Orman yangınları ve sel felaketleriyle sarsılan Türkiye, Afganistan'dan gelen insan akını karşısında ciddi bir gerilim, kaygı ve endişe atmosferi içine girmiş bulunmaktadır.
Suriye savaşından sonra milyonlarca Suriyelinin Türkiye'ye yerleşmesi, toplumun derinliklerinde ciddi rahatsızlıkların oluşmasına neden olmuştur.
Suriyeli mülteciler tecrübesini yaşayan Türkiye, şimdi de Afgan mülteciler olgusuyla karşı karşıya bulunmaktadır. Afrika ülkelerinden de Türkiye'ye ciddi bir insan göçünün olduğunu söyleyebiliriz.
Kamuoyunda tartışılan ve konuşulan en sıcak gündem, Taliban'ın ilerleyişinden kaçan binlerce Afgan insanın İran sınırından Türkiye'ye giriş yapmasıdır.
Suriye ve Afganistan'dan gelen insan göçü, sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik düzeylerde kaygılara ve sorunlara neden olmaktadır.
Sosyal, siyasal ve ekonomik kaygıların ve sorunların konuşulması ve tartışılması önemlidir ve gereklidir. Ülkemize yönelik gerçekleşen çok yönlü insan göçü konusunda çözümlerin bulunması konusunda çaba gösterilmesi büyük önem taşımaktadır.
İnsan göçü sorununu konuşmak, tartışmak ve çözümler bulmak yerine sığınmacı Suriyelileri, Afganlıları, Afrikalıları ve diğer toplum kesimlerini ırkçılığın, linçin, saldırganlığın, şiddetin ve nefretin hedefi haline getirmek, çözüm değil, sorundur.
Irkçılık, nefret ve şiddet, göç dahil hiçbir sorunun çözümü değildir.
Afganistan ve Suriye'den gelen kitlesel insan göçlerinin kaynağı, bu ülkelerde yaşayan halklar değildir.
Yıllardır bu ülkeleri yıkmak ve yağmalamak için çıkartılan savaşlardan, şiddetten ve yıkımdan canlarını kurtarmak için insanlar, ülkemize sığınmakta, Ege ve Akdeniz'in sularında boğulmaktadır.
Suriyelilere ve Afganlılara düşmanlık yapmak yerine, bu ülkelerde çıkartılan savaşlara karşı çıkmak lazımdır. Toplumumuzda savaşa ve şiddete karşı çıkmak konusunda sahici bir duyarlılığın oluşturulması lazımdır.
Suriyelilere veya Afganlara 'defol' demek yerine 'Suriye'de ve Afganistan'da savaşa hayır!' şeklinde sahici bir toplumsal tepkinin ortaya konmasına ihtiyaç duymaktayız.
Suriye'de ve Afganistan'daki savaşlara karşı toplumsal bir tepki konulmadığı için, Suriyelilere ve Afganlara yönelik ırkçı saldırılar ve linç olayları gerçekleşmektedir.
Suriyeli insanlara yönelik Altındağ'da gerçekleşen ve pogrom olarak nitelenmeyi hak eden saldırganlık, kundaklama ve linç olayları, kaygı verici bir gelişmedir.
Bazı Suriyelilerin yaptığı kriminal davranışlar gerekçe gösterilerek bölgede yaşayan bütün Suriyeli insanların ırkçı saldırganlığın ve linçin hedefi haline getirilmesi, toplumumuzda derin kırılmaların, karmaşaların ve karışıklıkların zeminini ve imkanlarını yaratmaktan başka bir işe yaramamaktadır.
Türkiye'yi, Suriyeli ve Afgan insan göçü sorunuyla karşı karşıya getiren ana neden, yıllardır uygulanan politikalardır. Suriye ve Afganistan savaşlarına yanlış hesaplar ve hülyalar uğruna yapılan müdahaleler, ülkemizi Suriyeli ve Afgan insan göçüyle karşı karşıya getirmiştir.
Suriye ve Afganistan politikalarında nerelerde yanlış yaptığımız konusunda kendimizi hesaba çekmeliyiz. Suriyeli ve Afganlı insanlara karşı toplumda ırkçılığı yaymak, toplumsal linç kampanyaları düzenlemek, Suriye ve Afganistan sorunlarında yapmış olduğumuz yanlışları doğru yapmamaktadır.
Yıllardır ülkemize Afrika'dan, Orta Asya'dan, Suriye'den ve Afganistan'dan bir insan göçü gerçekleşmektedir. Her yerden mülteciye sahip olmamıza rağmen, sahip olmadığımız tek şey, bir mülteci politikasının yokluğudur.
Bir mülteci politikamız olmadığı için eğitim, sağlık, ekonomi ve çalışma alanları başta olmak üzere hayatın her alanında sorunlar meydana gelmektedir.
Eğitim sorunlarının katmerlenmesi, sağlık ihtiyaçlarının karşılanmaması ve ekonomik krizin çözülememesinden dolayı oluşturulan toplumsal öfke, Kürtlere, Alevilere Suriyelilere ve Afganlılara yöneltilebilebilmektedir.
Ülkemizin insan haklarına uygun bir şekilde acilen çok boyutlu bir mülteci politikasını oluşturması ve hayata geçirmesi gerekmektedir.
Türkiye'nin Avrupa Birliği ve Amerika'yla ilişkilerini belirleyen ana unsur Suriye ve Afganistan'dan gelen insanlardır. Suriyeliler ve Afganlılar üzerinden Türkiye, Avrupa Birliği ve Amerika arasında pazarlıklar yapılmaktadır.
Afgan ve Suriyeli insanların devletler arasında pazarlık konusu haline getirilmesi, aslında yapılan her şeyin yanlış olmasına neden olmaktadır.
Ülkemize yönelik gerçekleşen insan akını sorununu çözmek için Suriyelileri ve Afganlıları, devletler arası ilişkilerde pazarlık konusu olmaktan çıkarmaya acilen ihtiyaç vardır.
Suriyeli ve Afganlı insanlar, devlet arası ilişkilerde kullanılacak, istismar edilecek ve harcanacak bir kart veya koz değildirler.
Kürtler, Aleviler, Suriyeliler ve Afganlılar başta olmak üzere toplumsal kesimler hedef gösterilerek toplumun birbirine düşman haline getirilmesi, hiç kimseye bir şey kazandırtmamakta ve herkese kaybettirmektedir.
Konya'da bir Kürt aileye karşı yapılan ırkçı şiddet sonucu 7 insan yok oldu. Suriyelilerin ve Afganların ırkçı şiddetin hedefi haline getirilmesi, acı ve gözyaşından başka bir şeyi sonuç vermemektedir.
Irkçılık ve nefret üzerinden güç savaşlarının kazanılacağını sanmak, büyük bir yanılsamadır. Irkçılık, herkesin kaybettiği ve yok olduğu karanlık, kirli ve kanlı bir ideolojidir ve çılgınlıktır.
Irkçılık tuzağına düşmemek ve birbirimize düşman olmayı reddetmek, hepimizin en asli ınsani ve ahlaki sorumluluğudur.
Ülkemizi ırkçılık kuşatmasından kurtarmanın yolu, insan olmak, insan kalmak ve insanlıkta diretmekten geçmektedir.
Irkçılığa karşı insan olmayı ve kalmayı başarabilmek için nefretin, husumetin ve şiddetin hedefi haline getirilen Kürtleri, Alevileri, kadınları, Afganları, Suriyelileri, Afrikalıları, kısacası bütün ötekileştirilenleri sahiden anlamamız, onlarla ilişki kurmamız ve ilgilenmemiz lazımdır.
Yersiz yurtsuz kalmış insanları anlamak için Somalili şair Warsan Shire'in Yurt isimli şiiri bugünlerde hepimize yardımcı olabilir:
kimse terk etmez yurdunu
yurdu bir köpekbalığının ağzı olmadıkça
kimse dönüp sınıra doğru kaçmaz
bütün şehir onlarla birlikte kaçmıyorsa.
komşuların senden hızlı kaçtığında
kan ter içinde, nefesleri tıkalı
birlikte okula gittiğin o genç çocuk
hani şu eski fabrikanın arkasında öptüğün
kendinden bile büyük bir silah taşıyorsa
işte o zaman terk edersin yurdunu
başta yurdun izin vermez kalmana.
kimse yurdundan kaçmaz, peşinden kovalayan olmadıkça
ayaklarının altında ateşler
dalağı patlarcasına
hiç kimse düşünmez bile bunu yapmayı
o keskin bıçak dayanmadan önce
boğazına
hatta o zaman bile marşını söylersin
fısıltıyla da olsa
pasaportunu yırtarsın bir havalimanı tuvaletinde
ağzına attığın her kâğıt parçası hıçkırıklarına karışır
geri dönmeyeceğini ilan ederken.
şunu anlamak zorundasın
kimse çocuğunu bir kayığa bindirmez
su karadan daha güvenli olmadıkça
kimse avuçlarını yakmaz
trenlerin altında
vagonların diplerinde
kimse kamyonların kasasında günler geceler geçirmez
gazete parçalarını yemez
gidilen onca yolun bir anlamı olmadıkça
kimse dikenli tellerin altında sürünmez
kimse dövülmek istemez
acınmak istemez.
kimse mülteci kamplarını yeğlemez
veya çıplak şekilde aranmayı
vücutları acı içindeyken
hapishaneyi de yeğlemez kimse
ama hapishane daha güvenlidir
yanan bir şehirden
gece başında dikilen
tek bir gardiyan daha iyidir
babana benzeyen bir yığın adamdan
hiç kimse kaldıramaz bunu
hiç kimse yediremez kendine
hiç kimsenin derisi o kadar kalın olamaz
bütün o laflar
defolun gidin siyahlar
mülteciler
pis göçmenler
sığınmacılar
ülkemizi yiyip bitirenler
ellerini uzatan o zenciler
garip kokuyor hepsi
vahşiler
kendi ülkelerini batırdılar
şimdi de gelip bizimkini batıracaklar.
nasıl oluyor da bütün o laflara
o kötü bakışlara
katlanabiliyorlar
belki de hiçbir darbe acıtmaz diye
kopan bir kol kadar.
sözcükler yine yumuşak gelir kulağa
on dört adam olmasındansa
bacaklarının arasında.
hakaretleri daha kolay
hazmetmesi
molozlara kıyasla
veya kemiklere
veya parçalanmış
o çocuk bedenine.
yurduma dönmek istiyorum ben
ama yurdum köpekbalığının ağzında
bir namlunun ucunda.
kimse terk etmez yurdunu
o seni sahillere doğru kovalamadıkça
yurdun sana demese
çabuk ol kaç diye
bırak her şeyini ardında
çöllerde sürün
bata çıka git okyanuslarda
boğul
kurtul
aç kal
dilen
gururunu unut
sadece hayatta kal.
kimse terk etmez yurdunu, o yorgun bir ses olmadıkça kulağında
sana fısıldayan
git diye
kaç kurtul benden
ne hale geldim ben de bilmiyorum
ama biliyorum ki
başka neresi olursa olsun
daha güvenli buradan.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish