Son yüzyılın sıradan tanıkları: Babaanneler, anneanneler, büyük nineler

Üç editör arkadaş tarafından kurulan Onlyherstory (Sadece Onun Hikayesi) adlı sosyal medya hesabı, online bir sözlü tarih projesi

İnsan hikâyesi deyince aklımıza bildik tabirle hep ‘ünlü hikâyeleri’ gelir değil mi? Çoğunlukla göz önündeki insanların hayatlarını merak ederiz, devlet adamlarının, artistlerin, şarkıcıların, yazarların-şairlerin, askerlerin, magazin figürlerinin. Peki ya sıradan insanların öyküleri? Ya kadınlar? Hikâyeleri, en çok cinayete kurban gidince bir anlığına merak edilen ve sonra unutulan kadınlar… Hâlbuki her kadın hayatı biraz da memleket özeti gibidir. Onların hayatlarına bakarak toplumun kültürünü de, örfünü de, hukukunu da, siyasetini de, refahını anlamak o kadar kolaydır ki.

Tıpkı "teni berrak, ışıklı, aydınlık olan" anlamına gelen 1936 doğumlu Nurten’in hayatı gibi. Şöyle anlatıyor hayatını:

"Ben Nurten. 1936 yılında Balıkesir’de doğdum. 2 yaşındaydım, annesiz kaldım. Bir gün, babam beni eşeğe bindirip kasabaya getirdi. Bir konağın merdivenlerine oturttu. ‘Sen otur, ben seni almaya geleceğim’ dedi. Bir daha gelmedi. Bir süre sonra kapı açıldı. ‘Seni evlatlık aldık biz’ dediler, kapıyı açanlar. İçeri girince saçlarımı kestiler, ‘Adın bundan sonra Nurten’ dediler. Yeni kıyafetler giydirdiler bana. Çok ağladım. Küçük çocuk yüreğim dağlandı. Hayat bu ya, mecbur, bir süre sonra alıştım. Ancak derdim bununla kalsa iyi… Evin zengin babası, ona çocuk veremeyen eşini bırakıp yerine yeni birini getirdi. Böylelikle başladı hizmetçilik hayatım…"

Kadınların hikâyesinin ülkenin siyasetinin de fotoğrafı olduğunu yine şu cümleleriyle anlatıyor Nurten: "…1980 Ağustos’uydu evlat acısıyla kavruldu yüreğim. Eylül darbesine zemin hazırlanılan günlerdi, İzmir İnciraltı’nda vuruldu 18 yaşındaki oğlum… Yüreğimde dinmeyen bir acıyla kaldım. Şimdi 84 yaşındayım. Hâlâ kendi işimi yapar, hâlâ herkese koşarım. Hâlâ dinmez oğluma döktüğüm gözyaşlarım…"

nurten-balikesir.jpg
Nurten Hanım

 

Nurten’in kendi ağzından anlatılan hikayesi gibi daha nice ‘sıradan’ kadın hikayesini bir araya getiren ‘Onlyherstory’(Sadece Onun Hikayesi) adlı sosyal medya hesabı, online bir sözlü tarih projesi. Projenin bir de web sitesi var: https://Onlyherstory.com/ Türkçe, İngilizce ve bazen Kürtçe yayınlanan hikâyeler, ‘sıradan’ kadınların hikâyeleri. Şimdilik bu dillerde yayınlanıyor ama Anadolu’da konuşulan bütün anadillerde yaşam öyküleri yayınlamaya da açıklar. Amaçları bir çevrimiçi bellek arşivi yaratmak ve bunu yaparken de; etnisite, din veya yöre gözetmeksizin Türkiye’deki kadın deneyimini bir araya toplamak. Duygu Atlas, Derya Atlas ve Mesut Alp’in editörlüğünü üstlendiği Onlyherstory projesi, Türkiye’de 19. ve 20. yüzyıllarda yaşanan sosyoekonomik ve politik gelişmelerin, bu dünyadan çoktan göçmüş gitmiş veya hayatının ileri dönemlerinde olan kadınların hikâyelerinde yankılandığı düşüncesinden hareketle oluşturulmuş. Kadınları göç, aile içi şiddet, sessiz emek ve ekonomik özgürlük, evlilik ve annelik ile fiziksel ve zihinsel sağlık gibi hayat ayrıntılarından öne çıkaran projeye hikâyeler, aile üyeleri tarafından gönderiliyor ve titiz bir editoryal sürecin ardından birinci ağızdan edebileştirilerek yayınlanıyor.

Projenin editörlerinden Mesut Alp; Nusaybin’de doğmuş ve arkeoloji eğitiminin ardından Mardin başta olmak üzere Ortadoğu’nun pek çok yerinde sözlü tarih, din, mitoloji çalışmış bir arkeolog. Pek çok kazıya katılmış ve 2016’da kendi tabiriyle ‘köklerinden koparak’ Fransa’ya yerleşmiş.

Mesut Alp.jpeg

Mesut Alp

 

Editörlerden Duygu ve Derya Atlas ise, İzmirli iki kızkardeş. Derya Atlas, Bilgi Üniversitesi’nde Karşılaştırmalı Edebiyat okuduktan sonra, Ege Üniversitesi’nde Kadın Çalışmaları alanında master yapmaya başlamış, ancak Türkiye akademisinden çok umduğunu bulamış, şimdilerde Londra’da yaşıyor ve proje yürütücülüğü yapıyor.

Şimdilerde Londra’da yaşayan Duygu Atlas ise Ege Üniversitesi’nde Amerikan Kültürü ve Edebiyatı lisansından sonra, yüksek lisansını İsrail’de tamamlamış. Çalışma alanı Türkiye’deki azınlıklar ve özelde Türkiye Yahudileri. Türkiyeli Kürtler konusunda da makaleleri olan, Gezi Parkı döneminde Kürtler ve savaş ve barış döneminde Kürt sanatı konusunda çalışmalar yapan Duygu Atlas; aslında Onlyherstory’nin fikir annesi.

Onlyherstory’nin Türkiye’de büyümüş ve artık Türkiye’de yaşamayan bu üç editörünün yolları yıllar önce Mardin’de kesişmiş. Ve birlikte pek çok iş yapmışlar. Şu anda üzerinde çalıştıkları bir belgesel projesinden bahsediyor Duygu Atlas. Alp ve Atlas’ın birlikte çektikleri belgesel; Edirne’de doğup büyümüş ve 1941’de İsrail’e göç etmiş Edirneli bir Yahudi’nin hikâyesi. Üç ay önce hayatını kaybeden 95 yaşındaki kahramanlarından, "Edirneli Yahudi dedem" diye bahseden Duygu Atlas, her ziyarete gittiğinde çektikleri görüntüleri belgesel dönüştürdüklerini söylüyor. Belgeselde kahramanlarının hikâyesine, Trakya pogromu tanıklıkları da eşlik ediyor.

Gelelim yine Onlyherstory’e. Fikir iki kızkardeşin ve aslında çocukluklarının birlikte geçtiği anneannelerinin ilham verdiği bir proje. Zaten anneanneleri, projenin de yüzü: Kâmuran. İlk hikâye de onun. Şöyle dile gelmiş torunlarının kaleminde adının anlamı "isteğine kavuşmuş kişi" olan Kâmuran:

"1929 Şubat’ında Ula’da doğmuşum. Kocamı evlenmeden önce hiç görmedim. Kaynanam ve kayınpederim geldiler; beni, gelini almaya. Muğla’ya vardık. Arabanın içinden dışarıda sıralanmış her bir yüze baktım acaba hangisi kocam diye… Bilmiyordum ki o yüzlerden biri beni incitecek… "

Duygu Atlas, çocukluğundan itibaren babaannesine hikâyeler anlattırdığını, anlattıklarını kaydettiğini, fotoğrafları kaybolmasın diye scan ederek aslında o yaşlardan itibaren ‘sıradan kadın’ hikâyelerine ilgisinin olduğunu anlatıyor: "Sonra bir gün düşündüm. Bunlar bizi büyüten kadınlar, ama hep anneanne, babaanne olarak kodlamışız. Sanki önceden hiçbir şeylermiş gibi. Bunu Derya’yla paylaştım ve öyle başladık."

Kamuran-Anneanne.jpeg
Kamuran

 

Derya ve Duygu Atlas’ın başlattığı projeye Mesut Alp sonradan dâhil olmuş ve Onlyherstory fikrini ilk duyduğunda kıskandığını itiraf ediyor: "Hakikaten çok yaratıcı bir fikirdi. Bana önerdiklerinde sadece kadınların yapması gerektiğini söyledim ama sonra düşündüm ki, benim kadınlara bir özür bir, geride kalma borcum var. Ben erkek egemen zihniyetin bana aşılandığı günü hatırlıyorum. Biraz boy atmıştım, liseye gidiyordum. Bizim şu anda yıkılmış olan evimizin büyük odasında oturuyordum. Ayağa kalktım. Annem dedi ki nereye gidiyorsun. Su alacağım dedim. Annem ablalarıma seslendi, ‘kurban olun kardeşinize, bir bardak su getirin’ dedi. Baktım, çok büyük bir rahatlık. Annem bana iki tane hizmetkâr atamıştı. İtiraz edebilirdim ama etmedim. O günden sonra ben kendime su almadım, sofra kurup kaldırmadım, artık birileri benim kurbanımdı ve onlar öz ablalarımdı."

Duygu Atlas.jpeg
Duygu Atlas

 

Mesut Alp kendi kişisel tarihine dair bu itiraftan sonra, kadının toplumsal pozisyonuna ilişkin de şu görüşleri savunuyor:

"Erkek egemen bakış açısıyla söylüyorum; kadına atfedilen kimlik salt kadının kendisini geri çekmesi, arkada-geri planda durması, yetmezlikleri ile ilgili değildir. Bunun için erkeğin verdiği bir mücadele var. Yani benim iki ablamın bana kurban olması benim babamın ve dedelerimin kadınlara karşı verdiği mücadelenin sonucudur. Bu anlamda böyle bir projede yer almak benim için büyük bir onur, büyük bir borç ve tarihsel zorunluluk."

Derya Atlas; Türkiye’nin son yüzyılında görünmeyen, fark edilmeyen ve yitip giden kadınların tarihten, kültürden, geleneklerden nasıl etkilendiğine dair sorumuza ise şu yanıtı veriyor:

"Hikâyeler bize çoğu kez çok yalın geliyor. Şurada doğdu, şurada öldü gibi. Ama bizim anlatmak istediğimiz Türkiye’de yerlerine, zamanlarına göre kadın olmanın deneyimi. O yüzden doğdukları yer önemli, hikâye geldiğinde hemen Google Maps’i açıp coğrafyasına bakıyoruz, varsa o yerle ilgili Youtube videolarını izliyoruz. Mesela hikâyede yer alan deprem, Balkan göçü, mübadele gibi ayrıntıları öne çıkarıyoruz. Belki başka insanların önemsiz gördüğü ayrıntılar o kadınların hikâyesi. Çünkü mesela o mübadil kadın geldiği yerin dilini bilmiyor, evin içine sıkışıp kalıyor. Ya da kocası öldükten sonra 20 sene çalışıp çocuklarına bakan bir kadının hikâyesinde, o 20 sene bir cümlede kalıyor ama bizim merak ettiğimiz aslında o 20 sene."

Kadınların hikâyelerinin hep erkekler dâhil olduğunda anlatılası ya da yazılası hale geldiğini belirten Mesut Alp de, Derya Atlas’ın görüşlerine şu katkıları yapıyor:

"Erkek askere gider, o zamana kadar film boştur, askerden döndükten sonra film devam eder. Eskiden insanlar dört buçuk sene askerlik yaparmış, peki o dört buçuk senede kadınlar ne yaparmış, bilen yok. Hayatın pek çok yanı kadının üzerinde bir yük ve eğer bir hikâye varsa, bir tarihi varsa bu kadının tarihi ve hikâyesi olmalı diye düşünüyorum."

Derya Atlas.jpeg
Derya Atlas

 

Derya Atlas buna dair "Kadınlar yok yani. Erkek giden taraf, yapan taraf. Kadın ise edilgen" diyor ve şöyle devam ediyor:

"Tarih alanında çok geç başlayan alanlardan biri kadın ve çocukların tarihi. Biz Onlyherstory’de kadınların günlük tarihini de yazıyoruz. Mesela şiddet. Hikâyelerden anılıyoruz ki, hem fiziksel hem de duygusal şiddet bu topraklarda her zaman var."

Peki, bu hikâyede bazen kendi anadilleriyle yer alan Kürt kadınları. Onların günlük yaşamlarının, sıradan tarihlerinin coğrafyanın diğer taraflarında yaşayan kadınlardan farkları ya da özgünlükleri var mı? Mesut Alp’in bu soruya verdiği yanıta geçmeden önce Kürt coğrafyasından iki tanıdık öyküyle baş başka bırakalım okuyucuyu:

Onlyherstory’de her öykünün başında, öyküsü yayınlanan kadının adının anlamı da açıklanıyor.

O öykülerden biri Xedra’ya ait. 1935 senesinde Mardin’in Ömerli ilçesinde doğan ve adının anlamı ‘yeşillik ve yeşil olan’ anlamına gelen Xedra; küçük yaşta sol gözünü kaybeden bir kadın. Tek fotoğrafını askerlerin çektiği bir kadın Xedra. Engeli onun hep şiddet görmesine, hatta kuma olmasına neden olmuş: "Farklı olduğum için babamdan ve ağabeylerimden çok dayak yedim. Diğer kız kardeşlerimin hepsi erken evlendi, beni ise isteyen olmadı. Bir gün köyden bir kadın, kocasına kuma almak için kapımızı çaldı. Kayınbiraderinden erkek çocuk doğuramadığı için eziyet görüyordu. Kocasının ikinci evlilikte gönlü yoktu, eşini seviyordu ama ilk karısı inat etmişti. Kocasına erkek evlat doğuracak bir kadın bulmalıydı ve paraları "onlara göre eksik" biri olan bana yetiyordu, çünkü bir feri yoktu gözümün. Öyle ya ruhumun iki gözü olduğunu kime nasıl anlatayım? İlk gebeliğimde ikiz erkek doğurdum. Ama yaşı 30 olsa da ruhu gözünü kaybettiği yaşta kalan ben, çocuk bakmasını bile bilmiyordum. İkiz oğlanlarımdan biri, annem nazar olmasın diye onu elbisesinin altından geçirmek isterken burnundan süt fışkırıp boğularak öldü."

xedra-mardin.jpg
Xedra (Mardin)

 

Hayatının sonrası tipik bir Kürt gerçeği. Bölgenin geri bırakılmışlığı, sağlık hizmetlerine ulaşamama, göç ve savaş. Xedra’nın dilinden dinleyelim: "Evlatlarımın çoğunu kızamık denen illet elimden alınca mezarlıklar evimin birer odası oldu. Dört çocuğumu büyütebildim. Kocamın ilk eşiyle hiç anlaşamadık, daha fazla dayanamadı ve evi terk etti. Artık ben tek kalmıştım evde. Evlatlarım tam büyüdü derken 21 yaşındaki fidan boylu oğlumu savaş elimden aldı. Artık ciğerimin de bir parçası "eksikti". Onun ardından eşimi de kaybettim. Ocağımız tütmez olunca İzmir’e göç ettik. 25 senedir oğlumun yanındayım, geçen sene tamamen kör oldum. Ameliyatla gözümü yeniden açtıklarında bana ışık verdiler lakin o bir yıllık "körlük" dönemimde ruhum devri âlemlerde, güzel düşlerde gezdim. Dayak yemeden çocuk oldum. Gördüğünüz bu fotoğrafım askerlerin çektiği mecburi bir fotoğraftır. Herkesin duvara astığı kimliği gibiydi, askerlerin köylü sayımında kullandığı bu fotoğraflar. Duvara asılan ise benim yüreğimin yarısı, fersiz gözüm ve kaybolmuş gençliğimdi de aslında."

Dersim’in Riçik köyünde 1920’de doğan ve adının anlamı ‘zarif’ olan Anik Hanım’ın dilinden öyküsü ise, hem 1938 travmasının, hem Türkiye’de başka bir anadile sahip kadın olmanın hem de Alevi olmanın özgünlüklerini içeriyor: "Ben Anik. 1920’de bir Kürt Alevi’si olarak Dersim’in Riçik köyünde doğdum. Babam ben daha küçükken ölünce annem yeniden evlenmiş. İyi adamdı babalığım. Ömrüm boyunca gözümden yaş eksik olmadı."

anik-dersim.jpg
Anik Hanım

 

Başkasına sevdalıyken sonradan eşi olacak Ali kaçırır Anik’i. Sonrasını ondan dinleyelim yine:

"Evlendirdiler beni Ali’yle. 16 yaşındaydım. Sonraları çok sevdim onu. ‘38 kıyımında köy enstitülerinde kıyım yapılacak diye söylenti çıkınca babası, öğretmen olmasına bir ay kala Ali’yi aldı geldi. Döverdi Ali beni, kayınpederim kurtarırdı elinden. İlk iki evlâdımızı erken kaybettik. Sonra 7 çocuğumuz oldu. 40’larımda dul kalınca, kızım beni Eskişehir’e yanına aldı. Tek kelime Türkçe bilmiyordum. Televizyon izledim, insanları dinledim, öğrendim. Siyaseti çok severdim, haberleri hiç kaçırmazdım. Torunlarımı sevgiyle koynumda büyüttüm. Her gece kitap okuttururdum onlara. Köyümü özlerdim. 2015’te Alzheimer teşhisi koydular. Her şey yavaş yavaş uçup gitti… 2015 idi, ardı ardına kayıplarla kavrulsa da hep sevgiyle yaşayan ben Anik, bir nefes idim geçtim bu dünyadan..."

Bu iki hikâyeye yeniden hayat veren Onlyherstory ekibinden Mesut Alp, Kürt coğrafyasında kadın olmanın özgünlüğüne dair şu cümleleri kuruyor ve aslında kadının kuşatılmışlığının çok da coğrafya farkı gözetmediğini vurguluyor:

 "Kürt coğrafyasında biraz daha yalnız, biraz daha ölüm güzellemesi yapan bir kadın portesi var. Mesela benim abim vurulduğunda annem kanlı gömleğini sakladı ve 25 yıl siyah başörtüsünü çıkarmadı. Annemin beyaz başörtüsü takıp Barış Annesi olması, biraz da politik bir süreç. Annem gibi çok kadın böyle. Bu ölüm güzellemesi ve yalnızlığını bir kenara koyarsak; Nepal’den Güney Afrika'ya, Peru'dan Kanada'ya, yerli kadınlardan Aborjinlere kadar hiçbir kadının hikâyesinin bir ötekinden farklı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü dünyanın dört bir yanında; binlerce yıl önce tecavüz edilmiş bir özgürlük alanı, hapsedilmiş bir özgür düşünce ve periyodik olarak gerek psikolojik gerek fiziksel olarak şiddete uğramış, hafızası elinden alınmış bir kimlik kadın kimliği."

Onlyherstory’de her hafta bir hikâye yayınlanıyor. Editörler, bunu sosyal medyanın tüketime zorlama baskısına karşı bir ilke olarak açıklıyorlar. Duygu Atlas şöyle anlatıyor: "Her hafta bir paylaşım yapıyoruz, çünkü bu bizim sosyal medyayla hesaplaşmamız. Sosyal medyanın dayattığı çok fazla ve agresif paylaşım yapma baskısına karşı çıkıyoruz. Çünkü anlattığımız insan hayatları ve bir tıkla unutulup gitmesini istemiyoruz. Zaten derlediğimiz bütün hikâyeleri, hikâye sahibinin onayı aldıktan sonra yayınlıyoruz."

Peki, neden kadınların isimlerinin anlamı? Buna da iki kardeşin, babaanneleri Sengül’ün öyküsü ilham vermiş: "Benim yüzüm hiç gülmedi, bari kızım gülsün demiş, adımı Sengül koymuş annem. 1935’te Merzifon’da doğmuşum. 1960’ların başıydı İzmir’e göç ettiğimizde. Orada iş çok, dediler. Kocam Fuar’daki Mavi Kelebek gazinosunda şef garsondu. Evden akşamları çıkar, sabaha karşı dönerdi. Gündüzleri uyuduğu için de akşama kadar perdeler kapalı olurdu evde. Ben o gündüz karanlığında yapardım tüm işlerimi. Akşam olup da Cemal işe gidince, açardım kapıları, pencereleri ardına kadar. Gün boyu herkese yarenlik etmiş güneş, bana işte böyle gün yiterken doğardı..."

OnlyHerstory haritasi.jpeg
OnlyHerstory haritasi

Babaannelerinin isim hikâyeleri böyle olunca, her ismin de hikâyesinin peşine düştüklerini söylüyor Duygu Atlas: "Kolektif hafıza da bu zaten. Bunları hiçbir zaman geride bırakmıyoruz. Birçok takipçimiz de yazıyor, herkesin acıları aynı, farklı yerlerde farklı zamanlarda yaşamış olsalar da."

Onlyherstory’de Osmanlı’nın son döneminden ve Cumhuriyet’in ilk yıllarından da kadın yaşamları var. Peki, bu radikal sistem dönüşümü kadınların günlük hayatlarına yansımış mı? Bu sorunun yanıtından önce, yine bir kadın hikâyesi…

Adı "güzellerin şahı, göz alıcı güzellik" anlamına gelen Rana’nın hikâyesi İstanbul Nişantaşı’nda Cumhuriyet’in ilan edildiği yıl başlamış. Gençliğinin kızlık soyadı gibi ışıklar içinde geçtiğini, elektriğin hayal olduğu zamanlarda gramofonun, tangonun olduğu bir evde büyüdüğünü öğreniyoruz cümlelerden. Sonrası ise babasının yaptığı yanlış tercihlerden bütün ailenin yoksullaşması: "Hem ailesini hem de mezbaha müdürünün şoförü olarak sahip olduğu işini kaybetti. Nişantaşı’ndan Halıcıoğlu’na taşındı, Sütlüce’deki mezbahaya işçi olarak girdi. Karanlık bir dönem başladı hayatımda. Analığımızdan peş peşe bir kız, bir erkek kardeşim oldu. Çok geçmeden mahallenin yakışıklı delikanlılarından biriyle evlendim. O da mezbahada işçiydi, gelirimiz kısıtlıydı. Bir oğlumuz oldu. Fakat eşim giyinmeyi, gezmeyi, içkiyi seviyordu. Zaten az olan gelirimiz daha da düşüyordu. Ben de Sütlüce’deki askeri kışlanın çamaşırlarını yıkayarak evimi geçindirmeye karar verdim. Mahalle çeşmesinden su taşır, bahçede çalı çırpı yakıp ısıtırdım suyu. Derken eşimin askerlik zamanı geldi. Tam 4 yıl. Küçük oğlum eteğimde, kızım karnımda. Sivas’tayken doğdu kızım. Ortaokulda öğrendiğim Fransızcayı subay çocuklarına öğreterek, subay eşlerine dikişler dikerek geçimimizi sağlıyordum..."

rana-nisantasi.jpg
Rana

 

Duygu Atlas, Cumhuriyet’ten sonra da kadınların günlük yaşamlarının çok değişmediğini söylüyor: "Baktığımız zaman Cumhuriyet'in çok keskin bir iyiye ya da kötüye doğru bir değişime yol açmadığını görüyoruz. Kadın yine eğitim alamıyor, yine eve kapatılıyor. Zaten tarihte hiçbir şey bize anlatıldığı gibi değil."

Derya Atlas da, kadınların hayatını kuşatan en önemli kavramın derin yoksulluk olduğuna ve bunun değişmezliğine dikkat çekiyor: "O derin yoksulluk kadınların eğitim almalarını da engelliyor, evlenmeye de zorluyor. Ve o yoksullukla savaşma şekilleri işte kadınların nasıl yaşadığını belirliyor. Yani o yoksulluk hayatlarının başrolünde."

Onlyherstory şimdilik yaş almış ya da bu dünyadan göçmüş ‘sıradan’ kadınların hikâyelerine odaklanıyor. Derya Atlas; önümüzdeki zamanlarda 1970’ler ve sonrasında doğan kadın hikâyelerini de ele almaya başlayacaklarını ancak bunun formatı üzerinde düşündüklerini söylüyor. Fakat bundan önce Onlyherstory’deki hikâyeleri bir kitapta toplamak üzere kolları sıvamışlar.

Onlyherstory’e hikâye göndermek içine Onlyherstory’nin Instagram hesabına yazmanız yeterli.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU