İnsan olarak yaşamımızı pek çok ikili yönetiyor; barış ve savaş, gelişme ve gerileme, sağgörülü ve başarısız yönetim, gelişmiş ve geri kalmış ülkeler, insan hakları ve ihlalleri ve genel olarak insani deneyimlerimizin ortaya koyduğu diğer sınırsız ikililer.
Uluslararası ilişkiler alanına kendisini dayatacak gibi görünen bu ikiliklerin sonuncusu, var olma hakkı ile kalkınma gerekçeleri arasındaki ikilem.
Bu ikilik, geçtiğimiz perşembe günü yapılan ve üye devletlerin yanı sıra Etiyopya barajı ile ilgili 3 ülkenin, Mısır, Sudan ve Etiyopya'nın katılımlarına tanık olan Güvenlik Konseyi toplantısına kendisini dayattı.
Katılımcıların konuşmalarında ilgili ülkeler arasında Afrika himayesinde bir anlaşmaya varılması için müzakereleri teşvik etmenin ötesine geçen birçok husus açıklığa kavuştu.
Güvenlik Konseyi'nin daimi ve geçici üyelerinin tüm konuşmalarının metinsel analizi, her bir tarafça kullanılan terimler, örnekler ve imalar bir yana, ilgili taraflar arasındaki mutabakatla çözülebilecek teknik meselelerin Konsey'in görevi dışında olduğu konusunda örtülü bir uzlaşı olduğunu gösteriyor.
Bu uzlaşı, Konsey'in görevinin bir bütün olarak uluslararası sistem, onun güvenliği ve istikrarı ile ilgili önemli meselelerle ilgili olduğuna dair yine örtülü bir kanaatten hareket ediyor.
Kalkınma amaçlı bir baraj yapımı, dünyanın veya onun hayati bölgelerinden birinin güvenliği ile ilgisi olmayan teknik bir konu olduğu için de, saygıdeğer Konsey'in uluslararası barış ve güvenliğe tehdit oluşturmayan bir yan teknik mesele için kendisini yorması ve çaba harcaması kabul edilemez.
Afrikalı temsilcilerden biri bu inancı çok net bir şekilde ifade etti. Öte yandan, baraj ve etkileri konusuyla ilgili üç tarafın fikri yaklaşımları ve önermeleri iki ana eğilim içeriyordu; bunların ilki Mısır ve Sudan'ın eğilimi.
Söz konusu eğilime göre sorun, barajın yapımı ve sahiplerine sağlaması beklenen kalkınma değil, Etiyopya'nın barajın yönetimindeki tek taraflı davranışları ve bunlara damga vuran aşırı şeffafsızlık, Nil sularını tamamen kontrol etmeye yönelik şüpheye yer bırakmayan eğilimidir.
Oysa Nil, adil kullanım, taraflardan birine ciddi zarar vermemek, taraflardan birinin atmayı düşündüğü adımları önceden bildirmek suretiyle yönetiminde ortak hareket etmekle ilgili istikrarlı uluslararası anlaşma, pakt ve normlar tarafından yönetilen sınır aşan uluslararası nehirlerdendir.
Aynı bağlamda, Mısır ve Sudan temsilcileri konuşmalarında, aşağı kıyı ülkelerinin varoluşsal risklere maruz kalacağı ve her iki ülkede de yaşam tarzı üzerinde ciddi yansımaların meydana geleceğinin altını çizdiler.
Ekili alanların gerilemesi ile milyonlarca Mısır ve Sudan vatandaşının susuz kalmasına neden olmak da bu risklerin arasında yer alıyor ve bu da, iki ülkede bir bütün olarak bölgede yankı bulabilecek ciddi güvenlik ve sosyal sorunlara sebebiyet verebilir.
Varoluşsal tehlike kavramının diğer yüzü birbirini tamamlayan iki husus içeriyor; ilki, varoluşsal tehlikeye maruz kalan tarafın, BM Sözleşmesi ve uluslararası hukuka uygun olarak kendisini savunma hakkına sahip olduğudur.
İkincisi, proaktif toplu eylem talebidir. Bunun gibi çok düzeyli tehlikeler uyarısında bulunan durumlarda Güvenlik Konseyi'nin görevi, proaktif bir şekilde harekete geçmek, durumun kötüleşmesinin önüne geçmek, risklerin nedenlerini kontrol altına almaya yardımcı olmak ve böylece hem uluslararası hem de bölgesel barış ve güvenliği korumaktır.
Etiyopya'nın konuşması, varoluşsal tehlike kavramına ve ciddi yansımalarına tamamen zıt olan ikinci eğilimi temsil etti.
Konuyu elektrik açığından muzdarip bir halkın kalkınma hakkı ile ilgili varsayarak, bu halkın kaynaklarından kısıtlama olmaksızın yararlanma hakkına sahip olduğunu, bir veya birkaç ülkenin öz kalkınmasıyla ilgili tüm sorunların Güvenlik Konseyi'nin göreviyle hiçbir ilgisi olmadığını ifade etti.
Güvenlik Konseyi'nin bilmediği ve hakkında fazla bilgi sahibi olmadığı konularda gücünü tüketmemesi gerektiğini, buna karışması halinde kendisini benzer bir sorunlar seli ile karşı karşıya bırakacağını kaydetti.
Önemli sayıda konsey üyesinin bu sorunlarla ilgili farklı çıkarları olabileceğini ve Etiyopya barajı meselesine yapılan müdahaleden daha sonra zarar görebileceklerini hatırlattı.
Etiyopya'nın aşağı kıyı ülkeleriyle ilgili yukarıda yer verdiğimiz önermesi, sorunu müzakerelerle çözülebilecek tamamen teknik konularla sınırladı.
Aşağı kıyı ülkelerini yalnızca Afrika'nın himayesinde yürütülmesi gereken bu müzakerelerde ciddi olmamakla itham etti.
Mısır, Sudan, daha sonra Etiyopya'nın yaptığı bu üç konuşma, Güvenlik Konseyi'nin üstlenmesi gereken rol karşısında benzersiz bir ikilik oluşturuyor.
Bahsi geçen rol de kalkınma talep eden ancak başkalarına kesin zarar veren bir hak ile varlığının korunmasını, belirli ve uzun vadeli zararların büyük ölçüde sınırlanmasını talep eden hak arasındaki çatışmayı çözmek.
Konsey üyelerinin bazılarının coğrafi olarak komşu ülkelerle benzer sorunlar sebebiyle çatışması ya da üyelerin iki mansap ülkenin başına gelecek fiziksel insani zararları takdir edememeleri, Etiyopya veya iki mansap ülkesi ile olan ilişkilerine özgü stratejik ve ekonomik nedenler, proaktif eylem arzusunun olmaması ve daha sonra kriz yaşandığında eyleme geçmenin tercih edilmesi, tüm bunların Güvenlik Konseyi'ni BM Sözleşmesinde belirlenen rolünü oynamaktan geri kalan bir uluslararası organ yaptığı aşikar.
Bahsi geçen rol, bilhassa uluslararası sistemin en tepesinde yer alan en büyük uluslararası güçleri içeren bir konsey olduğundan, çatışmaların önlenmesine ve bunların etkili bir şekilde çözülmesine katkıda bulunmakla ilintilidir.
Etiyopya Barajı'nın Etiyopyalıların arzu ettiği bir kalkınma boyutuna sahip olduğunu kimse inkar etmiyor, ancak yönetimi ve işletilmesiyle ilgili teknik sorunlar da içeriyor.
Üç ülkenin, bunları verimli bir şekilde çözebilecek uzmanları var. Ancak bunun koşulu, özellikle Addis Ababa'da, üç tarafı tatmin edecek adil anlaşmalara varmak için bir siyasi irade bulunması, bundan önce de Etiyopya'nın Nil Nehri üzerindeki tam egemenlik yaklaşımından vazgeçmesi, tek bir kader gibi 3 ülkeye ait bir nehir olduğunu kabul etmesi.
Etiyopya ayrıca nehir üzerinde tam egemenlik kavramına göre barajın, yaratılışın başlangıcından bu yana hem ataları hem de kendileri bu nehrin suyu ile yaşayan, bir tarafın kalkınması karşılığında yaşama, var olma ve hayatta kalma haklarından vazgeçmeleri imkansız 150 milyondan fazla insan için insani ve varoluşsal sorunlar içerdiğini de kabul etmeli.
BM Güvenlik Konseyi üyelerinin konuşmalarında dikkat çekici olan, yalnızca Konsey'in olası bir çatışmayı önlemeye yönelik görevini yerine getirmekten uzak durmaları değil, aynı zamanda farklı derecelerde de olsa Etiyopya'nın önermesinin tarafını tutmalarıydı.
Dahası, su kaynakları üzerinde mutlak egemenlik kavramının yayılması ile başkaları için de yol açacağı varoluşsal riskler arasındaki ilişkiyi görmezden gelmeleriydi.
Oysa bu durumda, varoluşsal risklerle karşı karşıya olanlar şiddetli çatışmalara girmekten başka kaçış yolu bulamayabilirler ve bu da, coğrafi olarak ne kadar uzakta olursa olsunlar dünyanın farklı bölgelerini etkileyecek zararlarla sonuçlanacaktır.
Son 30 yılda, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra uluslararası sistemde meydana gelen değişikliklerle uyumlu olarak BM Güvenlik Konseyi'nde reform yapılması gerektiğine ilişkin talepler gündeme geldi.
Güvenlik Konseyi'nin bölgesel çatışmaları önleme rolündeki gerilemenin birçok nedenini akıllıca ele alan fikirler geliştirildi.
Görünen o ki, Konsey ve özellikle 5 daimi güç, ortaya çıkan ve geleneksel olmayan çatışma nedenleriyle olgun etkileşimlerini ve mekanizmalarını geliştirmek yerine, rolünü yerine getirmeye dahi tenezzül etmiyor. Bu da, kendisine başvurmayı gereksiz ve değersiz kılıyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu
© The Independentturkish