Sadece hayatta kalabilmek ve insanca yaşayabilmek için yerinden edilen mültecilerin durumunu en veciz şekilde ifade eden Somalili şair Warsan Shire'in "Yurt" şiirindeki ilk dörtlükle yazıma başlamak isterim:
kimse terk etmez yurdunu
yurdu bir köpekbalığının ağzı olmadıkça
kimse dönüp sınıra doğru kaçmaz
bütün şehir onlarla birlikte kaçmıyorsa.
Altını çizerek tekrar ifade etmek gerekirse; mülteciler turistik amaçlarla yurdunu geride bırakmaz veya uluslararası sınırları aşmak zorunda bırakılan mültecilerin önceliği ekonomik nedenler değildir.
Dünyanın muhtelif yerlerinde bitmek bilmeyen iç çatışma, savaş, ve iklim değişikliğinden dolayı yerinden edilenlerin sayısı sistematik olarak artmakta ve bu yüzden İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana dünyada mülteci sayısının en fazla olduğu dönemi yaşamaktayız.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin (BMMYK) verilerine göre, 2010 yılında 15,4 milyon olan mülteci sayısı 2020'ye geldiğinde 26 milyona ulaşmıştır.
Sadece 10 yıl içerisinde bu kadar büyük bir artış olmasının en temel nedenlerinden birisi de 2011 yılında Suriye'de başlayan iç çatışmadır.
Bu konuda kısa bir bilgi vermek gerekirse; "ekmek, özgürlük ve onur" mücadelesi ile başlayan Arap Baharı ve onun oluşturduğu etki ile 2011 yılının ilk aylarında Suriye halkının bir kesimi daha insani bir hayat mümkün talebi ile şiddet içermeyen protestolara başlamış, ancak tarihteki her diktatör gibi barışçıl protestoları ve insanların itirazını anlamak yerine onları şiddet kullanarak bastırmaya başlayan Esad ve hükümeti Suriye'de bir iç çatışmanın oluşmasına neden olmuştur.
Bu iç çatışma daha sonra muhtelif ülkelerin de taraf(lar) tutarak çatışmaya müdahil olmasıyla birlikte, büyük bir savaşa dönüşmüş, dünyanın en barbar örgütü IŞİD'in Suriye'de büyümesine sebep olmuş ve tüm bunların sonucunda ortaya çıkan vahşetten dolayı milyonlarca Suriyeli yurdundan kaçmak zorunda bırakılmıştır.
Bu kriz hâlâ devam ettiği için BMMYK'nin verilerine göre yaklaşık 6,6 milyon Suriyeli mülteci başta Türkiye, Ürdün ve Lübnan olmak üzere dünyanın farklı bölgelerinde yaşama tutunma mücadelesi vermektedir.
21 Nisan 2021 tarihi itibariyle dünyada en fazla Suriyeli mültecinin (3,614,888 kişi) yaşadığı ülke Türkiye'dir.
Türkiye, Suriye'nin komşu ülkelerinden birisidir; bu iki ülke arasındaki kara sınırı toplam 911 kilometredir. Sayı olarak en fazla Suriyeli mültecinin Türkiye'de olmasının en temel nedenlerinden birisi de bu coğrafi yakınlıktır.
Sadece insanca bir yaşama sahip olabilmek için 2011 yılından itibaren Türkiye'de yaşayan Suriyeli mülteciler, toplumun büyük bir kesimi tarafından, ülkedeki temel sosyo-ekonomik problemlerin nedeni olarak görülmektedir.
Örneğin, 2018 yılında yayımlanan bir araştırmaya göre, Türkiye vatandaşlarının yüzde 71,4'ü Suriyelilerin işsizliğe neden olduğunu belirtmiş ve bunun yanında yine araştırmaya katılanların yüzde 67,4'ü, Suriyelilerin Türkiye'deki suç oranını arttırdığını belirtmiştir.
Oysa, ilgili literatürde yapılan araştırmalar incelendiğinde Suriyeli mültecilerin Türkiye'deki iş gücü üzerinde büyük bir negatif etkisi olmadığı görülecektir.
Buna ek olarak, İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi verilerine göre, 2017 yılında ülke genelinde 1 milyon 995 bin 667 olay meydana gelmiş ve bu olayların sadece yüzde 1,98'ine Suriyeliler müdahil olmuştur.
Ayrıca, Suriyelilerin Türkiye'de karıştığı suç oranları, 2017 yılından 2018 yılına geçişte yüzde 1,53'ten yüzde 1,46'ya gerilemiştir.
Üstte belirtilen araştırma ve somut verilere rağmen maalesef toplumun bir kesimi bil(mey)erek mülteci karşıtı söylemlerde bulunmaya devam etmektedir.
Özellikle sosyo-ekonomik kriz süreçlerinde toplumdaki polarizasyonu arttırmaktan çıkar sağlayan bazı politikacılar, mültecileri hedef gösterecek haberleri bilinçli bir şekilde paylaşarak, mültecilere karşı nefret suçunun işlenmesine sebep olur.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Türkiye'de artan bu nefret ikliminden dolayı sadece Temmuz-Eylül 2020 tarihleri arasında altı Suriye vatandaşı hayatını kaybetmiştir; evet anıları ve geleceğe dair insanca yaşama umutları olan altı insan nefret suçunun kurbanı oldu.
Sadece hayatta kalabilmek adına sığındığın bir ülkede, nefret suçunun kurbanı olmaktan daha acı ne olabilir?
Son zamanlarda (21 Mart 2021 tarihinde) mültecilere karşı artan nefret ikliminin mağdurlarından birisi de yaşamını kâğıt ve hurda toplayarak sürdüren ve büyük ihtimal tek geçim kaynağı bu olan Suriyeli mülteci H.I'dir. Evrensel gazetesindeki ilgili habere göre:
Suriyeli mülteci H.İ. hurda kağıt toplamak için motosikleti ile birlikte bir çöp konteynerinin yanına yaklaştı. Bu sırada Ömer B. (18) yönetimindeki 07 BVR 49 plakalı kamyonet, H.İ.'nin motosikletine çarptı. Kaza sonrası araçtan inen Ömer B., Ali R. ve Haktan Ç., H.İ.'yi yumruk, taş ve sopa ile darp etti. H.İ. başına aldığı darbelerle baygınlık geçirdi. Saldırganlar mültecinin motosikletinin üzerinden kamyonetle geçip, ardından yaktı.
Hannah Arendt, "Kötülüğün Sıradanlığı" adlı eserinde aklını ve vicdanını kaybetmiş sıradan insanların Yahudilere karşı uygulanan soykırımdaki rollerini analiz ediyor.
Arendt, bu kitabını Nazi Almanyası döneminde milyonlarca Yahudinin toplama kamplarına, ölüme gönderilmesinden sorumlu olanlardan birisinin, Karl Adolf Eichmann, Kudüs'teki yargı sürecine atıfta bulunarak yazıyor.
Toplumun içinde herhangi bir nedenden dolayı farklı olanın "öteki"leştirilmesi ve bitmeyen nefret suçları bugün hâlâ tarihten ders çıkarılmadığını göstermektedir.
Evet, bugün Nazi örneğinde olduğu gibi kategorik bir soykırım yok, ancak masum insanlar hâlâ nefret suçunun kurbanı olmaya devam ediyor.
Yerinden ve yurdundan edilen insanlara karşı suç işlemeye devam eden bu güruhun kötülüğünü durduracak mekanizmalardan bir tanesi, herkes için adil bir şekilde uygulanan hukukun üstünlüğü ilkesidir.
Evet, suç işleyen her kim olursa olsun evrensel insan hakları prensipleri doğrultusunda yargılanmalıdır.
Oysa, kâğıt toplayan mülteciyi darp edip motosikletini yakan saldırganlar çıkarıldığı Sulh Ceza Mahkemesi tarafından anında serbest bırakılmış.
Bu şekilde, saldırıya uğrayan mültecinin hayatı basit bir kâğıt gibi değersizleştirilmiş ve darp edenler (veya darp etme olasılığı olanlar) cesaretlendirilmiştir.
Maalesef son yıllarda ülkemizde adalete olan güven gittikçe azaldığı için veya hukuk sadece belli kişileri cezalandırma aracı olarak kullanıldığı için, toplumun büyük bir çoğunluğu artık tepkilerini sosyal medyada vererek seslerini duyurmaya çalışıyor.
Bu durum ülkedeki adaletin işleyişini ve insanların çaresizliğini göstermesi açısından son derece üzücüdür.
Tam da bu nedenden dolayı her birimizin üzerinde düşünmesi gereken bazı soruları hatırda tutmamızda fayda var.
Kâğıt ve hurda toplayarak yaşamın kıyısında hayatını sürdüren bir mülteciye saldırıp darp edenlerin ceza alması için illaki Twitter'da gündem mi olması gerekir?
Mültecilerin darp edilmesini tolere eden hukuk, toplumsal huzurun oluşmasına ne kadar katkı sunabilir?
İnsana zarar vermekte hiçbir sorun görmeyen ve bir mültecinin kâğıt toplama arabasını yakan zihniyet, yarın bir gün bir başkasına; kadına, yaşlıya, çocuğa, doğaya kim bilir ne zararlar verir.
Dünyanın en büyük adalet saray(lar)ını yapmakla adalet inşa edilmez; hukuk ancak herkese eşit derece uygulandığında görevini yerine getirmiş olur.
Sonuç olarak: Türkiye'de kendini muhtelif nedenlerden dolayı imtiyazlı konuma koyan veya ayrıcalıklı olduğunu tasavvur eden bir kesim, kendisi gibi olmayan ve kendisi gibi düşünmeyen herkesi "öteki" olarak görüyor.
Elbette hepimiz aynı düşünmek zorunda değiliz, şiddet içermeyen her eylem ve şiddeti cesaretlendirmeyen her görüşün ifade edilmesi ve tartışılması gerekir çünkü hakikat tartışarak bulunur.
Ancak, nefret suçunun işlenmesine sebep olacak görüşlerden uzak durmak insanlık için daha faydalı olacaktır.
Bu bağlamda insanları kutuplaştıran veya sürekli birilerini dışlayan değil, gönüller arası köprü kuranlardan olun. En nihayetinde, insan insanın yurdudur.
Suriyeliler yurdunda kalabilselerdi zaten kalırlardı. Sanırım hiçbirimiz sırf hayatta kalabilmek için yaptığımız iş esnasında darp edilip kâğıt toplama aracımızın yakıldığı bir ülkede gönüllü olarak yaşamayız.
Bunu anlamak çok zor değil; sadece biraz daha empati duygumuzu kullanarak hareket etmemiz gerekir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish