Türkiye'nin unutulan halklarından biri Süryaniler. Anadolu'nun en eski topluluklarından biri olmalarına rağmen, yüzyıllar içinde pek çok politik ve ekonomik sebeple bir oryantalist ögeye dönüştüler. Ya da doğrusu dönüştürüldüler. Biz de geri kalanlar olarak bunu, hep beraber izledik. Geçen yıl çekilen ve Avrupa'da pek çok sinemada gösterildikten sonra, geçtiğimiz günlerde Netflix'te yayınlanan Kapı filmi, Süryanilerin bir kez daha hatırlanmasına vesile oldu. Faili meçhul cinayete kurban giden oğullarının izindeki bir Süryani ailenin dramını anlatan Kapı, pek çok çevre tarafından Süryanileri anlatan ilk sinema filmi olarak değerlendirildi. Peki Süryaniler bu konuda ne düşündü? Unutulmak mı kötüydü, yoksa yeniden hatırlanmak mı iyiydi? Hangisi?
9 kilise ve manastır UNESCO korumasında
Kapı filminin kamuoyu tarafından keşfedilmesinden hemen sonra, Süryaniler tarafından memnuniyetle karşılanan bir gelişme de Turabdin bölgesi olarak adlandırılan Mardin ve civarındaki dokuz kilise ve manastırın UNESCO geçici listesine alınması oldu. Mor Gabriel Vakfı Başkanı Kuryakos Ergün, bölgede yüzlerce böyle kilise ve manastır olduğunu, hepsinin de 4'üncü ve 5'inci yüzyıldan kaldıklarını belirterek şunları söylüyor:
"Bütün bu yapıları yeniden hayata döndürmek istiyoruz ama bunun için maddi koşullarımız elverişli değil. Turabdin bölgesinde Göbeklitepe'den daha eski yapılar vardır. Bu yerlere yetkililerin önem vermesi hem ülkemiz için hem de insanlık için büyük kazanım olacaktır."
Meryem Ana, Mor Sobo, Mor Gabriel, Mor Yakup, Mor Azur, Mor Kuryakos Kilisesi, Mor Abaid, Deyrülzafaran kilise ve manastırlarının UNESCO tarafından korunmasının kendilerini fazlasıyla mutlu ettiğini söyleyen Ergün; bu yapıların iki tanesi dışında hepsinin ibadete açık olduğunu belirtiyor.
Süryanileri anlatan ilk film
Ergün'den bu güncel bilgileri aldıktan sonra Süryanice yayınlanan Gazete Sabro'nun Genel Yayın Yönetmeni olan David Vergili'nin kapısını çalıyoruz. Vergili, bir film vesilesiyle de olsa Süryanilerinin sorunlarının ve akıbetlerinin yeniden konuşulmasını ‘hoş bir sürpriz' olarak niteliyor. Kürtlerin yaşadığı sorunları anlatan pek çok film çekildiğini ama ilk kez Süryanilerin bir sinema filmine konu edildiğini söyleyen Vergili, filmin sindirilmesi zor gerçekleri anlattığını söyleyerek sözlerine başlıyor: "90'lı yıllarda özellikle Turabdin bölgesindeki Süryaniler de büyük sıkıntılar yaşadı, faili meçhul cinayetlere kurban gidenler oldu, pek çok kişi göçe zorlandı. Tabii bu filmi izlediğimde sadece 90'lara değil, daha eskilere de gittim. Filmdeki anne oğlunu kuyularda aradığında, 1915'te kuyulara atılan insanların hikâyelerini anımsadım."
Mevzu göçten açılınca, kendisi de Mardin'de büyümesine rağmen uzun yıllardır Brüksel'de yaşayan David Vergili'nin hikâyesini de dinlemek istedik. Şöyle anlattı:
"Ben aslen Mardinliyim. Mardin'de doğdum, orada büyüdüm. 10 yaşımdan itibaren kendi köyümden, ailemden ayrılıp Mor Gabriel Manastırı'na geçtim. Orada yedi yıl yaşadım. Bu süre zarfında hem şehirdeki resmi okullarda eğitim gördüm ve eş zamanlı olarak da manastırda Süryanice eğitim aldım. Bununla beraber 90'lı yıllarda Irak savaşından dolayı Irak'tan göç eden Süryaniler de manastırdaydı. Bu yüzden Arapça ve İngilizce de öğrendim. 97-98 yılına kadar manastırda kaldım. Ondan sonra bir süreliğine İstanbul'da, bir süre de Kıbrıs'ta yaşadım ve son olarak da Brüksel'e yerleştim, 2003 senesinden beri ailemle beraber Brüksel'de yaşıyorum. Hem gazetecilik yapıyorum hem de Süryani sivil toplum kuruluşlarında görev yapıyorum."
En öne çıkan sorun, mülkiyet sorunu
Süryanilerini sorunlarını uluslararası platformlarda, AB ve AP bünyesinde ifade eden isimlerden biri olan Vergili 'ye Süryanilerin öne çıkan sorunlarını sorduğumda ise şu uzun yanıtı veriyor:
"Süryanilerin son dönemlerde yaşadıkları sıkıntılara baktığımızda aslında bu sorunların tarihsel sorunlarla bağlantılı olduğunu söyleyebilirim. Sonuçta eğer bugün Süryaniler Türkiye'de mal, mülk, arazi ve diğer benzeri sorunlarla karşılaşıyorlar. Bunların en temel nedeni Süryanilerin bir statü sahibi olmamaları. Lozan Anlaşması çerçevesinde Türkiye'de azınlık olarak kabul edilen gruplar içinde maalesef Süryanileri bulunmuyor. Bu yüzden 1915 öncesi ve sonrasında Süryanilerin sahip olduğu örneğin eğitim kurumları süreç içerisinde ya kapatıldı ya da ayakta kalabilecek imkâna sahip olamadılar. Son yıllara baktığımızda ise Süryanilerin, özellikle Mardin bölgesinde yaşayan Süryanilerin aslında en büyük sorununun mülkiyet sorunu. Bununla beraber daha az olmakla beraber siyasi ve askeri gelişmelerle ilgili güvenlik sorunu da var. 2008 yılında başlayan manastırın arazi sorunlarının benzeri, neredeyse Mardin'in çevresindeki bütün Süryani köylerinde yaşandı. Tapu kadastro çalışmaları yapılırken köylerde mülkiyet ve arazi sorunları ortaya çıktı. Mardin'in büyükşehir olmasından sonra el konulan ya da o boşlukta olan sahipsiz kalan Süryani mülkleri Diyanet'e devredildi. Bu yüzden Türkiye'ye yerleşmeyi düşünen, geri dönmek isteyenler de bunu tekrar düşünmeye başladı. Bildiğiniz gibi son dönemlerde özellikle Şırnak tarafında yaşayan Keldani Diril çiftinin kaybedilmesi ve geçen seneden beri yargılanan Mor Yakup Manastırı rahibinin davası da bir sorun. Özellikle Diril çiftinin kaybedilmesiyle ilgili resmi yetkililerin açıklama yapmaması da Süryanileri düşündürüyor.
25 bin Süryani kaldı
Ancak Süryaniler için göç ya da göçe zorlanma yeni bir hikaye değil. Yüzyılın başından beri Süryaniler öyle ya da böyle binyıllardır yaşadıkları coğrafyayı terk etmek zorunda kalmış. Bu tarihsel dönüşümü şöyle anlatıyor David Vergili:
"Süryaniler, 1915'ten Turabdin bölgesi olarak adlandırılan Mardin, Diyarbakır, Adıyaman, Urfa'da yaşıyordu. Her ne kadar bugün itibariyle Urfa da Süryani kalmadıysa da, Süryani Kilisesi'nin merkezi esas olarak Urfa'dır. Şimdi bile Urfa'nın neredeyse bütün arkeolojik çalışmalarında, Süryani izlerine rastlanır. Urfa dışında Adıyaman, Botan bölgesi Hakkari, Şırnak, Siirt dolaylarında da Süryaniler yaşıyor. Bir de İran ve Irak'ta ciddi bir nüfus vardı. Ancak bugün itibariyle Türkiye sınırları içinde Süryanilerin yoğunlaştığı yer Mardin ve çevresi. Yüzyılın başında 1 milyonu bulan Süryani nüfusu vardı, Süryanilerin kendilerine ait eğitim kurumları vardı. Ayrıca yüzyılın başı, Süryanilerin son aydınlanma çabaları dediğimiz hareketin de başladığı bir dönemdi. 1915 öncesi Diyarbakır'da gazete çalışmalarından, Elazığ'da gazete çalışmamalarından, Siirt taraflarında 1915 esnasında öldürülen Keldani metropolitin bugüne kadar Süryanice dilinde yapılmış çok önemli çalışmalarından bahsedebilirim. Hakeza İran ve Irak'ta Süryanilerin okulları ve dil alanında çalışmalarının olduğunu görüyoruz. Ama bütün bunlar 1915'le beraber yok edildi ve o son aydınlanma hareketi böyle son buldu. Bugün itibariyle Süryaniler maalesef sadece Mardin bölgesinde turist gözüyle bakılan egzotik bir şeye dönüştü. Şu anda 25 bine yakın Süryani var Türkiye'de. Bunun 15 bini aşkın kesimi İstanbul'da, geri kalanı ise Turabdin ve Adıyaman civarında, çok az bir kısmı ise Elazığ'da."
1915'te büyük acı yaşayan halklardan olan Süryani halkı önemli göçler yaşamış ve nüfusunun önemli bir kısmını Avrupa'da göndermiş bir halk. Türkiye kökenli Süryani nüfusun önemli bir kısmı iki Avrupa ülkesine İsveç ve Almanya'ya yoğunlaşmış durumda. Ancak diğer Avrupa ülkelerinde de azımsanmayacak bir nüfusa sahipler. Vergili, Avrupa'daki Süryani diasporasına dair de şu bilgileri veriyor:
"İsveç'te Süryaniler çok önemli kurumlar inşa etti. Siyasete girdi, bakanlıklar bile elde etti. Almanya'daki Süryaniler de bu anlamda aktif ama İsveç'e göre görece daha az.
Her iki ülkede yaklaşık 200 bin civarında ya da belki 220 bin civarında Süryani yaşıyor. Bütün Avrupa genelinde ise özellikle son yıllarda Irak ve Suriye'deki savaşlardan dolayı da Avrupa genelinde yaklaşık 300 bin Süryani'nin yaşadığını tahmine ediyoruz. Bunların çoğu Turabdin, yani Türkiye çıkışlı Süryaniler."
Süryanilerin tarihteki ilk büyük göçünün, Süryani tarihinde "1895 Pogromu" olarak nitelenen Diyarbakır'da yaşanan hadiselerden sonra yaşandığını söyleyen David Vergili; o tarihte pek çok Süryaninin Lübnan üzerinden Latin Amerika ve ABD'ye göç ettiğini anlatıyor: "Bu göç hareketinin ilk nedeni, yaşanan şiddet ve pogromun etkisi. İkinci göç dalgası ise 1915'ten sonra Avrupa'ya değil de daha çok Suriye'ye yöneldi. Turabdin bölgesinde hayatta kalan
Süryanilerin çoğu Kuzey Suriye, Haseke ve Kamışlı bölgesine, bir kısmı da Halep'e yöneldi. Ondan sonra da Türkiye'den özellikle Avrupa'ya, Almanya'ya yönelik ekonomik göç dediğimiz ilkle üçüncü göç göç dalgası yaşandı. Son olarak da 80'lerden sonra, özellikle 90'lı yıllarda yaşanan çatışmalı süreçte yaşandı. Süryaniler o dönem Türkiye'yi yoğun bir şekilde terk ettiler."
Göçlerle dolu bir tarih
Vergili, özelde Süryani genelde Türkiye'deki Hıristiyan göçünün en önemli nedeninin ise ulus devlet paradigması olduğuna dikkat çekiyor:
"Hem Ortadoğu'da hem de Türkiye'de, özellikle 1915'ten sonraki azınlıklara yönelik politikaları bu göçleri hızlandırdı. Mesela 1895 Diyarbakır pogromu gibi bir pogrom da, aynı dönemlerde Halep'te yaşandı. 1895'te Halep de yaşanan saldırıdan sonra Süryani Katolik Kilisesi Mardin'e taşıdı. Ama bir süre sonra Mardin'deki Süryaniler de tekrar soykırımdan geçirildi. Ve hem Süryani Ortodoks Kilisesi'nin hem de Katolik Kilisesi'nin patriklik merkezi Türkiye dışına çıkartıldı. Bugün Mardin Müzesi dediğimiz bina aslında Süryani Katolik din merkezidir. Ortadoğu'da Süryanilerin yaşadığı ülkelerde bu ulus devlet anlayışının beraberinde getirdiği politikalardan göçü hızlandırdı. Türkiye'de yaşanan benzer bir durumun aslında Irak'ta da geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Irak'ın bağımsızlığını kazanmasından hemen sonra Irak'ta da 1933 yılında başka bir Süryani katliamının yaşandığını görüyoruz."
David Vergili, Lozan'da kaybedilen azınlık statüsü nedeniyle Süryanilerin anadil eğitimini aldıkları kurumlarını kaybettiğini ve bunun da asimilasyonu hızlandırdığını öne sürüyor:
"Örneğin 1915 öncesine baktığımızda Süryanilerin Diyarbakır'da, Mardin'de eğitim kurumlarına sahip olduğunu görüyoruz. Siirt taraflarında 7 ile 10 civarında Keldani okulunun bulunduğunu görüyoruz. Benzer bir şekilde hem Musul bölgesinde hem de İran bölgesinde yaklaşık 120'ye yakın eğitim kurumlarının olduğunu biliyoruz. Bu kayıtlarda var. Sadece eğitim kurumu değil, Süryanilerin Turabdin bölgesinde sosyal kültürel anlamda çalışmalarının olduğu da biliniyor. 1915 ile birlikte yakılan köyler, yakılan manastırlar ile bu birikimin önemli bir bölümü yok edildi. Günümüzde bu haklara sahip olmamak, Süryanileri asimilasyona daha açık bir hale getirdi. Sadece Turabdin bölgesinde Süryanice konuşabilen bir kesimden bahsedebiliyoruz. İstanbul'daki Süryanilerin çoğu maalesef çoğu Türkçe kullanıyor ve baktığımızda da Türkiye'de Süryanice yok olma tehlikesi altında. Yakın zamanda İstanbul'da Süryanice eğitimi veren bir anaokulu açıldı. Aslında böyle bir istek var, insanlar anadilini öğrenmek istiyor ama Türkiye'de bu tür adımların atılması maalesef hiçbir zaman bedelsiz olmuyor."
Süryanicenin bugün sadece manastırlarda ve kiliselerde öğretilebildiğini anlatan Vergili; "Süryanicenin konuşma dilinin ve yazı dilinin farklı olması da bir handikap" diyerek sözlerine devam ediyor:
"Süryanicenin farklı kullanım tarzları var. Konuşma dilini bilenler, yazı dilini anlamayabiliyor. Bu yüzden köylerdeki Süryani medreselerinde küçük yaştan itibaren eğitim alınması gerekiyor."
Süryani dilinin Aramicenin bir lehçesi olduğunu, hatta Aramicenin Urfa lehçesi olduğunu belirten Vergili "Süryanice Aramicenin en önemli ayağı ve Ortadoğu'nun en eski dillerinden biri. Tarih içinde Süryanice ile akademik, sosyal, kültürel çok fazla çalışma yapılmış" diye konuşuyor.
Ortadoğu'da süren savaşlar ve Süryaniler
David Vergili ile sohbetimizin ilerleyen aşamalarında, bir Ortadoğu halkı olan Süryanilerin Ortadoğu'da yaşanan savaşlardan nasıl etkilendiğine geliyor. Şu tespitleri yapıyor Vergili:
"Ortadoğu'daki savaş dalgası aslında kesintisiz bir şekilde devam etti. Son 20 yılda özellikle Irak savaşından sonra Süryanilerin bu ülkedeki varlığı çok tehlike tehlikede ve tehlike altına girdi maalesef. Özelikle Irak'ta 2003'ten sonra ve biraz da aslında hem yönetim boşluğu hem de Süryanilerin yaşadıkları bölgedeki sıkıntılardan dolayı Süryaniler bu süreç içerisinde neredeyse her gün saldırılara maruz kaldı. Bu süre zarfında Süryani din adamları kaçırıldı. Üniversite öğrencileri saldırıların hedefi oldu. Kiliseler bombalandı, siyasi insanlar kayıp ettirildi. Faili meçhul cinayetlere kurban gitti. Ve eş zamanlı olarak hem aslında Bağdat yönetiminin de çok güçlü olmamasından, aslında bir şekilde de niyetli olmamasından dolayı Süryanilerin gittikçe risk altında olma durumları arttık. 2003'ten sonra yaşanan Irak'taki aslında iktidar boşluğu ve eş zamanlı olarak da Irak'ta güçlenen İslami cihadist grupların, Süryanileri hedef olarak seçti. Bu süreç zarfında saldırılar arttıkça, Irak'ı terk etmeye başladılar. Hem ülke içi ve dışında göç hareketleri oluştu. Irak'ta 2003 öncesinde yaklaşık 1 milyon 500 bin civarında Süryani nüfusu, şimdi 300 binlere kadar inmiş durumda.
2015-2016'da IŞİD'in Irak'ta çok önemli bir alan kazanmasından dolayı hem Süryanilerin yoğun yaşadığı Ninova'a hem de Ezidilerin anavatanı dediğimiz Şengal'e saldırılar bir başka göç dalgası başlattı. 2016'da IŞİD'in Ninova bölgesini işgal etmesinden sonra 48 saat içerisinde Ninova bölgesinde yaklaşık 120 bin Süryani ülkeyi terk etti. Bu süreç halen bitmedi maalesef. Her ne kadar IŞİD tehdidi de askeri anlamda ortadan kalksa da, güvenlik sorunlarından ve yönetim boşluğundan kaynaklanan ve de Irak anayasasına göre ihtilaflı bölge sayılması nedeniyle Süryaniler halen bugüne kadar yaşadıkları bölgeler dönmek konusunda temkinli davranıyorlar. Artık Süryaniler kendi bölgeleri için otonomi talep ediyorlar"
Vergili benzer bir durumun Suriye'de de yaşandığını anlatıyor:
"IŞİD'in bölgede güç kazanmasından sonra çok benzer bir durum Suriye'de de yaşandı. Suriye'de Süryaniler özellikle Haseke, Kamışlı, Halep, Musul ve Şam taraflarında yaşıyorlar. Suriye'de de bu süreç içerisinde IŞİD dini liderleri öldürdü, metropolitler hala kayıp. Humus yakınlarında Süryanilerin yoğun yaşadığı köylerde katliamlar yaşandı. Bundan dolayı maalesef Süryaniler Suriye'yi terk etmek zorunda kaldılar. Sadece Kuzey Suriye'deki proje dahilinde Suriye Demokratik Güçleri'nin içinde ciddi bir askeri güç oluşturuldu. Afrin'den sonra da sınır hattında bulunan Süryani köyleri boşaltıldı. Özetle, Ortadoğu'nun son 20-30 yılı bölgede Hıristiyanlığın büyük bir tehlike altında olduğunu gösterdi."
Savaştan öce Suriye'de Süryaniler dahil, 2 milyon Hıristiyan'ın yaşadığını anlatan Vergili, şimdi Suriye'deki Süryani nüfusunun Irak'ın da gerisinde olduğuna dikkat çekerek, Irak savaşı sonrası Lübnan'a yönelen Süryani nüfusunun Suriye savaşı sonrası ise Avrupa ülkelerini ve Amerika'ya göç ettiğini vurguluyor.
Diril çiftinden kim ne istedi, devlet niye suskun?
David Vergili, sonlarında Süryanilerin halen en önemli gündemlerinden biri olan Şırnak'ta kaybedilen Diril çiftine dair bilgilerini bizimle paylaşıyor:
"Aileyi yakından tanıyorum ve 90'lı yıllarda Diril ailesinin aslında yaşadığı sıkıntıları biliyorum. Bu ailenin iki çocuğu 90'lı yıllarda İstanbul'dan Silopi'ye dönüş yaparken arama noktasından geçtikten sonra kaybedildi, bir daha da kendilerinden haber alınamadı. Hatta Cumartesi Anneleri de defalarca bu iki kardeşin nerede olduklarını sordu. Üç-dört yıl önce şu anda kayıp olan baba yine gözaltına alınmıştı. Şimdi bu kadar yaşlı bir çiftin birinin öldürülmesi, diğerinin hala kayıp olmasının bu geçmişle ilgisi var mı bilmiyoruz. Ailenin bazı üyeleri benim yakın arkadaşlarım. Yaşadıkları Şırnak'ın Beytüşşebap'a bağlı Kovankaya köyü diğer köylere uzak bir köy. Bir çatışmanın, mülkiyet ya da arazi sorununun yaşandığı bir yer de değil. Ama muhtemelen orada olmaları, orada yaşamaları, köylerine geri dönmeleri birilerini rahatsız etti. Şimuni Diril'in cansız bedeni kaybolduktan iki ay sonra köye yakın bir dere kenarında bulundu. Otopsi raporu sonuçlarına göre ise Şimuni Diril üzerinde kurşun izlerine rastlandı. Bununla olayın sadece bir yönü açıklığa kavuşurken, olayın kim ve kimler tarafından gerçekleştirildiği ise bir muamma. Diğer yandan, Hurmüz Diril ise hala kayıp. Ailenin taleplerine rağmen yetkililerin hiçbir şekilde açıklama yapmaması, akla pek çok soru getiriyor."
Diril çiftinin kaybedilmesinin Süryanilere bir mesaj olduğunu söyleyen Vergili; "Salt bu olay değil" diyerek sözlerini şöyle sürdürüyor:
"Özellikle son yıllarda yüzünü tekrar ülkeye çeviren Süryani toplumu açısından bir kırılma noktası oluşturuyor. Bu, Turabdin bölgesine yapılan geri dönüşleri de sekteye uğratacak bir gelişmedir. 2000'li yıllarda başlayan normalleşme ve barış süreci, Süryaniler arasında da heyecan yaratmış ve kısa süre içerisinde bölgeye temelli dönüşler gerçekleşmişti. Köyler, kiliseler ve manastırların restore edilmesiyle, yaz aylarında Turabdin'in her köyünde Süryanilere rastlamak mümkündü. Daha sonraları neredeyse her köyde yaşanan mal mülk davaları, saldırılar, Mor Gabriel Manastırı arazilerinin davası, bölgedeki mülklerin Diyanet ve Hazine'ye devredilmesi, Mor Yakup Manastırı Rahip Aho'nun tutuklanması (duruşması 26 Ocak'ta görülecek) yaz aylarında yaşanan orman ve arazi yangınları, Ayasofya kararı ve son olarak Diril çiftinin kaybettirilmesi Süryaniler arasında büyük bir infilak, üzüntü ve kaygı yarattı. Azınlıklara karşı nefret söylemi, milliyetçi, islamcı dil ve söylemin artarak zemin bulması, Süryanileri kaygılandırmaktadır. Bütün bunlar arasında yaşanan Diril çifti olayı, devlet yetkililerinin ilgisizliği ve kayıtsızlığı ayrıca bir düşünülmelidir."
"Kim toprağını gönüllü terk eder" diye soran Vergili; geri dönmek isteyenlerin de artık bu kararlarını gözden geçirdiklerini söylüyor:
"Tarihle yüzleşilmezse tarih tekerrür eder. Yüz yıl insanlık tarihi için öyle uzun bir zaman dilimi değil. Bu anlamda bir yüzleşme Türkiye'de olmadı, aslında böyle bir istek de yoktu. Bu yüzleşmenin olmaması yaşananların adının konmaması sorunları bu noktalara kadar taşıdı. ‘Ne oldu da Süryanileri buradan gitti' sorusuna cevap verilmediği müddetçe biz bunları yaşamayı devam edeceğiz."
© The Independentturkish