni desteklemenin ya da onunla ortaklık kurmanın sola zarar vereceğini iddia etmek gerçekçi değil. 

Aslında sorun "PT"den ziyade Bolsonaro'nun kim olduğunda yatıyor.

Jair Bolsonaro'nun sürüklediği yüzde 20'lik desteğe sahip kitle, aşırı sağ muhafazakar bir parlamentarizmi, bir seçim partisini temsil etmiyor.

Seçim partileri ne kadar sağcı ya da muhafazakar olurlarsa olsunlar "karşı devrimci" seferberlikler ilan etmeye kalkışmazlar.

Bolsonaro, henüz inşa halindeki neofaşist bir kavga hareketinin liderliğini yapıyor. Çünkü bu tarz hareketler kendilerini sadece iktidardayken inşa edebilir. 

Bolsonaro son olarak 7 Eylül'de ki Bağımsızlık Günü kutlamalarını bile buna alet etti.
 

4.jpg
Bolsonaro 7 Eylüldeki Bağımsızlık Günü kutlamalarını bir gövde gösterisine dönüştürdü / Fotoğraf: Alan Santos/Reuters

 

Başkent Brasilia ve Sao Paulo kentlerinde toplanan kalabalığa konuşan devlet başkanı Bolsonaro yine mevcut oy verme sistemini değiştirmeye direnen Yüksek Mahkeme'yi suçladı.

Daha önce de defalarca söylediği gibi "ancak ölürse ya da hapse girerse başkanlığı bırakacağını" ilan etti.

Oy verme sistemine yönelik başlattığı tartışma şimdiden kendi kitlesini seçimlerde bir hile olduğuna inandırdı.

Ama o bunun da ötesinde kaybetmesi halinde bir darbenin meşru olacağına dair kanaat oluşturmaya çalışıyor. 
 

5.jpg
7 Eylül gösterilerinde Bolsonaro halkı oy verme sistemini değiştirmeyen Yüksek Mahkeme’ye (STF) karşı mücadeleye çağırdı. Yürüyüşte Yüksek Mahkemeyi hedef alan pankartların yanı sıra Bolsonaro taraftarları “askeri müdahale” çağrısı yaptı

 

Tarihte askeri darbeleri Bolsonaro kadar savunan bir siyasetçiye az rastlanır. Onun silahlı kuvvetler üzerinden siyaset yapmasının ötesinde, her fırsatta yinelediği darbeci retoriğin altında neofaşist bir akım olması yatıyor.

Bolsonaro bir yandan orduyu kendine yedeklerken diğer yandan seçim sonucu ne olursa olsun kavgayı hedefleyen faşist bir kitle hareketinin hazırlığını yapıyor. 

Brezilya, tarihinin en derin ekonomik krizlerinden birinden geçiyor. Ülkede 600 binden fazla kişi Kovid-19 sebebiyle hayatını kaybetti. 14 milyon kişi işsiz kaldı. 15 milyon aç insan var.

Fakat Bolsonaro ülkenin içinde bulunduğu durumla ilgili hiçbir sorumluluk almıyor ve sürekli diğer kurumları suçluyor. 

Bu tarz liderlikler kendileriyle mevcut sistem arasında fark varmış gibi davranarak sürekli haklılıklarını koruyor.

Halihazırda Brezilya'da iki kamp var: Mevcut Devlet Başkanı Jair Bolsonaro'ya karşı "anti-Bolsonaroculuk" ve Lula'ya karşı "anti-PT'cilik" (ante Petismo).

"Anti-Bolsonaroculuk" aşırı sağa karşı solu ve liberalleri bir araya getiren ve pandemi döneminde Bolsonaro'nun emek ve halk sağlığı karşıtı politikalarından beslenen bir olgu. 

"Anti-PT'cilik" ise son 30 yıldır Brezilya siyasetine damgasını vuran; sağın ve sermayenin tercihlerini Bolsonaro'yla kesiştiren en önemli etken.

Bu durumda sağın karşısına bir "Sol Cephe" olarak çıkmayı hedefleyen taktiğin ne kadar doğru olduğu sorgulanıyor.

Öncelikle bu tarz bir harekete karşı mücadele sol içinde bir müzakereye indirgenemeyecek kadar acildir. Yani her an her yerde, hayatın ve siyasetin her alanında cevap vermeyi gerektirir.

Bu noktada Soldaki ayrım; PT'nin ülkeyi seçimlere sorunsuz biçimde taşıması üzerine kurulu. PSOL ise seçimler beklenmeden genel grev dahil her türden yerel ve ulusal direnişin örgütlenmesi gerektiğini söylüyor. 

Diğer yandan Bolsonaroculuğa karşı birliği başkanlık seçimlerini ikinci tura ertelemek kadar saçma bir şey düşünülemez.

Çünkü ikinci turda Bolsonaro'nun sağın ılımlı kesimlerini sol düşmanlığı noktasında ayartması için yeterli koşullar oluşmuş olacak. 

Lula'nın bir işçi sınıfı programıyla değil ama mevcut duruma göre ilerici bir programla geleceğine dair bir şüphe yok. Solun ne Lula'nın adaylığını sorgulama ne de ona karşı olma lüksü yok.
 

6.jpg
Bolsonaro yoksulları din ve milliyetçilikle, orta sınıfı istikrar ve otoriterizmle sürüklüyor / Fotoğraf: Pilar Olivares/Reuters

 

Bolsonaro'ya karşı kazanma şansı olan tek ilerici adayı desteklemeyen bir sol, bunu kitlelere nasıl anlatacak? 

Üstelik böyle bir solun yalnızca genel olarak emekçilerle değil feministler, çevreciler, sendikalar, kültür ve insan hakları hareketleri, LGTBI+ gibi Bolsonaro'nun doğrudan hedef aldığı gruplarla da ilişkisi kesilecektir.

Ayrıca Bolsonaro'nun yeniden kazanması durumunda "marjinalleştirilen" toplumsal grupların ağır bir darbe alacağını da hesaba katmak gerekir.

Bu sonucun sol açısından bir yenilgi değil "yıkım" olacağını öngörebiliyoruz.

Zira solun asgari programı 2016'dan bu yana belli:

Ekonomik modelin değiştirilmesi, çalışma ve sosyal haklarının geri kazanılması, kamu şirketlerinin ve kamunun ekonomideki işlevinin korunması, sosyal alanlarda yatırımların genişletilmesi, çevre koruma politikalarının geri kazanılması, ormansızlaşmanın ve toprak rantının sona ermesi ve yerli topraklarına saygı gösterilmesi. 

Bolsonaro iktidarının sürmesi, tüm bu alanlarda sorunları daha da derinleştirecek ve solun programını her defasında daha geri bir noktadan başlatması sonucunu doğuracaktır.

PSOL kongresinde tartışılan konulardan biri de bu ihtimaldi. 

Ülkedeki derin krizin Bolsonaro'yu bir kardan adam gibi "eritmediği" tespiti yapıldı. Her şeye rağmen güçlü bir yüzde 20'lik çekirdek kitle desteğini sürdürdüğü ifade edildi.

7 Eylül'deki mitinglerde yüzbinlerce Bolsonaro destekçisinin sokağa çıktığına vurgu yapıldı. Bu, muhalefetin sokağa dökmeyi başardığından çok daha fazlasıydı.

Dahası Bolsonaro sandıkta herhangi bir yenilgiyi kabul etmeyeceğini sürekli söylüyor.

Şimdiden bir seçim hilesi olacağına inandırdığı bu kitle, Bolsonaro'nun kaybetmesi durumunda ABD'deki "Capitol Baskını" gibi bir şeye hazır. 

Hem Bolsonaro'nun kaybedeceğine hem de sandıkta kaybettiği gün ne yapacağına dair elde kesin bir veri yok.

Bolsonaro'nun seçim öncesi ya da sonrasında bir darbe girişiminde bulunması da senaryoya dahil.

Sandıkta kazanmanın iktidarı almaya yetmeyeceği bir seçim bekliyor Brezilya'yı.

Her fırsatta demokratik kurum ve kuralları tanımadığını yineleyen ve kitleyi sokağa döken neofaşist bir lideri yenebilmek için sokakta görünür bir kitle hareketine ihtiyaç var. 

Fakat Bolsonaro tarzı bir iktidarı yıkabilmek, salt sokaktaki mücadeleye indirgenemez.

İktidarda kalmak için bürokrasinin, burjuvazinin ve sermayenin bazı kesimleriyle ittifak kuran Bolsonaro'ya karşı devletin ve burjuvazinin kurumsal demokrasiden yana olan kesimlerinin desteğini elde etmek gerekir.

PSOL kongresinde bu zorunluluk, üstü kapalı biçimde kabul edilmiş görünüyor. Partinin merkezi görevleri kısmında, daha önce Dilma Rousseff'in devlet başkanı koltuğundan indirildiği biçimde, bir "impeachment yoluyla Bolsonaro'yu görevden almak"tan bahsediyor.

Bu da tek başına ne PSOL'un 10, ne de PT'nin 54 milletvekiliyle gerçekleştirebileceği bir şey.
 

7.JPG
PSOL 7. Kongresinde devlet başkanlığı seçimlerine ortak adayla girme kararı aldı

 

Meclis ve senatoda devlet başkanı hakkında bir "impeachment" soruşturması açmak için burjuvazinin ve bürokrasinin kanatlarıyla ittifak kurmak kaçınılmaz. 

Brezilya'da sol adına bunları gerçekleştirebilecek tek kişi Lula.

Ağırlığı işçilerin ve orta sınıfın büyük bir kitle desteğine, kendine bağlı bir bürokrasiye, geçmiş hükümetlerde sağ partilerle kurduğu ittifak tecrübelerinden gelen bir güvene sahip tek parti de Lula'nın İşçi Partisi PT.

Dolayısıyla, en azından gerçek hayatın içinde olanlar açısından, Lula'nın adaylığını desteklemek ve PT ile hareket etmek dışından bir başka seçenek yok. 

PSOL'daki esas kafa karışıklığı bir "Birleşik Cephe" ile "Sol Cephe" arasına sıkışmış olmaktan kaynaklanıyor. 

PSOL Kongresi PT ile bir "işçi sınıfı hükümeti programı"nın müzakeresini yapma hayalleri kuruyor. Oysa PT sınıf uzlaşması temelinde politika yapan reformist bir sol parti. 

Ayrıca, bir "Sol Cephe" daha önce Brezilya tarihinde seçim başarısına imza atmadığı gibi bugünkü koşullarda hiçbir şansı olmadığı da ortada. 

Yani Bolsonaro'ya karşı bir "cephe" kurmak şart ama bu olabilecek en "geniş demokratik cephe" olmak zorunda.

Dolayısıyla sol, asgari düzlemde ekonomik-demokratik bir programı tartışabilir. Daha ötesi bir cephe ihtimalini başından ortadan kaldırır.

Elbette ki solun Lula'nın yeniden iktidara gelmesine vereceği destek, onu "Lula'yı aşma hedefi"nden geriye düşürür.

Ama buradaki acil sorunun Lula'nın değil Bolsonaro'nun aşılması olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir.

Çünkü işçi sınıfının bir neofaşist harekete eklemlenme tehlikesi sosyal demokrasi tarafından manipüle edilmesinden çok daha yakın ve ölümcül.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU