Yurt dışına kaçan bir çete liderinin kaydetmeye başladığı videolar üzerinden bir süredir fırtınalar kopuyor.
Bu kişinin söyledikleri belli bir kesim tarafından ciddiyetle takip edilirken özellikle hükümet, bir mafya liderinin itirafları üzerinden gündemin belirlenmesine karşı çıkıyor.
S.P isimli şahsın; iş dünyası, medya ve politikaya kadar geniş bir kulvarda insanlar üzerinde etkili olması ve bu ilişkileri ortaya saçması kamuoyunun büyük kesiminde yoğun şekilde tartışılıyor.
Firari mafya liderinin itirafları kadar kullandığı retorik de son derece ilginç bir ayrıntı olarak karşımıza çıkıyor. Defaten devletin bekası için mücadele ettiğini ve bayrağın kendisi için ne kadar kutsal olduğu gibi söylemleri kullanması hiç de tesadüf değil.
Nitekim yakın zamanda tahliye edilen ve Kuzey Kıbrıs'a gittiği iddia edilen bir başka mafya lideri mektup şeklinde attığı sosyal medya postunda 'Devletin bekası' meselesi üzerinde ciddiyetle durmakta.
Bunun en önemli nedeni kriminalize olmuş kişilerin malum hayatı kendilerinin seçmediği mesajını karşısındaki muhataba iletme gayretleridir.
Onlara göre bu ateşten gömleği devletin bekası için giyiyorlar. Devlet için vuruyor ve vuruşuyorlar.
Tarihte de devletin bekası için çetecilerin; suikastlar yapması, siyasetçilerle iç içe girmesi ve belli bir kesim için kahramana dönüşmesi bize İttihat ve Terakki'nin mirasıdır. Rumeli Dağlarında isyancı kovalarken uygulanan taktikler Enver Paşa tarafından ovaya indirilmiştir.
Enver Paşa'nın fedaileri etrafında devletin istihbaratını kullanan çeteciler; mebuslar ve gazetecilere suikastlar düzenlemiş, özellikle gayrimüslimlerin mallarını yasadışı yollarla gasp etmişti.
Hatta bu çeteciler, eskisi kadar itibarlı ve güçlü olmadıklarını düşündükleri için müsebbibi olarak gördükleri Mustafa Kemal'i de öldürmeye teşebbüs etmişlerdi.
Devlet bakası için başlayan suikastlar
1908 hürriyetine giden yolda, şehir ortasında gerçekleşen ilk suikast, Sultan Abdülhamid'in talimatıyla Selanik'e gelen Ferik Şemsi Paşa'ya karşı işlendi.
Bu cinayetin İstanbul hükümeti üzerinde yarattığı şok dalgası İttihatçıları bir hayli memnun etti. Ferik Paşa'yı öldüren İttihatçılar, yerine gönderilen Münir Osman Paşa'yı da kaçırdı.
Devlet geleneğinde kimsenin alışık olmadığı bu yeni taktikler Enver Paşa ve fedailerini genç İttihatçıların gözünde bir kahramana dönüştürürken İstanbul hükümetini de korkutmayı başaracaktı.
Lakin Enver Paşa ve fedailerini asıl popüler kılacak hadise Bab-ı Ali Baskını olacaktı. Asker ve sivil bu kimseler gündüz ortası silaha davranacaktı.
Enver Paşa, devletin bekası söylemiyle giriştiği elim hadiseyi bir mektubunda şöyle aktaracaktı;
Perşembe, sabahın 7'si Sevgili dostum, bugün ne olacağını bilmiyorum. Dün hükümetin Saray'da topladığı meclis, 60 memur ve âyan üyesi oybirliğiyle bir karar aldılar (büyük bir bölümünün itirazlarına rağmen): harbten kaçınmak. Böylece kendi tedbirlerimi almaktan başka yapacak şeyim yok, yâni hükümeti düşürmek ve fikrimi yeni bir hükümete kabul ettirmek.
Her şey şimdiden hazır. Eğer bu, memleketimi kurtaracaksa mutlu olurum, ölürsem vazifemi yapmış kabul ederim kendimi. Allah'a dua ediyorum, eğer projem Türkiye'ye mutluluk getirmezse, beni öldürmesi için dua ediyorum. Allah sizi korusun, ata binmem lâzım, beni bekliyorlar...
Bu baskında Harbiye Nazırı Nazım Paşa, Enver Paşa'nın fedaisi Yakup Cemil'in tabancasından çıkan kurşunlarla hükümet binasında acımasızca katledilmişti.
Siyaset mekanizmasına etkili olmaya başlayan bu kimseler iddialara göre Talat Paşa'yı tehdit yoluyla Enver Paşa'yı Harbiye Nazırı yapmayı da başaracaktı.
Sembolleşen fedailer
İttihat ve Terakki'nin legal bir parti olarak Meclis-i Mebusan'da yerini almasından sonra özellikle payitaht İstanbul'da silahlı çeteciler siyaset mekanizmasında önemli bir rol oynamaya başladı.
Bu isimler içerisinde Yakup Cemil, Kuşçubaşı Eşref, Süleyman Askeri, Binbaşı Eyüp Sabri, Kolağası Resneli Niyazi, Albay Selahaddin, Cafer Tayyar, Sapancalı Hakkı, Mülazım Atıf, Mustafa Necib, Yenibahçeli kardeşler Şükrü ve Nail gibi isimler giderek sembolleşen kişilerdi.
Politikada Enver Paşa'dan meşruiyetini sağlayan bu isimler birçok suikastın perde arkasında önemli görevler üstlenmişti.
Çeteciler medyayı dizayn ediyor
Fedai Subayları Teşkilatı veya 99. Bölük gibi çeşitli isimler verilen mafya, kısa süre içerisinde Türk siyasetini derinden etkilemeye başladı.
Milli bir burjuva iddiasıyla politik anlamda tehlikeli görülen bilhassa gayrimüslimlerin mallarına çökülüyor, İttihatçılar aleyhine kararlar alması muhtemel memurlar tasfiye ediliyor, muhalif politikacı ve gazeteciler suikastlar yoluyla ortadan kaldırılıyordu.
Bu sayısız suikastın içerisindeki en trajik örneklerden birisi gazeteci Zeki Bey suikastıdır.
Zeki Bey, Galatasaray Lisesi'nde okumuş, zeki ve son derece vatanperver bir gazeteciydi. Bir gazeteci olarak İttihatçıların yaptığı yolsuzlukları ve yanlış uygulamaları ortaya çıkartması sonunu hazırladı.
Ekonomiden sorumlu İttihatçı Nazır Cavit Bey'in yolsuzluklarını satırlarına taşımaktan çekinmeyen Zeki Bey, evine döndüğü sırada Çerkes Ahmet ve Mustafa Nazım isimli tetikçiler tarafından arkadan vurularak katledildi.
Konjonktüre göre fazla cesur ve namuslu olan Zeki Bey bunun bedelini hayatıyla ödemişti. Yakalanan tetikçiler bu cinayeti vatan ve devletin bekası için işlediklerini söylüyordu.
Politikacı çeteciyi yönetemez
İttihat ve Terakki ile mafyanın siyaseti dizayn etme geleneği tarihsel süreç içerisinde önemli bir hususu ispat etmiştir; politikacılar mafyayı tam anlamıyla kontrol edemez.
Mafya, fedai ya da çeteci ismi ne olursa olsun; illegal yapılar asla tam anlamıyla kontrol edilebilir yapılar değildir. Bu kişiler günün sonunda mutlaka işbirliği yaptıkları politikacılar ile karşı karşıya gelir.
Bunun en mücessem örneği Yakup Cemil'di.
Enver Paşa'nın en kirli işlerini gören Yakup Cemil, tüm yaptıklarına rağmen aşkla bağlı olduğu kişinin ona hak ettiği karşılığı vermemesi üzerine düşman kesilmişti.
İddiaya göre orduda önemli bir mevkii bekleyen Yakup Cemil'e sivil paşalık gibi ne olduğu belli olmayan bir rütbe verilmiş ve İstanbul'dan uzaklaştırılmıştı.
Bir şekilde İstanbul'a dönen Yakup Cemil, Enver Paşa ile istediği gibi görüşemeyince onu yok etmeye karar verecekti.
İlyas Kara "Fedai: Cepheden Sehpaya Yakup Cemil" isimli eserinde şöyle nakleder;
Enver Paşa'nın işi o sırada zaten başından aşkındı, Yakup Cemil ile uzun uzadıya uğraşıp ona durumu açıklamak çok zordu. En iyisi Yakup Cemil'i baştan savmaktı, eski arkadaşına dedi ki; -Özel kalem müdürü Şevket Bey'i gör, kendisine durumu anlat. Seni bir yerlere tayin eder.
İzzet-i nefsi kırılan Yakup Cemil, kendisini olduğundan çok daha büyük bir kişi olarak görme sanrısına kapıldı. Devletin savaştan çekilmesi ve Mustafa Kemal'in Enver Paşa'nın yerine Harbiye Nazırı yapılması gibi teşebbüse girişti.
Yakup Cemil'e göre devletin bekası tehlikedeydi ve Savaş Bakanı Enver Paşa, o makamda oturarak bu tehlikeyi büyütüyordu.
İttihatçıların siyaset mekanizmasına kazandırdığı yalnızca mafya ve çeteciler değildi, bu kişiler kontrol edilemez olduğunda onları tasfiye edecek 'Derin' (!) siyasetçiler de vardı. Bu tiplerin başında İaşe Nazırı Kara Kemal geliyordu.
Kara Kemal, ismini ve etkisini herkesin bildiği ama kolay kolay göze batmayan bir politik kişilikti. Talat Paşa'nın gölgesi gibi hareket ederdi ve bir şekilde tüm düğümler onda çözülürdü.
İstanbul siyasetinde hangi taş kaldırılsa altından Kara Kemal çıkardı; ama bir şekilde gölgede gizlenmeyi başarırdı.
Yakup Cemil gibi artık sistem için tehdide dönüşmüş bir kişinin yok edilmesi görevi İttihat ve Terakki'nin 'derin' Nazırı Kara Kemal'e verildi.
Kara Kemal, kısa sürede Yakup Cemil'in tutuklanarak idam edilmesini sağlayacaktı.
Son sözü Atilla İlhan şöyle söylüyor;
sonra boğaz'ın pusu
fecrin en dokunaklı anları
ezanlar dağılıyor eski istanbul'dan
beylerbeyi sarayı'nın
sabah mahmurluğuna
şeker ahmet paşa'nın
kayıp bir tablosundan
eflatun ve mor
martılar uçurulmuş
bir yağmur loşluğuna
kimse kimseyi anlamıyor
yâkup cemil bey çoktan teşkilât-ı mahsusa'dan kovulmuş
idam mangasının kurşunları yağıyor
göğsündeki 'liyâkat nişanı'na yani epeyce zindan(Atilla İlhan, "Sonra O Güller")
Kara Kemal'in sonunu getirecek kişiler de yine İttihatçıların kontrol edilemeyen çetecileri olacaktı. Cumhuriyet kurulduktan sonra devlet mekanizmasında istedikleri gibi at koşturamayan bu kişiler Atatürk'ü öldürmeye karar verdi.
Tarihe 'İzmir Suikastı' olarak geçen bu hadise Kara Kemal'in de sonunu hazırladı. Bu teşebbüsten sonra firar eden Kara Kemal, saklandığı yerde intihar edecekti.
Kemal Tahir, Kurt Kanunu isimli romanında Kara Kemal'in akıbetini şu sözlerle anlatacaktı;
Tarihin örneğini yazmadığı kurtlar boğuşmasına girip yenik düştük. Kurtlukta düşeni yemek kanundur.
İttihat ve Terakki Cemiyeti, Enver Paşa'nın eliyle ve eşine az rastlanır bir siyasi mühendislikle mafyayı Türk siyasetinin bir gerçeği haline getirdi.
Bu tetikçiler; medya, siyaset ve iş dünyasını dizayn etmek üzere acımasızca kullanıldı. Bu kirli işleri yapan kişiler belli bir kesimin kahramanı ve idolü haline getirildi.
Bellerinde tabanca ile gündüz vakti sokak ortasında namuslu gazeteci ve iş insanlarını öldürmekten çekinmeyen bu kimselerin en önemli savunması devletin bekasıydı.
Onlardan geriye kalan bu miras ve retorik hala canlılığını koruyor. Birçok namuslu gazeteci ve iş insanını öldüren kimseler bugün hala ateşten bir gömlek giydiğini ve devletin bekası için savaştığını iddia ediyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish