Şubat 2017'de üç Orta Asya ülkesini kapsayan gezisi sırasında Kazakistan'a atfettiği önemden dolayı Rusya Devlet Başkanı Putin, bir geceyi Almatı'da geçirmişti.
Putin, daha sonra uğradığı Tacikistan ve Kırgızistan'da İmamoli Rahmon ve Almazbek Atambekov'a birer madalya takmıştı.
Bölgeyle ilgili yazılar kaleme alan (ağırlıklı olarak Nazarbayev'in Kazakistanı'ndan gelen basın bültenlerini yorumluyordu) bir uzmana "Rusya devlet başkanı niçin bölgede? Niçin Nazarbayev'le kayak yaptı, bilardo oynadı, geceyi Almatı'da geçirmesinin amacı neydi?" diye sorduğumda "Ben de sana sorayım: amaç neydi?" şeklinde soruma soruyla yanıt almıştım...
29 Nisan 2021'de Kırgızistan ile Tacikistan arasında patlak veren sınır anlaşmazlığı sonucunda Kırgızistan tarafı 40'ın üzerinde, Tacikistan tarafı ise resmi olmayan rakamlara göre 20'nin üzerinde kayıp veriyor; iki taraftan da 100'ün üzerinde yaralanan oluyor.
Çatışmanın nedeni SSCB'nin bıraktığı 'sınır anlaşmazlığı' mirasıdır. 25 Aralık 1991'de bir devletin resmen dağılmasından iki ay önce bağımsızlık ilan eden iki ülke sınır anlaşmazlığı sorununu hala çözemememiştir.
Ve bu şekilde devam etmesi durumunda bundan sonra 30 seneye daha ihtiyaçları bulunacaktır.
Zira sınırlarla ilgili sorunları çözmek için 2000 yılında kurulan devletler arası komisyon 970 kilometrelik sınırın 520 kilometresinin durumu üzerinde anlaşmaya varabilmişler.
Son çatışma da 'Suyun adil paylaşılmadığını iddia eden Tacikistan tarafının bir direğe gözlem kameraları yerleştirme girişimine karşı Kırgız tarafının ateşle yanıt vermesi' sonucunda çıktı.
Rusya Dışişleri Bakanlığı, ilgili tarafları 'müttefiklik ve iyi komşuluk ilkeleri temelinde uzun süreli anlaşmalar sağlamaya ve benzer olayların yaşanmaması için etkin tedbirler almaya' davet ederken, Kremlin Sözcüsü Peskov, daha somut bir öneri getirerek "sorunun çözümünde devlet başkanının arabulucu rolü üstlenmeye elbette ki, her zaman hazır olduğunu" açıkladı.
Gelişmelerin bölgedeki Merkez Komutanlığı'nca yakından izlendiğinde dikkat çeken Savunma Bakanlığı üst düzey yetkilisi ise "gereken önlemlerin alındığını ve ihtiyaç bulunması durumunda yeni önlemlerin alınacağını" ifade ederek, askeri açıdan bölgenin kaderinin Moskova'nın kontrolü altında bulunduğunu bir daha teyit etmiş oldu.
İran'ın da topa dalarak 'iki ülke arasındaki görüşmelere katkı sunabileceğini' şeklinde açıklama yapması geleneksel 'ipe un serme politikası'nın yeni bir dışavurumundan farklı bir şey olmadığı gibi, sınır anlaşmazlığının çözümü için Avrupa Birliği'nin (AB) Kırgızistan'a 'somut teknik yardım yapma' önerisi getirmesi ise ilginç gözükmektedir.
Yani Kırgızistan ve Tacikistan arasında kökeni 1920'lerin ortalarına dayanan sınır anlaşmazlığı sorununun çözümü için Moskova ve Tahran 'barış görüşmelerinde arabuluculuk önerisini' sürdürürken, Brüksel 'son çatışmalarda tahrip olan sınır geçiş noktalarının ve altyapının onarımı için gereken yardımların yapılacağını' ifade ediyor.
İşte Orta Asya'nın mevcut durumuna yaklaşımı ortaya koyan iki temel farklı bakışın özünü de bu noktada aramak gerekir.
Zira SSCB döneminde mevcut olmuş bu bakış, 30 seneden beri değişmemiş olup, askeri bakımdan aşırı zayıf durumdaki gücü Orta Asya ülkelerinin Moskova'ya bağımlılığını giderek artırmaktdadır.
Rusya Devlet Başkanı Putin'in Şubat 2017'de Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan'a ayırmış olduğu iki buçuk günün amacı bu bağımlılığı daha da pekiştirmekten ibaretti.
Bu süreçlerde Kremlin'in sürekli gündemde tuttuğu koz "Afgan tehdidi' olup, Orta Asya'nın diktatör rejimlerinin bu tehditten ödü kopmaktadır.
Sovyetlerin 1989'da Afganistan'ı terk etmesi ve 1996'da Taliban'ın ülkede iktidarı ele geçirerek bugüne kadar en nüfuzlu güç olarak oradaki varlığını sürdürmesi dünyaya bakışların farklı olmasına rağmen Orta Asya'yla ilgili politikalarda Kremlin'in çok işine yarayan bir angajman olup, özellikle son 10 yılda Taliban'la kurulan sıcak ilişkiler Moskova'nın elini daha da güçlendiriyor.
Bu taktik askeri bakımdan Rusya'nın bölgeye daha güçlü şekilde yerleşmesini sağlıyor ve hatta tabiri caizse, Moskova, 'Taliban sopası'nın ucunu Orta Asya diktatörlerine gösterir göstermez devreye otomatikman 'koltuğu koruma' refleksi dahil oluyor.
Nihayetinde adeta 'Bizi daha sıkı şekilde himayene al' yakarışları Kremlin'e kadar ulaşıyor.
Bu durumda Moskova, bölgedeki askeri üslerini takviyeler yapmakla kalmadığı gibi, yeni üslerin kurulması gündeme geliyor ve Kremlin bu kez daha fazla tavizler kopararak bu talepleri gerçekleştiriyor:
Kurmanbek Bakiyev'in Mayıs 2010'da kaçışı sırasında Bişkek'in Moskova'dan doğrudan askeri müdahale istediğini ve Moskova'nın bunu reddettiğini unutmak mümkün mü?
İşte en son patlak veren Kırgızistan-Tacikistan anlaşmazlığına Rusya Dışişlerinin verdiği "Sınır sorunu çözülmeden kalıcı barış olmayacaktır" şeklindeki tepkiyi de Orta Asya'da uygulanan iki asırlık geleneksel politikanın bir ürünü olarak değerlendirmek gerekir:
Geçmişten miras kalmış sorunları çözmek yerine, o sorunlardan doğan yeni olaylar patlak verdikçe 'arabuluculuk' önererek sorunu 'barış yoluyla kangren' haline dönüştürmek.
Sovyetlerin dağılmasından sonraki süreçte Orta Asya'da meydana çıkan ve eski komünist liderlerin başında durduğu diktatörlüklerin bu bakımdan Kremlin'in işini çok kolaylaştırdıklarını söylemek, asla Amerika'yı yeniden keşfetmek olmayacaktır.
Zira belirlenmiş sınırlar içinde bulunmalarına ve kendi paralarını basmalarına rağmen bu diktatörlükler, başlarında bulunan yöneticilerden dolayı, insan toplumlarının yönetilmesinin birinci şartı olan 'devlet olma' niteliğini bir türlü kazanamadılar.
Örnek vermek gerekirse, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın iki sene önce yaptığı bir açıklamadan daha isabetli örneğin bulunacağını zannetmiyorum:
Özbekistan'ın Sovyetler döneminden kalma lideri İslam Kerimov'un 2016'da hayatını kaybetmesinden sonra yerine geçen Başbakan Şevket Mirziyayev, Türkiye'ye ilk resmi gezisi sırasında ülkesinde 'devletin olmadığını' itiraf ederek Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan 'devlet kurmak amacıyla' deneyimli insanlar istemiş, Sayın Erdoğan'ın bu iş için önerdiği Ali Babacan, teklifi kabul etmeyerek geri çevirmiştir.
Söyler misiniz Allah aşkına, Rusya bu durumu kendi çıkarları için kullanmayıp da ne yapsın?
İşin başka bir ilginç yanı, Sayın Mirzyayev'in işbaşına geldikten sonra ilk resmi gezisini Moskova'ya gerçekleştirmesi ve orada 'Rusya ile dostluk ve ebedi müttefiklik ilişkisi'nden bahsetmesi; bunu bir dizi anlaşmalarla pekiştirmesi olmuştur.
Çevre ülkelerde devlet yapılarının bulunmaması veya çok kırılgan durumda olması, o coğrafyalardaki etkisini korumaya çalışan eski bir imparatorluğun işini en kolaylaştırıcı birinci faktör değil midir?
İşte bundan dolayı emin olunuz ki, Kırgızistan ile Tacikistan arasındaki sınır, bundan sonra da uzun süre çözüme kavuşturulmayacağı gibi, patlak verecek buna benzer her bir olay, Rusya'nın oralardaki gücünün daha da pekişmesine yardımcı olacaktır.
Devlet yapılanmasını sadece 'iktidar koltuğunu koruma' ilkesi üzerine kuran bu coğrafyalarda, acaba Türkiye hangi politikaları izleyerek yakınlık kurabilir?
Mart 1993'ten buyana yapılan Türk Zirveleri, kurulan örgütler hangi katkıyı sağlamıştır?
Şevket Mirziyayev örneğinden gidersek, Türkiye bugüne kadar o toplantılarda, o ülkelere kendi devlet yapılarını oluşturup güçlendirme telkininde bulundu mu? Bulunduysa ne tür yanıtlar aldı?
Gündeme getirmeye devam edeceğiz…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish