Türkiye sıcak bir kış geçirdi. Kar yağmak için mevsimin son günlerini bekledi. Barajlar boşaldı, göller kurudu. Diyanet İşleri Başkanlığı, tüm camilerde yağmur duası yaptırdı. Ekinleri için su bekleyen çiftçiler kurbanlar kesti el açıp dua etti.
İstanbul’un barajlarında da su seviyesi yüzde 17’ye kadar düşmüştü. Tüm basın her gün baraj seviyelerini, meteoroloji tahminlerini sayfalarına ekranlarına taşımaya başladı. Siz de “Barajlar alarm veriyor” ya da “Büyük tehdit, İstanbul susuz kalacak” gibi hepimizi korkutan başlıkları, çatlamış toprakları gösteren fotoğrafları hatırlıyorsunuzdur.
Sonra bir hafta kar yağdı. Barajlar doldu. Dün itibariyle İstanbul’da doluluk yüzde 64 seviyelerine ulaştı. Haberler azaldı, kuraklık tehlikesi bizim de gündemimizden çıktı. Ama gerçek acaba öyle mi?
BM 1993’te kabul etti
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bugün 22 Mart Dünya Su Günü. Su Günü ilk kez 1992’de Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde yapılan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda (UNCED) gündeme getirildi. Bir yıl sonra 1993 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 22 Mart Dünya Su Günü olarak ilan edildi.
Dünyanın zaten az tatlı su kaynakları artan nüfus, sanayileşme, yapılaşma, ormansızlaşma, küresel iklim değişikliği gibi nedenlerle gün geçtikçe daha da azalıyor. Dünya Su Günü bu tehlikeyi bir kez daha hatırlatmak, farkındalık yaratmak için her yıl başka bir temayla kutlanıyor. Bu yılki tema “Suyun Değeri”
Suyun hayat için önemi olduğu kadar ticari bir değeri de var. Su tarım, sanayi, enerji üretimi gibi birçok alanda da hayati öneme sahip. Gelecekte uğruna savaşlar yapılacağı varsayılan suyun değerini biliyor muyuz acaba?
Su Politikaları Derneği Başkanı, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Uluslararası Su Kaynakları Bölümü Öğretim Görevlisi Dursun Yıldız, Türkiye’nin henüz yeterli idari, kurumsal, fiziksel altyapıya ve toplumsal bilince ulaşamadığı görüşünde. Su politikaları uzmanı Yıldız’a Türkiye’nin suyunu sorduk. Yıldız, sayılara, istatistiklere boğulmadan Türkiye’nin su varlığını ve nasıl değerlendirdiğimizi anlattı.
Suları kirleten iklim değişikliği değil
Söze, “Türkiye yarı kurak bir iklim kuşağında yer alıyor. Hem bu nedenle hem de iklim değişikliği etkisiyle kurak dönemleri yaşamaya devam edecek. Kurak bir dönemin sonrasındaki 20-30 cm’lik kar yağışları bize su yönetimi konusunda normal dönemlerde almamız gereken tedbirleri unutturmamalı” diye başlayan Yıldız, durumumuzda ilerlemeler olsa da hala 2-3 yıl üst üste oluşacak kurak veya yarı kurak bir periyodu en az sorunla atlatabilecek idari, kurumsal, fiziksel altyapıya ve toplumsal bilince ulaşamadığımızı söyledi. Sonra ben sordum, Dursun Yıldız yanıt verdi:
Benim çocukluğumda balık avladığım dereler artık yok. Girmeye korktuğumuz akarsulardan şimdi paçamızı katlayıp geçebiliyoruz. Göller kuruyup yerini, çatlak topraklara bırakıyor. Suyun böyle gözümüzün önünde kaybolmasının nedeni sadece iklim değişikliği olabilir mi, yoksa bizim suçumuz mu?
Bugünlerde birçok konuda yapılan yönetim ve uygulama hataları iklim değişikliğine bağlanır oldu. İklim değişikliğinin etkisi tabii ki var ancak suları kirleten, aşırı çekim yapan, verimsiz kullanan iklim değişikliği değil. Su yönetimi ve su kullanıcılar. Bu nedenle Suyun yönetimi ve kullanımı konusunda paradigma değişikliği gerekli.
Su zengini bir ülke olmadığımız artık malum. Bunu bir kez de ben sormayacağım. Peki bu kadar kıymetli olan suyu nasıl yönetiyoruz. Su politikamız doğru mu? Su sorunu belediyelerin altından kalkabileceği bir sorun mu?
Çok doğru. Biz artık bu su zengini su fakiri konusunu geçmeliyiz. Su zengini değiliz. Ancak fakir de değiliz. Son 10 yıldır suyu daha iyi yönetebilmek için kurumsal, yasal idari tedbirler almaya çalışıyoruz. Başladık ve yol kat ettik, ancak bunları tamamlayamadık. Su yönetimi konusunda bir geçiş dönemi içindeyiz. Geçiş dönemi uzuyor. Ulusal Su Planımızı da 2019 ‘da yayınladık. Bu plandaki hedeflerimiz çok doğru ama uygulamaya gelince, sosyoekonomik ve sosyopolitik etkiler nedeniyle zayıf kalıyoruz.
Özellikle Büyükşehir belediyelerinin Su ve Kanalizasyon İdareleri Genel Müdürlükleri Türkiye’nin nüfusunun yaklaşık yüzde 70’ine su hizmetleri götürüyor. Ancak birkaç büyük kentimiz hariç bu sorumluklarını yerine getirebilmek için yeterli ekonomik, idari ve teknolojik altyapıya sahip değil. Bu nedenle yasalarının ve altyapılarının yeniden ele alınarak düzenlenmesi gerekiyor.
Arıtılan su doğaya bırakılıyor
Son yılların popüler başlıklarından birisi de geri dönüşüm. Bazı sanayi kuruluşlarında atıksuyun filtre edilerek yeniden kullanıldığını biliyorum ama yanılmıyorsam biraz da astarı yüzünden pahalı bir iş. Suda geri dönüşüm konusunda ne durumdayız?
Tüm dünyada su üzerine artan baskılar su yönetimi anlayışını değiştirdi. Su talep edilen yere durmadan su taşımak yerine mevcudu en verimli kullanmak ve kullanılanı tekrar kullanmak anlayışı uygulanıyor artık. Bunda gelişen teknolojiden de yararlanılıyor. Geri dönüştürülen atık suyun uygun alanlarda tekrar kullanımı konusunda bazı büyükşehirlerimizde uygulamalar var. Ancak daha başlangıç aşamasındayız.
Bu uygulamanın özellikle organize sanayi bölgelerimizde (OSB) yaygınlaşması lazım. Ülkemizdeki faal 223 OSB’nin çoğunda atık sular arıtılıyor ancak doğaya bırakılıyor. Örneğin OSB’lerde 2018 yılında 252 milyon metreküp atıksu arıtıldı. Arıtılan atıksuyun yüzde 79,5'i akarsuya, yüzde 8,7'si kuru dere yatağına, yüzde 5,1'i şehir kanalizasyonuna yüzde 6,7'si ise diğer alıcı ortamlara deşarj edildi.
Eskiden yapılan evlerde yağmur suyu biriktiren sarnıçlar, kuyular da yapılırmış. Şimdi yeniden benzer yöntemler duyuyorum. Türkiye’de de uygulamaları var mı? Biz de çok yağış alan bölgelerimizde yağmur suyu hasadı yapıyor muyuz?
Bu yıl büyük kentlerimizde yaşanan meteorolojik kuraklık, çatılardan yağmur suyu hasadı yapılması konusunda hareketlenmeye neden oldu. İstanbul’da büyük sitlerde yağmur suyunun toplanacağı havuzlar yapılması ve geri kullanım sistemi kurulması zorunluluğu getirildi. Diğer bazı il ve ilçelerimiz de bu konuda adımla atıyor. Yapı inşaatlarına ruhsatları verilirken bu konu dikkate alınacak.
Kayıp kaçak oranı yüzde 50 civarında
Su tasarrufu elbette çok önemli bir konu. Sık sık çağrılar uyarılar yapıldığını duyuyoruz. Belediyelerin açıkladığı kayıp kaçak oranlarına baktığımızda kullanmak için biriktirdiğimiz suyun neredeyse üçte biri akıp gidiyor. Türkiye’nin önemli bir alt yapı sorunu mu var?
Türkiye su hizmetleri yönetiminin en önemli sorunu fiziki ve idari kayıplar yani kayıp ve kaçaklar. Ülke genelinde su şebekelerindeki kayıp kaçak oranları ortalama yüzde 50 civarında. Bu hem su yönetimini zorluyor. Hem de su israfına neden oluyor. Sadece biriktirdiğimiz değil büyük masraflarla arıttığımız ve yine büyük enerji masraflarıyla çeşmelere kadar iletmeye çalıştığımız suyun kayıp ve kaçağından söz ediyoruz.
Tabii ki bu esas olarak bir altyapı sorunu. Kentlerimizdeki su şebekeleri eskidi ancak ekonomik zorluklar ve daha çok yeraltına değil de daha görünür yerlere yatırım yapma isteği alınması gereken önlemleri erteliyor. Bu konuda yönetmelik da yayınlandı. 2014 yılında düzenlenen yönetmelikle belediyelerin su kayıplarına yönelik çalışmalar yapması ve bu kayıpların büyükşehirlerde 5 yıl içinde yüzde 30 ve diğer 4 yılda da yüzde 25 düzeyine indirme yükümlülüğü getirilmişti.
Bu konuda birkaç ilimizde ilerleme olmuş ancak belediyelerin büyük bir bölümü bu sorumluluklarını yerine getiremeyince bu süreler tekrar tekrar uzatılmıştır. Bazı gelişmiş ülkelerde bu oran yüzde 3’e kadar indirilmiş olsa bile kayıp ve kaçakların indirilebileceği makul seviye yüzde 10 olarak söylenebilir. Ancak genel olarak biz hala bu değerin çok uzağındayız.
Türkiye sınıfı geçer
Su kullanımı ve yönetimi konusunda sınıfı geçebilir miyiz? Dünyadaki iyi örneklerle karşılaştırdığında durumumuz nedir?
Türkiye yüzölçümü açısında su yönetiminde ileri birçok ülkeye göre çok büyük ve üstelik nüfusu da hızla artan bir ülke. Ayrıca uzmanlara göre iklim değişikliği etkisini de yoğun bir şekilde yaşayan bir ülke.
Nüfus yoğunluğumuz ve su kaynaklarımız ayrı ayrı bölgelerde yer alıyor. Bir de suyun daha fazla olduğu bölgeden daha az olan bölgeye iç göçler var. Yani su üzerine baskıları dinamik olan ve artan bir ülkeyiz.
Türkiye’de su yönetimi konusunda birçok eksiğimizin olmasına rağmen özellikle kentlerimizdeki su temini hizmetlerinin kamu hizmeti anlayışı ile yürütülmeye çalışılması olumludur. Ancak su üzerine baskılar artıyor. Bu nedenle bu hizmetlerin sürdürülebilirliği için hızlı ve radikal bir düşünce ve altyapı değişikliğine ihtiyaç var. Diğer taraftan sulama yönetiminde de katılımcı ve şeffaf bir yönetim ihtiyacımız sürüyor.
Genel olarak bakıldığında Türkiye su yönetimi açısından Hollanda, Almanya düzeyinde değil ama şartların da çok farklı olduğunu görmemiz lazım. Türkiye tüm dünya ülkeleri ile kıyaslandığında kesinlikle sınıfı geçer. Ancak çok daha iyi bir durumda olmamız gerekiyor. Bunun için çalışmalar sürüyor. Ancak önümüzdeki eşikleri aşabilmemiz için su kullanımı ve su hizmetleri yönetiminde paradigmamızı değiştirmemiz gerekiyor.
Independen Türkçe.