Günümüzde gerek ülkemizde gerekse dünyada siyaset üzerine yapılan tartışmaların odaklandığı soruların başında "Kim yönetmeli?" sorusu geliyor.
Soruyu bu şekilde formüle ettiğimizde söz konusu soruya verilebilecek cevaplar bellidir; şu kişi ya da bu kişi yönetmeli, şu ya da bu ideolojiyi temsil eden siyasal partiler yönetmeli gibi...
Aslında siyaset felsefesinde Platon'dan beri sorulan klasik sorulardan biridir "Kim yönetmeli?" sorusu. Platon'un kendisi bu soruya "filozof kral" yönetmeli cevabını vermişti.
Öğrencisi Aristoteles "erdemli monark"ın yönetmesi gerektiğini düşünüyordu. Roma döneminin ünlü devlet adamı ve düşünürü Cicero ise "orator"un, yani bilge hatibin yönetmesi gerektiğini savunmuştu.
Ortaçağ'a geldiğimizde Salisburyli John'un ideal yöneticisi "Hıristiyan prens"ti. Modern dönemde İngiliz düşünür Thomas Hobbes toplumda güvenlik ve istikrarı egemen kılacağını düşündüğü "mutlak monark"ın yönetmesi gerektiğini ileri sürmüştü.
Aydınlanma çağına geldiğimizde ise Fransız düşünür Jean-Jacques Rousseau egemenin halk olması gerektiğini savunurken 19'uncu yüzyılda Karl Marx bize proletaryayı işaret ediyordu.
Gerçi 17'nci yüzyılda Hobbes'un çağdaşı olan John Locke bu soruya cevap vermek yerine başka bir soru formüle etmeyi tercih etmişti;
İktidarın gücünü nasıl sınırlandırabiliriz?
Evet, Locke büyük bir olasılıkla "Kim yönetmeli?" sorusunda saklı tehlikenin farkına varmıştı. Sorunun kendisi sorunluydu. Yurttaşlar için kimin yönettiği değil, nasıl yönetildikleri önemliydi.
Yazının başında da işaret ettiğim gibi bu soru, yani "Kim yönetmeli?" sorusu günümüzde de sorulmaya maalesef devam ediliyor.
Oysa artık bu soruyu geride bırakıp, "Demokrasiyi, demokratik kurumları nasıl güçlendirebiliriz?" sorusunu sormamız daha yerinde olacaktır.
Demokrasinin en önemli kurumlarından biri hepimizin de bildiği gibi siyasal partilerdir.
Peki, siyasal partilerin kendileri ne kadar demokratlar?
Seçim sistemleriyle parti içi demokrasi arasında bir ilişki kurulabilir mi?
Partiler olmadan işleyen bir demokratik sistem henüz bulunamadığına göre bu konuya hepimizin kafa yormasının yerinde olacağını düşünüyorum.
Madem siyasal partilerin olmadığı bir demokrasiden söz edemiyoruz, o halde "Siyasal partiler nasıl daha demokratik bir yapıya kavuşabilirler?" sorusunun daha "demokrat" bir "demokrasi" için kritik bir önem taşıdığını söyleyebilirim.
20'nci yüzyılın bilim ve siyaset felsefecilerinden olan Karl Popper'in işaret ettiği gibi, "Bütün demokrasilerimiz halk hâkimiyetine değil, parti hâkimiyetine dayalıdır."
Siyasal partilere ise parti liderleri hâkimdir. Üstelik tam da Popper'in dile getirdiği gibi;
Bir parti ne kadar büyükse, o kadar az demokratiktir, ona oy verenlerin parti yönetimi ve parti programı üzerindeki etkileri de o kadar azdır.
Oransal temsile göre seçilmiş bir meclis ya da parlamentonun -ki ülkemizdeki seçim sistemi de oransal temsile dayalıdır- halkı ve taleplerini daha iyi yansıttığı inancı yanlıştır.
Oransal temsil, halkı, halkın isteklerini, beklentilerini değil yalnızca siyasal partilerin ve söz konusu partilerin propagandalarının seçim günü halk üzerindeki etkisini yansıtır.
Yani, hükümet icraatları hakkında halk mahkemesi günü olması gereken seçim günü, propaganda savaşını kazananın zaferini ilan ettiği güne dönüşmüştür.
Halkın sorunlarının gerçek, siyasal partilerin propagandalarının ise kurguya dayalı olduğunu kabul edersek bunun düzeltilmesi gereken bir sorun olduğunun da farkına varırız.
Söz konusu sorunun düzeltilmesi için işe seçim sisteminden başlanılabilir; çünkü oransal temsile dayalı seçim sisteminde milletvekilleri halktan çok partinin ve liderlerinin vekilleri olurlar; milletvekillerinin siyasal kariyerleri mensubu oldukları partinin liderine bağlıdır.
Oysaki milletvekilleri seçilip geldikleri seçim bölgesinin ve milletin vekili olmalılar ki daha demokrat bir demokrasi içinde halkın gerçek sorunlarını parlamentoda tartışılabilsinler.
Bu bağlamda İngiltere'de uygulanan dar bölge ve çoğunluk esasına dayanan seçim sisteminin incelenmeye değer olacağını söyleyebilirim.
Böylesi bir seçim sisteminde seçilip parlamentoya gelen milletvekilleri kendi seçim bölgelerinin sorunları için çalışırlar. Aksi halde tekrar seçilme olasılıkları yoktur.
Söz konusu milletvekilleri her ne partilerine bağlı olsalar da "Lider Sultası"nın varlığından söz edilemez.
Dolayısıyla, dar bölge ve çoğunluk esasına dayanan seçim sistemi parti içi demokrasinin gelişmesine katkı sağlarken "Kim yönetmeli?" sorusunu da tedavülden kaldırır.
*Karl Popper, Hayat Problem Çözmektir, çev. Ali Nalbant, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2010.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish