Son günlerde Güney Afrika'da yaşanan üzücü olaylar, tüm dünyayı şoke etti. Şiddet ve yağmalama görüntüleri pek çoğumuza Apartheid rejiminin vandalizmini hatırlattı.
Bu olayların pek çok açıklaması olabilir. Zira pek çok açıdan yorumlamaya açık olduğu için hem siyasi hem de ekonomik nedenler sıralanabilir.
Bunun yanı sıra bunun ırksal, milliyetçi dürtülerle olabileceğini de göz ardı etmemekte fayda vardır ki yayılan görüntülere bakıldığında bu yönde bir yorumun yanlış olmadığı görülebilir. Bu da aslında Güney Afrika için en korkutucu fotoğraf olacaktır.
Güney Afrika Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa olayların patlak vermesi üzerine pazartesi günü ulusa hitaben yaptığı konuşmada, ülkeyi etkisi altına alan şiddetin, siyasi kazanımlar için etnik bölünmelerin körüklendiği geçmişteki dönemleri hatırlattığını ifade etti.
Bu şiddetin Güney Afrikalıları temsil etmediğini de sözlerine ekledi.
Güney Afrika'da daha önce de zenofobik saldırılar olmuştu, hatta en son 2019 yılında göçmen siyahlara karşı bir hareket başlamıştı.
Ancak bu son olaylar daha korkutucu! Marketler, alışveriş merkezleri, petrol istasyonları birkaç gün içinde yağmalanmaya başladı, KwaZulu Natal ve Gauteng eyaletlerinde pek çok bölgeye sıçrayan olaylarda yetmişin üzerinde can kaybı yaşandı, yaklaşık yirmi beş bin asker yağmalamayı durdurmak için ülke çapında konuşlandı.
Olaylar, KwaZulu Natal eyaletinin merkezinde, Durban'da başladı, sonra da Johannesburg'a sıçradı. Zulu yurdu olarak bilinen Natal eyaletinde önceki Cumhurbaşkanı Jacob Zuma'nın hapse girmesiyle beraber başlayan protestolar birdenbire yağmalamaya dönüşüverdi.
Bir yandan şiddet ateşini körükleyenler, adalet davasını ilerlettiklerini de iddia ediyorlar. Yolsuzluktan yargılanan Zuma'nın hapsedilmesini Afrika geleneklerine aykırı bulanlar da var.
Şiddetin ülke ekonomisine verdiği zarar da büyüktür. Zulu kralı Misuzulu Ka Zwelithini insanları sağduyuya davet ederken, yağmalamayı kınayan açıklamalar yaptı.
Özellikle pandemi önlemleri arasında yoksulluğun dip noktasını da bulduğunu söylemek gerek. Yaklaşık on beş milyon kişinin işsiz olduğu, yüzbinlerde insanın evsiz ve teneke evlerde yaşadığı ülkede bu reaksiyonun aslında bir patlamaya dönüşmesi çok da şaşırtıcı olmasa gerek.
Milyonlarca insanın yoksulluk sınırının altında yaşadığı ortamda sosyal adaletin ve moral değerlerin dengede tutulması imkansızdır.
Güney Afrika Cumhuriyeti, gökkuşağı ulusu olmakla övünen bir ülke aslında. Dünyada on bir resmi dili olan, anayasal olarak eşitlikçi, özgür olan ender bir ülkedir.
Basın özgürlüğü konusunda dünyada ilk sıralarda yer alan "gökkuşağı ulusu" bilincini tehlikeye düşüren bu tarz şiddet olayları pek çok soruyu akla getiriyor.
Güney Afrika'nın Apartheid rejiminden kurtulmasından hemen sonra kurduğu Hakikat ve Uzlaşma komisyonlarının tek amacı yaralı ulusların yasını tutmasına yardımcı olmak, barışçıl yollarla demokratik geçişi sağlamaktı.
Durban'da başlayan olaylar, orada yaşayan zengin ve görece daha elit Hintlilerin mallarını hedef alması kaçınılmazdı. Dolayısıyla mesele bir yanıyla zengin-fakir arasındaki uçurumdur aslında.
Şimdilik ırkçı bir nitelemeden kaçınmak gerek, özel sektör bundan en fazla yara alan kesim.
Daha genel bağlamda neo-liberal ekonominin zor durumda olduğunu söyleyebilirim.
Söz konusu Afrika olunca şunu unutmamalıyız: Genelde sömürgecilik, bu bağlamda Apartheid rejimi siyahların demokratik olmamaları üzerine sistemi kurmuştur.
Sınırlı mobilizasyonla siyahları daracık banliyölere hapseden zihniyet, demokratlığı siyahlara hiçbir zaman yakıştırmamıştır.
Bağımsızlık sonrası Afrika'da yürürlüğe giren ilk söylem kıtanın mustarip kılındığı "gelişmişlik" idi, daha sonra bu "Afrika'nın demokratikleşmesi" söylemine dönüştü.
Bu da kuşkusuz sömürgeciliğin, dolayısıyla Batı hegemonyasının Afrika'da uyguladığı "uygarlık misyonunun" devamıdır.
Konuyla ilgili Güney Afrika'da yaşayan Afrika uzmanı Koffi Kouakou ile yaptığım görüşmede Kouakou, Güney Afrika yaşananların korkunç olduğunu, olayların partizanlığın ötesine taşındığını söylüyor.
Olası çözümün de geçici olacağını, kalıcı çözümlerin aranması gerektiğini belirten Kouakou, esas meselenin ülkenin yönetiminde olduğunun altını çiziyor.
Liderlik sorununun iktidar partisi Afrika Ulusal Kongresi'nin esas meselesi olduğunu, bunun da yönetime yansıdığını söyleyen Kouakou, ümitvar olduğunu ancak uzun vadeli çözümün tek partiyle mümkün olmadığını iddia ediyor.
Kouakou, böyle devam ederse on yıl içerisinde Güney Afrika'nın başarısız devlet olabileceğinden de endişe duyduğunu sözlerine ekliyor.
Ramaphosa'nın apartheid rejiminin etnik ayrımcılık politikasını hatırlatması boşuna değildir.
Postkolonyal entelektüel Mahmood Mamdani'nin Güney Afrika'nın 1994 sonrasında demokratikleşmede neden başarısız olduğunu birkaç açıdan irdeler:
Demokrasiye geçiş herhangi bir açıdan gerçekten başarısız olduysa, bu aşiretleşmeden arınma açısındandır. Geçiş süreci, kabile etrafında örgütlenen yerel devleti siyasi bir kimlik olarak yeniden düzenlemeyi başaramadı. Anayasa, Bantustanları [ayrıştırıcı devlet yapılanmaları] siyasi yapılar olarak kaldırmış olsa da, apartheid tarafından oluşturulan örfi hukukunu tasdik etti. Herkes Bantustan dışında mülk sahibi olabilir, ancak hiç kimse onların içinde mülk sahibi olamaz.
Mamdani, Citizen and Subject [Vatandaş ve Tebaa] adlı çalışmasında sömürgeciliğin örfi hukuka ve medeni hukuka dayanan çift-yüzlü bir devlet sistemi yarattığını söyler.
Kitapta, vatandaşların sivil haklara tabi iken, tebaanınsa örfi hukuk çerçevesinde haklara sahip olduğunu vurgulanır. Örfi hukuk yerlilerin yararına gibi görünse de sömürgeciliğin bilinçli olarak geleneksel sistemleri istikrarsızlaştırma ve despotikleştirme projesidir, Mamdani'ye göre.
Pek çok Afrika ulusunun da yine on dokuzuncu yüzyılda sömürgecilik tarafından inşa edildiği düşünüldüğünde bugün Zulu ulusundan yayılan kıvılcım bir nebze anlaşılabilir.
Güney Afrika'daki son olaylar hem siyasi hem de ekonomik rahatsızlığın gün yüzüne çıkmasıdır.
Apartheid rejiminin ayrıştırmacı politikası görünürde olmasa da Mamdani'nin vurguladığı temel gerçekle yüzleşmek gerekmektedir.
Şüphesiz Güney Afrika Cumhuriyeti için Post-Apartheid demokratikleşme projesi tamamlanmamış bir idealdir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish