Müslümanların ilk kıblesi hüviyetini taşıyan Mescid-i Aksa son günlerde tarifi güç bir zulümle karşı karşıya.
Bölgeden gelen görüntüler tüyler ürpertici bir boyutta seyreden İsrail devlet terörünü açıkça ortaya koyuyor.
Şüphe götürmez bir yalınlıkla tespit edilebilen kanun tanımazlığa ve gaddarlık pratiğine rağmen dünya devletleri utangaç kınama mesajlarıyla yetinmeyi yeğliyor.
Ümmet varlığının siyasî "omurgasını" teşkil eden, daha doğrusu teşkil ettiği iddia edilen Müslüman devletler ise adeta felçli bir hâlde.
En şiddetli tepkiler her şeye rağmen Türkiye'den geldi.
Ne var ki bu tepkiler - içerik bakımından istediği kadar keskin olursa olsun - artık sahada tecrübe edilen vahşete derman olmaya kâfi gelmiyor.
İsrail'i telin etmek artık yeterli değil.
Dahası, bilhassa her mübarek Ramazan ayında arsızca yine, yeniden tekrarlanan sahneler Müslümanların aralarındaki dağılmışlıktan ve bölünmüşlükten, kendi içindeki sinmişlikten cesaret aldığı aşikârdır.
Bugün mazlum Filistinlilerin dillerindeki "Allah-u Ekber" nidalarından ve ellerindeki taşlardan başka hiçbir şeyleri yok.
Hoparlörlerden yükselen biçâre "Yâ Rabbi! Selahaddin nerede? Bize Selahaddin'ini gönder!" yakarışlar Filistinlilerin yırtmaya çalıştıkları yalnızlık kuşatmasını çok sarsıcı bir biçimde anlatıyor.
Gerçekçi olmak lazım: İslâm âlemi, mevcut siyasî yapısı ve dokusuyla, Filistin'in ve dahi Filistinlilerin yardım çağrılarına mukabele edebilecek şuura, iradeye ve/veya kapasiteye sahip olmanın çok ama çok uzağındadır.
Zihinleri sömürgeleşmiş, gözleri, elleri ve dilleri bağlanmış, tutsak hayaletler misâli boşlukta gezinen o "çok Müslüman" devletlerin insafına ve inisiyatifine bırakılan bir Filistin meselesinin başarıya ulaşma şansı sıfırdır.
Buna karşın dünyada Filistin'in feryatlarının yankılandığı bir insanlık vicdanından pekâlâ söz edilebilir.
Muhtelif mezheplerden Müslüman ulusların (halkların) yanı sıra anti-Siyonist Yahudilerden tutun da yine farklı mezheplerden Hristiyanlara ve ideolojik yelpazenin bütün desenlerine uzanan müthiş bir uluslararası, bazen de "uluslar-üstü" kalabalığın kendiliğinden bir tarzda temsilini üstlendiği bir "insanlık vicdanı" mevzubahistir.
İşte Filistin meselesinin hakkaniyetli çözümü de bu vicdana hitap etmekten, hitap edebilmekten geçiyor.
Bu yolu yürümek isteyen Müslümanların başka ufuklardan gelmelerine karşın mazlumun hakkını en az kendileri kadar gözetenleri yanlarına almaları elzemdir.
Türk milleti devletin himâyesinde bu istikamette kurgulanacak bir "bir araya gelişin" öncülük sorumluluğunu sırtlayabilir.
Filistin'e, Filistinlilere desteğin "nasıl"ına dair istişareler yürütecek, meseleye ilişkin uluslararası kamuoyunu oluşturacak ve organize edecek, İsrail üzerinde kurulacak insanlık baskısını yönetecek bir Kongre'nin, örneğin "Filistin için İnsanlık Kongresi"nin İstanbul'da toplanması düşünülebilir.
Yeryüzündeki bütün ulusların Hz. Hüseyin'in (r.a) tanımıyla "hiç değilse dünyalarında özgür insanlar olabilenlerine" yönelik genel bir davet uygun olacaktır.
Türkiye'de faaliyet gösteren ve bu işe gönüllü olan siyasî partilerin, sivil toplum kuruluşlarının, meslek örgütlerinin iştiraki ve koordinasyonuyla birlikte Anadolu topraklarından fışkıran kadim insancıl birikimin Filistin meselesi özelinde uluslararası bir kurumsallaşmaya tâbi tutulması muazzam bir enerji açığa çıkarır.
"Hacı Bektâş-ı Velî Yılı" ilân edilen 2021 yılında topyekûn insanlık ailesini "sistemli nefret" simgesine dönüşen Siyonist zulüm dişlilerine karşı birleştirme girişiminden daha anlamlı ne olabilir ki?
Bu Kongre girişiminin somutlaşabilmesi için ideolojik köken ayrışması gözetmeksizin anti-emperyalist, adil ve özgür kuvvetlerin - ister İslâmî motifli ister Türk milliyetçisi isterse de sosyalist karakterli olsun - dünyanın geri kalanına örnek olacak nitelikte bir ortaklaşma sergilemeleri beklenir.
Meyve verir mi yahut gerçekleşir mi meçhul.
Ancak Filistin artık elimiz kolumuz bağlı bir şekilde beklemeyi kaldıramayacak derecede çaresizdir.
Bugün Filistinlilerin izzetinin muhafazası hem Müslümanların hem de insanlığın izzetinin muhafazasıdır.
Bugün Filistin siyasetten zerrece anlamayan basit bir insanın sadece "ben insanım!" farkındalığına erişmesiyle bile çakan bir kıvılcımdır. Öyle olmak zorundadır.
Üstün ve evrensel bir ahlâk siyaseti güdülecekse, işte fırsat.
Hakiki manada millî bir siyaset izlenecekse, işte yol.
Ulusun kadim değerlerinin tüm dünyaya yayılması siyaseti yapılacaksa, işte gaye.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish