Lübnan'ın çöküşünü kontrol altına almak için kabul edilebilir bedel

Lübnan kaosu, şimdi olduğu gibi devam ederse, patlaması halinde zehrini çevreye yayma tehlikesi taşıyan bir çıbana dönüşebilir

Fotoğraf: Reuters

Birkaç ayda ne değişti de artık Lübnan hükümetinin kurulmasının önündeki engelleri aşmak mümkün oldu?

Bir vicdani uyanış katı kalpleri yumuşatmış, böylece açların ve ilaçtan yoksun hastaların acılarına karşılık vermiş olabilirler mi?

Yoksa korkunç ekonomik çöküş kendisine neden olan güçlerin kitlelerini de mi etkilemeye başladı?

Şahsi kanaatim gerçek cevabın bambaşka bir yerde olduğu.

Lübnan'da, bileşenleri arasındaki her rekabeti önce anlaşmazlığa, sonra çatışmaya ve nihayet yok etme savaşları uçurumuna iten derin, kronik krizle iç içe geçmiş iki boyut bulunuyor.

Bu, şehir devletleri - devletçikler zamanından başlayıp, kontluklar, ardından tımarlar, uluslararası denetim altında kendi kendini yönetmeye dayanan mutasarrıflık adındaki "özel statü", nihayetinde sınırlarını küçük aşiretlerden çok daha büyük uluslararası anlaşmalar (her ne kadar bu anlaşmalar onları sömürmüş, kullanmış ve üzerinden kazanç sağlamış ve hala da öyle yapıyor olsa da) çerçevesinde çizen anlaşmayla bir devlete dönüşene kadar Arap Maşrık bölgesinin bu küçük bölümünün kimliğinin ayrılmaz bir parçası oldu.

Gerçek şu ki, küçük aşiretler kavga, birbirlerine tuzak kurma, hastalıklı fanatizm ve utanmaz nefret uykusundan birdenbire uyanmadılar.

Aynı şekilde, büyük bölgesel ve uluslararası güçlerin kendisiyle yaşamak ve hırsını yönetmek istediği bir "oldubitti" için sadece bir vitrin olacak bir hükümeti kurma görevi verilen kişiler arasındaki üstünlük çekişmesinde de temel bir değişiklik olmadı.

Pratik deneyimler, Lübnan ile ilgilenen uluslararası güçlerin amacının, kendisini hayatta tutma maliyetinin, hayatta kalmasından elde edilecek çıkardan daha yüksek hale geldiği kırılgan bir oluşumun sınırlarının ötesine geçen uzlaşılar inşa etmeye elverişli koşulları düzenlemeye odaklandığını kanıtladı.

Aksi takdirde büyükler arasındaki uzlaşılar tamamlandığında küçük bir arabulucuya ne gerek var?

Yeteneklerinin kendisini terk ettiği, kurumları çöken, borçları biriken ve kültür, bağlılıklar ve ortak çıkarların toprağında kalanların tekeline geçtiği bir vatana ne gibi bir görev verilebilir?

Bunlar ve diğer sorular, düğümlenen hükümet kurma krizi ışığında son aylarda birçok Lübnanlı tarafından soruldu.

Ancak, hükümeti kurmakla görevli Saad Hariri'nin bu görevden çekildiğini deklare etmesinin ardından sahne aniden değişti.

Siyasetin "bodrumları", güvenlik medyasının "mutfakları" ve "şüpheli yönlendirme" bir sızdırmalar, yanlış bilgilendirmeler, aday göstermeler ve imalar kampanyası başlattı.

Sorun sanki başbakanın yetkileri, ekibini seçme hakkı, ödül ve ceza ilkesine göre performansının değerlendirilmesi için kendisine tanınan özgürlük alanından ziyade nitelikli insan eksikliğiymiş gibi başbakanlık için bir aday isimler mezadı başlatıldı.

Amaç ise başbakanlık pozisyonunu üstlenmek isteyen herhangi bir adayı tüketmek, mezhepsel referanslarını küçümsemek, yetkilerini hor görmek için tüm sözde başbakanları kendilerini aday göstermeye teşvik etmek.

Tüm bunlar sırf  başbakanı ülkenin yürütme otoritesini (Hristiyan ve Müslümanları ile) toplu bir şekilde temsil eden hükümetin başkanı olarak gören anayasaya göre hareket etmemek için yapıldı.

Ardından, hükümeti kurması için bir Sünni figür görevlendirildiğinde, tüm ayrıntılı olasılıklara hazırlıklı olmak ve konumlanmak için birkaç taraf arasında taktik oyunlar başladı.

Bu oyunda mezhepsel dayanışmaya duyulan ihtiyacın asgari bir birlik biçimini korumasını sağladığı Şii İkilisi adı verilen blok sessiz bir yaklaşımı seçti.

Çünkü ılımlı, Şii kimliği ve rolü konusunda Arap bakış açısına sahip kanadı, yani Nebih Berri liderliğinde Emel Hareketi, her zaman Sünni ortak, Lübnan'ın kimliği ve Arap çıkarları ile arasında büyük bir çatlağın oluşmamasına önem verdi.

Bu nedenle Emel Hareketi her zaman (ve şimdi de) Hristiyan aşırılıkçılığının en belirgin sembollerinden olan Özgür Yurtsever Hareket'e (Avn akımı) daha az güvendi.

Gerçekten de Berri, Sünni ve Dürzi bileşenlerin en güçlü temsilcileriyle her zaman uzlaşı içinde olmaya önem verdi.

Dahası, İran'a mutlak bir şekilde bağlı olmasına, Tahran'ın bölgenin geleceğine yönelik daha geniş planlarının ve "azınlıklar ittifakının" arkasından sürüklenmesine rağmen Hizbullah bile, kendisini fiili Sünni ve Dürzi liderlere karşı giriştikleri şiddetli savaşta Avncıların yanında olma, ön safta yer alma zorunda hissetmedi.

Bu nedenle Hizbullah, karşılıksız olarak hükümetin başına Sünni takipçilerinden birini aday göstererek şimdiye kadar Sünni sokağı kışkırtmaktan kaçındı.

Şii kalkanın kaybedilmesiyle Avncıların ve liderlerinin - aynı zamanda cumhurbaşkanı- tırmandırma ve muhalefet seçenekleri de azaldı.

Oyun, iki öğeye; haksızlığa uğrama iddiası ve engellemeye dayalı çift içerikli başka bir "senaryoya" evrildi.

Eski başbakanlardan Necip Mikati'nin adaylık hisseleri ve başbakanlığa dönme olasılığı yükselir yükselmez, Avncılar "ABD'nin adayı!" Mikati'yi desteklemeyeceklerini, onun yerine esasen aday olmayan ve geçmişte Hizbullah'ın kendisini veto ettiğini çok iyi bildikleri Nevvaf Selam'ı destekleyeceklerini deklare ettiler.

Gerçek şu ki, Cumhurbaşkanı ekibi ve akımı Mikati'yi istemiyorlar, çünkü birincisi, görevi kabul etmeyi, Hariri'nin maruz kaldığı baskı ve şantaja maruz kalmasının önüne geçecek şartlara bağladı.

İkincisi, Avncıların saldırıları ve Taif Anlaşmasını dinamitleme ısrarlarına karşı Hariri ile dayanışma içinde olduğunu açıklayan eski başbakanlar (Temmam Selam ve Fuad Senyora) topluluğundan olduğu için.

Bunun da ötesinde, Avncılar, tekrar haksızlığa uğradıklarını iddia etmek, erken seçim çağrısında bulunan Lübnan Kuvvetleri Partisine açık bir teklifte bulunarak Hristiyan toplumun sinir uçlarına baskı yapmak istiyorlar.

Kısacası, Hizbullah ile ittifakı olmasaydı kurucusunun cumhurbaşkanlığı makamına ulaşamayacağı Avn akımı, tabanına, amacı cumhurbaşkanlığının, dolayısıyla Hristiyanların konumunu zayıflatmak olan geniş bir Müslüman (Sünni-Şii-Dürzi) ittifakı tarafından hedef alındığını söylemek istiyor.

Yerel oyuncuların hesaplarını anlamaya dönük bu çaba basit, ancak resmin yalnızca bir kısmını gösteriyor.

Sahnedeki değişimi hızlandıran, hükümeti kurma dinamosunu yeniden çalıştıran en önemli unsur, ABD ve Fransa'nın başını çektiği uluslararası uzlaşıdır.

Washington ve Paris, halihazırda daha büyük ve kapsamlı hesaplara göre bölgesel dosyanın ayrıntılarına dalmış bir durumda.

Hesapları şunları kapsıyor; birincisi, Maşrık bölgesinde genişleyen İran için "kabul edilebilir" bir rolün çıtası, bölgenin sınırları ve su yolları boyunca gücünü sergilemesi için kendisine tanınacak alanın boyutu.

İkincisi, İran'ın çıkarlarıyla pek çok noktada kesişen İsrail'in merkezi çıkarı. Bu kesişme artık hiçbir sağduyulu gözlemci için gizli değil.

Üçüncüsü, Erdoğancı görünümüyle Türkiye'nin rolü, kara ve denizdeki emellerinin yanı sıra kültürel, ekonomik ve dini çıkarları.

Dolayısıyla Lübnan kaosu, şimdi olduğu gibi devam ederse, patlaması halinde zehrini çevreye yayma tehlikesi taşıyan bir çıbana dönüşebilir.

Maliyet konusuna dönecek olursak, Lübnan'ın patlamasının ve çökmesinin maliyeti, krizini yönetmenin ve onu en iyi şekilde kontrol altına almanın maliyetinden çok daha pahalı hale geldi.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU