"Güneyde memleket yanarken… (1)" başlığıyla yayımlanan yazımızın ilk bölümünde Ege ve Akdeniz bölgelerindeki orman yangınlarını ele aldık.
Prof. Dr. Ahmet Muhtar Çakmak ile gerçekleştirdiğimiz röportaja yer verdiğimiz bu ikinci bölümde, meseleyi farklı bir boyutuyla okurun ilgisine sunuyoruz.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Celalettin Can: Ahmet Hocam, bu sonbaharda İskoçya'nın Glasgow kentinde Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı yapılacak. Kasım ayının ilk iki haftasında yapılması planlanan bu konferans aslında iklim değişikliği konferanslarının 26. oluyor. Konferansa yüzlerce devlet başkanının, çok sayıda iş insanının ve diğer ilgililerin katılması bekleniyor.
Konferansa üst düzeyde geniş bir katılım olmasını nasıl açıklamalı,
Ayrıca Konferans Başkanı Alok Sharma'nın verdiği ilk röportajda "Zamanımızın dolduğunu düşünmüyorum ama zamanımızın sona ermesine tehlikeli bir şekilde yaklaştığımızı düşünüyorum. Şimdi harekete geçmezsek ne yazık ki geç kaldığımıza dair çok net uyarılar göreceğiz" biçimindeki çarpıcı açıklamasını nasıl okumalı?..
Prof. Dr. Ahmet Muhtar Çakmak: Ekolojik kriz tehlikesine yönelik ilk uyarılar bundan yaklaşık 60-70 sene önce yapıldı.
Roma Kulübü Raporu 1972'de yayımlandı, yani 49 sene önce. Genellikle bunun ilk uyarı olduğu kabul edilir ama daha önceden de birçok bilim insanı uyarılarını yayımlamıştı.
Roma Kulübü Raporu birçok uzmanın bir araya gelip ulaştıkları sonuçları yayınlaması anlamında ilk sayılmalıdır. Aradan geçen on yıllar boyunca giderek artan sayıda bilimsel çalışma yayımlandı.
Ekolojik tehlike konusunda faaliyet gösteren çok sayıda örgüt kuruldu ve bunlar sürekli raporlar yayınlamaya başladılar. Bunların yanı sıra uluslararası konferanslar da toplanmaya başladı.
- Sharma'nın belirttiği uyarılarına nasıl yaklaşmak gerekir?
Bilim insanlarının uyarılarının doğruluğu doğanın kendisinden gelen uyarılarla doğrulanmaya başladı.
Bunlar küresel ısınma ve bunun neden olduğu büyük yangınlar ve seller gibi artık bildik hale gelen afetlerdi. Ne var ki devletler gereken tedbirleri gereken ölçüde bir türlü almadı.
Sharma'nın da belirttiği gibi gereken tedbirler gereken ölçüde yine alınmazsa bu sefer doğanın uyarısı çok daha büyük olacak ve tabii buna paralel olarak insanların ödeyeceği fatura da çok daha büyük olacak.
- Karbon salınımı ile yangınlar, Küresel ısınma ile yangınlar, Küresel ısınma ile endüstri arasında birbirini olumsuz tetikleyen ilişki çok açık ama bilim insanlarının durumun vahametine işaret eden tespit ve uyarılarına karşın küresel ısınmanın ve yangınların önü alınamayışını nasıl açıklayabiliriz?
Aslında bilim insanlarının durumun vahametini ortaya koymaya çalışan tespit ve uyarıları duyurulmuyor; bununla da kalmıyor üstü örtülüyor ve çarpıtılıyor.
Bunun en güncel örneklerinden biri orman yangınları. Geçen yaz Avustralya aylarca süren muazzam yangınlar yaşadı.
Karbon salınımını hafifletici etkisi olan Amazon ormanları şimdilerde karbon salınımını ağırlaştırmaya başladı.
Bunun da önemli bir nedeni orman yangınları.
Bu yaz Türkiye büyük orman yangınlarına maruz kaldı, hala da sürüyor.
Bunun da sebebi büyük ölçüde küresel ısınma. Hükümetlerin geçmiş yazlardan ders alarak gereken tedbirleri almayışı yüzünden bu yangınlar felakete sebep oldu ama yangınların asıl nedeni küresel ısınma.
Öyleyse küresel ısınmanın sebebi nedir? Bunun en büyük sebebinin endüstri olduğu artık biliniyor.
- Evet, biliniyor… bu durumda çare karbon salınımına sebep olan endüstrilerin hızla ortadan kaldırılması, nasıl olacak ama söz konusu endüstri bir yerde zorunlu olduğuna göre yerine hangi endüstri biçimi konacak… Bundan da önemlisi verili endüstriyi şirketler, uluslararası tekeller vb. yönetiyor. Bu çok çok önemli, hatta en temel bir engel… Bu nasıl aşılacak?..
Evet… Çare karbon salınımına sebep olan endüstrilerin hızla ortadan kaldırılması. Ne var ki bunun ülkelerin rekabet gücünün zayıflaması ve işsizlik gibi sonuçları oluyor.
Kaldı ki endüstriler büyük ölçüde şirketlerden oluşuyor ve bunlar karlarını kaybetmek istemiyorlar.
Bütün bu nedenlerle ancak büyük felaketler ortaya çıktıktan sonra tedbir alınması gündeme gelebiliyor.
- Geliyor mu gerçekten, en azından gereken hızla geliyor mu?
Gerçek şu ki gündeme gelmesi gereken radikal tedbirlerin ivedilikle alınabileceği anlamına gelmiyor. Örnek olarak plastiği verebiliriz.
Okyanuslarda en az Türkiye büyüklüğünde plastik yığınları oluştuktan sonra, plastik atıklarının yok edilmesi için çok büyük süreler gerektiği anlaşıldıktan sonra, plastiğin kanserojen etkileri saptandıktan sonra plastik bir sorun olarak kabul edilmeye başlandı.
Avrupa Birliği tek kullanımlık plastik ürünlerin yasaklanması kararını aldı ama bu hiç yeterli değil.
Dünya çapında büyük bir planla plastik ve plastiğe dayalı üretimin zamanla ama olabildiğince hızla ortadan kaldırılmasının önerilmesi ve kabul görmesi gerekiyor ama henüz bu noktanın hayli uzağındayız.
Karbon salınımının kontrol altına alınması için fosil yakıta dayalı günümüz hayatının kökten değişmesi gerekiyor ama bu yönde de anlamlı adımlar bir türlü atılamıyor.
Bu dünya ölçüsünde muazzam bir örgütlenmeyi zorunlu kılıyor ama bu yönde adım atılamıyor. Dolayısıyla Sharma'nın "Şimdi harekete geçmezsek ne yazık ki geç kaldığımıza dair çok net uyarılar göreceğiz" cümlesindeki "şimdi harekete geçmezsek" kısmı maalesef pek ihtimal dahilinde gözükmüyor.
Glasgow'daki toplantı bence tarihi bir toplantı olacak. Çünkü doğanın giderek korkutucu hale gelen uyarılarından sonra bazı adımlar muhtemelen atılacak ama yukarıda da belirtmeye çalıştığım gibi şirket ve devlet çıkarları yüzünden bu adımlar "harekete geçmek" anlamında olmayacak.
- Bu nokta anlaşıldı hocam. Gerekirse yine döneriz… Ormansızlaşmaya geçelim isterseniz. Ormansızlaşmanın olumsuz sonuçları nelerdir, nasıl aşılabilir… Tarım politikası nasıl olmalı, Barajlara nasıl yaklaşmalı?
Dünyanın başına gelenler yangınlarla sınırlı değil. Ormansızlaşma söz konusu.
Şirketler birçok kişi ve kuruluşa akıttıkları paralarla bunun başlıca nedeninin küçük çiftçiler ve yerli kabileleri olduğunu göstermeye çalışıyorlar ama gerçek bu değil.
Gerçek, ormansızlaşmanın başlıca faillerinin şirketlerin kendileri olduğunu gösteriyor ve bunun uzandığı yerlerden biri, sürpriz (!), Kovid-19 salgını.
Kovid-19 salgınına neden olan SARS-CoV-2 virüsünün nereden çıktığı günümüzün en çok sorulan sorularından biri.
Birçok kişi bunun bir laboratuvar kazası olduğunu veya virüsün kasten laboratuvarda üretilmiş olabileceğini iddia ediyor.
Oysa bunu destekleyen tek bir kanıt bile yok. Öyleyse neden bu iddia ortaya atılıyor, gündemde tutulmaya çalışılıyor?
Çünkü bilim insanlarının büyük çoğunluğu bu virüsün çok büyük bir ihtimalle insanlara hayvanlardan (en büyük aday yarasa) bulaşmış olabileceğini düşünüyor.
Peki ama neden şimdi?
20'nci yüzyılın başından beri virüs salgınlarında artış görülüyor. Bilim insanlarına göre bu virüsler ormanların karmaşık dengesi içinde varlıklarını sürdürüyorlar.
Ne var ki büyük ölçüde aşırı tarım ve şirketlerin hammadde elde etmek için (mesela bildik isimler olarak Palmolive ve Johnson&Johnson) ormanlara girmeleri sonucu (barajların yapımı vb. nedenleri de ekleyebiliriz) ormansızlaşma yoğunlaşıyor ve bu virüslerin bir kısmı dışarı çıkıyor.
Epidemiyologlara göre sırada daha binlerce virüs var. Dolayısıyla asıl nedenler olarak endüstriyel tarım üzerinden şirketlerin kar hırsı ve nüfus artışı beliriyor arka planda.
ABD başkanı Biden 26 Mayıs'ta bir bilim insanları heyetini bu virüsün nereden çıktığını tespit etmekle görevlendirdi ve onlara 90 gün süre verdi. Dolayısıyla bu ayın sonlarına doğru bu tartışma daha da alevlenecek.
- Kısaca nüfus artışına değinsek… Mesela Şirketler neden nüfus artışı ister? Devamla faşizan ideolojiler neden nüfus artışı ister?
Şirketler nüfus artışını isterler, işgücünü ucuzlaştıracak işsizler ordusunun varlığı için.
Faşizan ideolojiler de nüfus artışını ister, saldırganlıklarına zemin hazırlamak için.
- Ya sol?
Solun başlıca hatalarından biri de bence onların da nüfus artışını desteklemiş olmalarıdır.
Kapitalizm ortadan kalkarsa bu dünyanın hepimize yeteceğini düşündükleri için.
Bu doğru olabilir, çünkü tüketim toplumu ortadan kalkarsa gerçekten de bu kadar kaynak yağmalamadan da güzel bir hayat kurabiliriz belki ama bu, günümüzde nüfus artışına ve bunun yarattığı sorunlara kayıtsız kalmak anlamına gelmez.
Sol bu büyük hatayı yapmıştır ve yapmaktadır bence.
- Solun bu konuda üzerinde uzlaşılmış bütünlüklü bir görüşü var mı, en azından ben bilmiyorum. Malthus'un nüfus artışına uçlarda gezinen çözümü eleştirilir ama bu başka bir şey… Hazır solun nüfus konusundaki tutumuna değinmişken onun genel olarak ekolojik kriz konusundaki yaklaşımından da kısaca bahsetseniz…
Solun büyük bir kısmı başlangıçta bunu bir "çevremizi temiz tutalım" meselesi olarak gördü ve küçümsedi.
Daha sonraları işin ciddiyetini biraz kavradı ama yine de konuya hak ettiği önemi vermeyi başaramadı.
Şimdilerde durumu biraz daha anladı ama mesela bir eko-sol teori hala gelişebilmiş veya egemen olabilmiş değil.
- Yine ormanlara geliyoruz.
Tabii ki … Orman yangınları ve ormansızlaşma çok yönlü ve oldukça büyük bir mesele olarak kendisini dayatmış bulunuyor.
Ormanlık alanların ekonomik amaçlarla kullanımının hemen yasaklanması ve küresel ısınmanın önlenmesi iki büyük koşuldur.
Ne var ki Bolsonaro gibiler seçildikçe ve şirketler egemen oldukça ormansızlaşmanın durdurulması mümkün değil.
Bunun kapitalizm var oldukça etkisini sürdüreceği gibi bir sonucu vardır.
Sol bu cümleyi kurar ve noktayı koyar. Burada solun yine doğru bir tespitten hareketle yanlış bir politikaya, daha doğrusu politikasızlığa geçiş yaptığını görüyoruz. Çünkü kapitalizmin sonu yeterince yakın gözükmüyor.
Belki şöyle ifade etmek daha doğru olacak: Ekolojik krizin ekolojik felakete dönüşmesini önlemek için Sharma'nın da ifade ettiği gibi şimdi harekete geçmek gerekiyor ve kapitalizmin şimdi ya da yakında yıkılması gibi bir ihtimali ben göremiyorum.
Kapitalizmi aşma mücadelesi tabii devam etmelidir ama ekolojik krizle mücadele açısından şimdi harekete geçme zorunluluğu karşısında bulunuyoruz.
Benim düşünebildiğim solun küresel ısınmanın (bunun sonuçlarından biri olarak orman yangınlarının) ve virüs salgınlarının failleri olarak devletlerin ve şirketlerin teşhirine şimdi verdiğinden çok daha fazla önem vermesi ve bunların çözümü bağlamında fosil yakıtlara dayalı bir dünyadan bir başkasına geçme konusunda somut politikalar üretme konusuna büyük ağırlık vermesidir.
Mesela bunları layıkıyla yapabilmiş olsaydı önümüzdeki Glasgow konferansında ağırlığı çok daha fazla olabilirdi Ne var ki sol Glasgow sokaklarında gösteriler yapmaktan ötesine yine geçemeyecek.
- Fosil yakıtlara dayalı bir dünyadan bir başka dünyaya geçme konusunda somut politikalar üretme konusuna büyük ağırlık vermesidir, diyorsunuz. Peki, nasıl?
Bu çok önemli ve büyük bir tartışma konusu. İlk başlarda çare olarak rüzgâr ve güneş enerjisi önerildi ama bunlarında sorunlu olduğu görülmeye başlandı.
Güneş enerjisi üretiminin tarım alanlarını azaltma ihtimalinin yüksek olması gibi.
Elektrik enerjisi alternatifi ise fosil yakıt üretiminden kurtulmayı sağlamıyor. Diğer taraftan neoliberal küreselleşme fosil yakıt kullanımını daha da artırdı.
Bunun yerine gelecek farklı bir küreselleşmenin fosil yakıt kullanımını azaltması gibi bir ihtimal henüz tasavvur edilemiyor, muhtemelen de böyle bir şey imkânsız. Dolayısıyla yerele dönme alternatifi öne çıkıyor…
- Bu nasıl olacak, en azından bunun nasıl olacağı tartışılıyor mu?
Sorunları çözebilecek bir alternatif olup olmadığı ana tartışma konularından biri olmalı ama henüz o çapta tartışılmıyor.
Degrowth, eko-sosyalizm vb. kavramların çok daha etraflıca işlenmesi ve tartışılması lazım.
Mesela fosil yakıta dayalı ekonominin ortadan kaldırılmasının işsizlik yaratacağı söyleniyor.
Hem bunu hem de mevcut açlık ve yoksulluğu gidermek için temel gelir ve temel altyapı gibi öneriler geliştirmeye çalışıyorlar.
Bütün bunların ekolojik krizin ortadan kaldırılması ile birlikte nasıl gerçekleşebileceği tartışmaları hala dar çevrelerde yapılıyor.
Çok daha katılımlı tartışmaların yapılması ve alternatif yaklaşımların olabildiğince hızla yapılması gerekiyor ama ben bu konuda ümit verici gelişmeleri henüz göremiyorum.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish