Geçtiğimiz hafta bu yazıya başladığım sırada, Nikaragua'daki Daniel Ortega yönetimi, Dora Maria Tellez ve Hugo Torres'i gözaltına aldı.
2006'dan bu yana iktidarda olan Ortega, önceki yıllarda sermaye ve kiliseyle ittifaklar kurarak işleri yürütüyordu.
2018'deki protestolardan sonra bu pakt çatlayınca ardından sert bir rejim inşa etti. Şimdi seçimler yaklaşırken de rakiplerinin hemen hepsini hapsetmeye yöneldi.
Fakat Dora ile Hugo, Ortega'nın hapsettiği diğer rakiplerinden farklıydı. Çünkü her ikisi de Sandinist Devrim'in önemli komutanlarındandı.
Sandinist Ordu'nun 2. Cephe Komutanı olan Dora, savaşın belini kıran olay olarak tarihe geçen "Ulusal Saray"ı ele geçiren 25 gerilladan biriydi.
Hugo ise; hem Ulusal Saray'ın ele geçirilmesine katılan komutanlardan biri idi hem de 1974'de Daniel Ortega'nın hapisten kurtarılması için gerçekleştirilen eylemin komutanıydı.
Yani Daniel Ortega, özgürlüğünü ve belki de bugüne gelmesini borçlu olduğu eski yoldaşını hapsetmişti.
Hugo Torres gözaltına alınmadan önce yayımladığı kayıtta "73 yaşımdayım, bu yaşımda halen diktatörlüğe karşı mücadele edeceğim aklıma gelmezdi..." dedi.
Sandinist Devrim'in en önemli generallerinden biri olan Hugo Torres'in bahsettiği "diktatörlük" düşman tarafından yaratılmamıştı. Bizzat devrimi yapanların ihanetinin sonucuydu.
El Salvador'lu devrimci şair Roque Dalton da benzer bir ihanete uğradı. Fakat o Hugo Torres kadar şanslı değildi; 73 yaşını göremedi.
Latin Amerika'nın bu en üretken, en genç, en sıra dışı şairi 1975'te arkadaşları tarafından öldürüldü.
Onu nasıl tanımlamak daha doğru olurdu bilmiyorum:
Gerilla tarafından öldürülen şair mi, şiir yüzünden öldürülen gerilla mı?
Yoksa onu tarihin son şair gerillası mı ilan etmeliyiz?
Belki de şöyle demeliyim: Şairin de devrimcinin de gerçekliği yanılgısında yatar.
Yoksa bu biçimde öldürüleceğini bilseydi yine "İnsanın dünyasında kalmış tek saf örgütlenme gerilladır" dizelerini yazar mıydı?
Bu onun bize anlatmak istediğine bağlı. Belki de yazardı. Çünkü o da aşağı yukarı Che gibi Sovyetik bürokrasiden kaçıp ormana sığınmıştı.
O, Mayaların kutsal kuşu Quetzal'dı. Kendi topraklarında özgürce kanatlanmak istiyordu. Onu kendi kutsal topraklarında, Quezaltepeque ormanlarında öldürdüler.
Şöyle bir düşünün: Bu kuşu görüp aşık olacaksınız. Ama öyle saf bir aşk değil; yoksula övgü, anaya hasret, idam sehpası, ağıt falan yakmayacaksınız.
Politik bir adamın yazabileceği en sıra dışı şiirleri yazacaksınız ve bunu en başta da arkadaş, dost, yoldaş "compañeros"un kafası almayacak.
İnsan en çok anlamadığı şeyden korkar. Çoğu kişi korkuyla yüzleşmektense onu toprağın altına gömmeyi tercih eder.
Dalton, bir parçası olduğu ERP liderliği tarafından bir ay boyunca hapsedildi.
Onu önce CIA'nın sonra Fidel Castro'nun ajanı olmakla suçladılar.
Şairin büyük suçu ise; ayaklanmadan önce bir kitle cephesi oluşturmak, yani hoşnutsuz olanları örgütlemek gerektiğindeki ısrardı.
Gerçekte büyük şairi kıskanıyorlardı. Onun ardından günahkar, saygısız, içkici ve hovarda olduğuna dair dedikodular yapıyorlardı.
Diğer yandan "proleter ahlak" söz konusu olduğunda, Stalinist, Maoist ve Aydınlık Yol gibi yapıların, Opus Dei'den bir farkı yoktu.
Dalton'un ise hiçbir zaman bu tür bir ahlaka biat etmek gibi bir derdi olmadı.
"Hayır, her zaman bu kadar çirkin değildim" şiirinde yediği dayaklar yüzünden yüzün bozulduğunu anlatırken, şöyle yazar:
Diğer sebep bir şişe romdu/ Maria Elena'nın kocasının bana attığı/ Aslında kötü bir niyetim yoktu.
Bir başka defasında Komünist Parti kongresi için davetli olduğu Prag'daydı.
Dört kişinin saldırısına uğrayıp hastanelik olduğunda "Yoldaş Sobolev sormaya geldi bana/ Herhangi bir hanımefendinin kıçına dokunmuş olabilir miydim acaba?.. (No, no siempre fui tan feo)"
Roque Dalton, 10 Mayıs 1975 gecesi kapatıldığı orman kulübesinde uyuduğu sırada, Devrimci Halk Ordusu (ERP) Askeri Komisyonu'nun dört üyesinin kararıyla kafasından vuruldu.
Eduardo Galeano'nun dediği gibi:
Derin ve şakacı bir şair olan Roque, kendisini ciddiye almak yerine alay etmeyi tercih etti. Böylece kendini ve Latin Amerika siyasi şiirini fazlasıyla etkileyen gösterişten, ciddiyetten ve diğer hastalıklardan kurtardı. Ama arkadaşlarından kurtulamadı.
Cesedi gömülmedi bile. İnfazın gerçekleştiği kulübede bıraktılar cesedi. Roque Dalton'un bedeni vahşi hayvanlarca tüketildi.
Fakat Roque Dalton cinayeti, onu işleyenlerin peşini hiçbir zaman bırakmadı. O ihanet ve suçluluk duygusu altında hep ezildiler.
"Sonsuza dek ihanet körüklerini ihanet şüphesiyle şişirerek suçluluk duygusuyla kalacaksınız (Bosquejo de adiós)" dizelerini bir lanet gibi onların boyunlarına asmıştı.
İnfazına, ERP yöneticileri Alejandro Rivas, Vladimir Rogel, Jorge Meléndez, Joaquín Villalobos tarafından karar verilmişti ve Roque Dalton'un katillerinin hiçbiri kahramanca bir sona layık olmadı.
ERP'in üst düzey komutanı Alejandro Rivas, 1976'da, bir işadamının kaçırılmasından elde edilen örgüte ait iki milyon doları alarak ülkeden kaçtı. Öldürülmemek için estetik ameliyat yaptırdı ve kimlik değiştirdi.
İnfaz etmeden önceki bir aylık "gözaltı" sırasında şaire işkence eden, entelektüelleri küçümsemek ve aşağılamakla övünen Vladimir Rogel, daha sonra, Dalton'un ölümüyle hiçbir ilgisi olmayan nedenlerle örgüt tarafından infaz edildi.
Jorge Meléndez, Sosyal Demokrat Parti'ye katıldı. 2009'da başkan olan ve şu an hakkındaki yolsuzluk cezası sebebiyle kaçtığı Nikaragua'da barınan, Mauricio Funes Hükümeti'nin sivil koruma direktörü oldu.
Ocak 1992'de, Meksika'da El Salvador Hükümeti ile FMLN arasında imzalanan barış anlaşmalarının ardından eski komutan Joaquín Villalobos, "uluslararası çatışmaların çözümü için" ABD ile uyumlu bir danışman haline geldi.
Dört sağcı neoliberal başkana Salvadorlu Francisco Flores, Kolombiyalı Álvaro Uribe ve Meksikalı Carlos Salinas de Gortari ile Felipe Calderon hizmet etti.
Baba tarafından meşhur "Dalton Kardeşler" ile akraba olan Roque Dalton çok farklı bir adamdı.
Nasıl tarif etmeli; 1935'de El Salvador'da doğup sadece kendi ülkesinde değil, Şili ve Meksika'da da hukuk eğitimi alıp, Komünist Parti üyesi olmanın da avantajıyla 22 yaşında Sovyetlere gitmenin, ülkesinden sürgün edilince Prag'ta başlayıp 1961'de soluğu Küba'da almanın, hatta Domuzlar Körfezi istilasında eline ilk kez silah alıp, 1964'de gizlice El Salvador'a döndüğünde yakalanarak CIA tarafından sorgulandıktan sonra 1969'da hapisten kaçıp 34 yaşında, zamanın en prestijli şiir ödülünü olan "Casa de las Americas" almanın ne demek olduğunu?
Bu tuhaf adam nasıl becermiş ise bugün bile ulaşmanın kolay olmadığı Kuzey Kore'ye (Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti!) gitmeyi başarmış.
Hatta 1973'te Hanoi'de (Vietnam) bir bisiklet fabrikasında bile çalışmışlığı var.
Aynı yılın Noel'inde ülkesine sahte kimlikle dönmeyi başarmış.
Fakat şair her şeyle alay etmeyi alışkanlık haline getirmiş. Kimliğine yazdırdığı isim, Fransız tarihinin ihanetle suçlanan askeri Alfred Dreyfus'tan esinlendiği "Julio Dreyfus" imiş.
Daha ilginci; Vietnam'dan dönüşünde Che'yi hazırlayan ekip ona da küçük bir estetik ameliyat yapmayı ihmal etmemiş. Üstelik aynen Che gibi bir istifa mektubu bile göndermiş neredeyse üç sene önce.
Çünkü aldığı ödülden sonra, Havana'daki Casa de Las Americas'ın yayın kurulunda görev alıyormuş.
1967'de bir önseziyle şu cümleyi yazmıştı:
Birkaç yıl boyunca, sanki ertesi gün beni öldüreceklerini biliyormuşum gibi, aceleyle yazmaya koyuldum.
Başka türlü imkanı yoktu bunca eseri kısa bir ömre sığdırmaya. Şiir kitaplarının yanı sıra deneme, roman ve siyasi eleştiri kitapları yazdı.
Öyle ki bir kısmını hayattayken basmaya fırsat bulamadı. Öldükten sonra yayımlandı.
Dalton'un başına gelen şey basit bir ölüm ya da El Salvador'da yükselen şiddetin bir sonucu değildi.
O sefil ruhlu kişilerin kompleksleriyle beslenen hastalıklı bir siyasetin kurbanıydı.
Dalton'un ölümü, bu ülkedeki iç savaşın kırılma noktası oldu. Onu katledenler öylesine büyük bir suç işlemişlerdi ki; sonsuza dek savaşsalar bile kazanamazlardı.
Bazı insanlar ışık yayarlar ve onlar dokunulmazdır; ölü ya da diri…
Öldüğümü öğrendiğin zaman adımı söyleme
Çünkü ölüm ve dinlenme durur.
Sesin, ki beş duyunun çanıdır
Sisimi arayan loş deniz feneri olur.
Öldüğümü öğrendiğinde tuhaf heceler söyle.
Çiçek, arı, gözyaşı, ekmek, fırtına telaffuz et.
(Ancak) izin verme dudaklarının benim on bir harfimi bulmasına.
Uykum var, sevdim, kazandım sessizliği.
Adımı söyleme öldüğümü öğrendiğin zaman
Karanlık diyarlardan senin sesin için gelir.(No pronuncies mi nombre)
* Yazıdaki tüm çeviriler bana ait.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish