Uzun zaman önceydi. Lübnan Komünist Eylem Örgütü Genel Sekreteri Muhsin İbrahim'i daha ileri gidemezse bazı anılarını kaydetmeye ikna etmek için olağanüstü çaba sarf etmiştim.
Israrımın sebebi İbrahim'in kişisel özellikleri ve rolünün özgünlüğü, kendisini bölgenin 3 önemli figürü; Cemal Abdunnasır, Yaser Arafat ve Kemal Canbolat'a bağlayan yakın ilişkilerdi.
İbrahim'in merhum Mısırlı lider ile ilişkisi bilindik, Lübnanlı liderle ise samimiydi. Mesleğim sayesinde Arafat'ın da İbrahim'i ne kadar takdir ettiğini bizzat görme fırsatım oldu.
Muhsin İbrahim izin almadan veya hiçbir formaliteye gerek duymadan Ebu Ammar'ın ofisine istediği ziyaretçi gazeteciyi sokma hakkına sahipti.
Muhsin İbrahim sonunda önerimi kabul etti ve birlikte Cezayir'den Aden'e uzanan durakları ve dostlukları kapsayan zengin anılarını birkaç kez ziyaret ettik.
Yayın tarihi için ön onay alana kadar bölümleri hazırlamaya başladım. Beyrut'u bir sonraki ziyaretimde arayarak beni görmek istediğini söyledi.
Yayın tarihinin geldiğini sanarak sevinçle ziyaretine gittim. Ama beni beklemediğim sözlerle şaşırttı;
İstediğim şeyin seni rahatsız edeceğini ve böyle bir şeyin bir gazeteciden istenmemesi dahi gerektiğini biliyorum. Ama seni bir arkadaş olarak görüyorum, bu nedenle senden sadece röportajı yayımlamayı unutmanı değil, kaydettiğin kasetleri de saklamam için geri vermeni rica ediyorum. Bu talebimle birlikte uygun zaman geldiğinde birlikte yeniden yayına hazırlamamız sözü veriyorum.
Üzüldüm ve bu talebinin nedenini öğrenmek istediğimde, bana söyledikleri benim için tam bir sürprizdi. Verdiği karşılık şöyleydi;
Güvenlik konusunda rahat değilim. Yayımlanması başımı belaya sokabilir. Biliyorsun korkak biri değilim, ama sorumlu davranmalıyım. Bu rejimleri ve suikast kültürünün onlarda ne kadar köklü olduğunu biliyorum.
Dosyan bir rafta durur ve bir anda indirilir ve uygulamaya sokulur. Kendisine bir dereceye kadar koruma sağlayacak bir dokunulmazlık sahibi olduğunu düşünen zavallıdır. Kemal Canbolat'ın Dürzi lideri olması, Arap ve uluslararası ilişkileri onu suikast kararından koruyamadı. Dahası, uzun süren sessizliğimi bozacaksam bunun bir anlamı olmalı. Belli bir siyasi atmosfer bulunmalı.
Meselenin Arafat'a eşlik ederek Oslo Anlaşması müzakerelerinde bir rol oynadığını ima eden suçlamalarla bir ilgisi olup olmadığını sorduğumda şöyle yanıtladı;
Birisi seni hedef almak istiyorsa, hem hassas noktalarını bulabilir hem de yapmadığın şeyler için seni suçlayabilir.
Ardından ekledi;
Kasetlerin içeriğini saklayacağını biliyorum, ancak bunları uygunsuz bir zamanda yayınlamayacağına inanıyorum. Bunun karşılığında, açık diyalogumuza devam edebiliriz ve kayda değer bir şey bulursan not da alabilirsin.
Muhsin İbrahim ile diyalogum sırasında "ülkenin durumu güven verici değil", "gelecek günler daha zor olabilir", "şiddetin diline inanan güçlerin sayısı artıyor" ve "Lübnan'da devlet, kendisine ciddi bir şekilde güvenilemeyecek kırılgan bir yapıdır" türünden ifadeleri dikkatimi çekmişti.
Şaka yollu söylediği şu ifade de dikkat çekiciydi;
Lübnan'ı yönetmekte Gazi Kenan'a (Suriye tugayı komutanı) yardım etmesi için Emil Lahud'u seçtiler.
Yıllar sonra da şöyle demişti;
Mişel Avn cumhurbaşkanlığı makamına seçimlerle gelmedi. Bu formalitelerin bir değeri yok. Avn, aralarında 7 Mayıs olaylarının da olduğu bir dizi darbelerle bu makama geldi.
Bu darbeler siyasi güçleri ölümcül bir seçenek ile karşı karşıya bıraktı; boşluk ve cumhuriyetin dağılışı ya da Mişel Avn adındaki adaya teslim olmak. Avn Hizbullah'ın silahı ve Refik Hariri suikastını takip eden suikastlar karşısında benimsediği pozisyonun karşılığını aldı. Cumhurbaşkanlığı ile ödüllendirildi.
Muhsin İbrahim ile bir başka iz bırakan günlerden birinde, Haziran 1967'den, 1973 Arap-İsrail Savaşı'ndan, İran devriminden, Filistin direnişinin 1982'de Beyrut'tan ayrılmasından ve Kuveyt işgalinden konuşmuştuk.
Kendisinin çok pahalıya mal oldukları için şu iki güne önem verdiğini gördüm; ABD Ordusu'nun Saddam Hüseyin rejimine saldırdığı (ve haftalar içinde kendisini devirdi) 20 Mart 2003 ile Refik Hariri'nin suikasta uğradığı 14 Şubat 2005. İbrahim, Amerikan ordusunun Saddam rejimini devirmesinin, kuşatılmış ve yaralı olsa da Baas rejimi var oldukça imkansız olan bölgeye akışı için İran'a tarihi bir fırsat verdiğini düşünüyordu.
Ayrıca Beşşar Esad'ın iktidarının başında İran aşığı olmadığına da değinmiş ve sınırlarının yakınında konuşlanmış Amerikan ordusunun bir sonraki hedefi olmaktan korktuğu için, Bağdat'ta istikrarlı, Batı yanlısı bir Irak hükümeti kurulmasını önleme planında İran'a katıldığını belirtmişti.
Irak'ın denklemden çıkarılmasının ve Suriye rejiminin kuvvetlerinin Lübnan'dan çekilmesinin ardından İran programına katılmasının bedelini, Arap dünyasının büyük bir kısmının ödeyeceğini öngörmüştü.
Muhsin İbrahim, Refik Hariri'nin Saddam'ın devrilmesinden sonra kurulan yeni dengenin yarattığı bölgesel iklim ve temas hattında öldürüldüğünü düşünüyordu.
Hariri suikastının Kemal Canbolat ve Beşir Cemayel suikastlarından daha tehlikeli olabileceğine, çünkü Lübnan'ı kuruluşundan bu yana bulunduğu konumun aksine bir konuma taşımayı hedeflediğine dikkat çekmişti.
Suikast ile Suriye rejiminin ciddi bir yara aldığına, çünkü en önemli kartı olan ve onu kullanarak sorunlarını çözebildiği, çıkarlarını garanti altına alabildiği Lübnan arenasındaki askeri varlığını kaybettiğine işaret etmişti.
Bu geri çekilmenin, yıllar sonra Suriye'deki korkunç patlamaya katkıda bulunan faktörlerden biri olduğunu düşünüyordu.
ABD'nin Irak'ı işgalinin yıldönümü bana Muhsin İbrahim'in sözlerini hatırlattı. Onu hatırlamamın bir nedeni de şu sözleriydi;
Erken emekli olacağından korkuyorum. Çünkü Lübnan'ın sorunları Lübnan'dan ve politikacılarından çok daha büyük. Konuşacak veya kendisinden anılarını yayınlamayı isteyeceğin birini bulamayacağın gün çok uzak değil.
Ülke uçuruma sürükleniyor ve Mişel Avn bir çözüm değil sorun projesi. Hizbullah, Lübnan yapısının onu kontrol altına alma veya kendisine uyarlama yeteneğini aşan büyük bir proje. Dini gruplar ne kâr ne de zarar konusunda yetenekli değiller. Devlet projesinin başarılı olması için bir ihtimal yok.
Lübnan düşüşünü sürdürürken, Beyrut ile Bağdat arasındaki bölgede yoksulluk sınırının altında yaşayanların sayısı artığı için onu ve sözlerini hatırladım.
Muhsin İbrahim şanslıymış ki Lübnan öyküsünün son bölümüne tanık olmadan aramızdan ayrıldı. Dostu George Havi suikastından sonra onu ziyaret ettiğimi ve kendisinin önce davranarak bana şunu söylediğini de hatırlıyorum;
Sana demedim mi? Bazıları bugünü, bazıları da geleceği veya geçmişi yüzünden suikasta uğruyorlar.
O günler halkların, bireylerin ve haritaların yazgısında kendi izlerini bıraktı.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish