Üç yüz onda gelmiş idim cihana
Dünyaya bakmadım ben kana kana
Kader böyle imiş çiçek bahane
Levh-i kalem kara yazmış yazımı
Aşık Veysel’in rumi takvime göre 1310 olduğunu söylediği yıl, 1894.
Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyü. Anadolu bozkırının ortasında toprak damlı evleriyle fakir bir köy.
Çiftçilik yapan ve Karaca lakabıyla anılan Ahmet ile karısı Gülizar 5 çocuklarının 4’ünü kaybetmişti. Biri yanarak, biri henüz beşikteyken ölmüş, çocuklarından ikisini ise Anadolu’yu kasıp kavuran çiçek hastalığına 3 gün içinde kurban vermişlerdi.
Anası yolda tek başına doğurdu
Veysel Karanî’nin develerinin şifaya kavuştuğuna inanılan Beserek Dağı’na gittiler. Yatırın önünde el açıp dua ettiler.
Gülizar yeniden hamile kaldı. Bir gün karnı burnunda süt sağmaktan dönerken sancısı tuttu. Tek başına yol kenarında bir erkek bebek doğurdu. Göbeğini kesip, yemenisine sararak eve götürdü. Beserek Dağı’ndaki ziyaretlerinin anısına adını Veysel koydular.
Aşık Veysel TRT’de katıldığı bir programda, “7 yaşına kadar ben de herkes gibi koştum seğirttim, güldüm oynadım” diye anlatıyor çocukluğunu.
Çiçek bu kez Veysel’i de vurdu
İki kardeşinin ölümüne neden olan çiçek hastalığı işte o zaman, Veysel 7 yaşındayken bir daha uğradı köylerine. Veysel’i de yakaladı. Kardeşleri gibi göçüp gitmedi dünyadan ama çiçek bir gözünü de aldı götürdü. Aşık Veysel, hayatını değiştiren hastalığa yakalanışını Ahmet Kutsi Tecer’in yazdığı “Aşık Veysel, Deyişler” kitabında şöyle anlatıyor:
Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kaydı ve düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım... Çiçek zorlu geldi. Sol gözümde çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bugündür dünya başıma zindan
Sağ gözündeki umut kazayla soldu
Veysel’in sol gözünü alan çiçek hastalığı sağ gözünde büyük oranda görme kaybına neden oldu. Veysel’in bu hali başta ailesi olmak üzere köyde herkesi çok üzdü. Sordular soruşturdular,”“Akdağmadeni’nde bir doktor varmış. Veysel’in gözünü açabilir” diye söylediler. Veysel’in tek gözüyle de olsa görmesini sağlayacak bir umut ışığı doğmuştu.
Ne var ki talih yine gülmedi Veysel’in yüzüne, Bir gün inek sağarken babasının yanına gelen Veysel aniden dönüverdi. Babasının elinde bulunan değnek sağ gözüne girince o ümit ışığı da sönüverdi.
Abisi Ali ve en çok da küçük kardeşi Elif, Veysel’e destek olsalar da, ellerinden tutup onu gezdirseler de iki gözünü de kaybeden Veysel dünyaya küsüyor, kabuğuna çekiliyordu.
“Takdirden gelen tedbir kılınmaz”
Karaca Ahmet en çok “Ben ölünce Veysel ne olacak” diye üzülüyordu. Gözleri görmeden köyde nasıl yaşayacak, ne yiyip ne içecekti bu çocuk. Şiire meraklı, tekkeye gidip gelen Karaca oğlunu teselli etmek için ona şiirler maniler okuyor, öğretmeye çalışıyordu.
70 yaşında TRT radyolarında bir röportaja katılan Aşık Veysel babasından ilk öğrendiği dörtlüğü hala hatırladığını söylüyordu. Kendi durumunu anlatan Kul Abdal’ın dörtlüğünde şöyle deniyordu:
Takdirden gelen tedbir kılınmaz
Ne kılayım çare ben şim’den geri
Yaram türlü türlü merhem bulunmaz
İstersen merhemi çal şim’den geri
Ekmek parasını kazanabilsin diye…,
Sazla 11 yaşında tanıştı. Babası köyde çalışamayacak durumda olan oğlunun hayatını saz çalarak kazanabileceğini düşünmüş bir geçim yolu olsun diye bu sanatı öğrenmesini istemişti. Haklı da çıktı. Veysel adının önüne ‘aşık’ ekleyecek o günü ise şöyle anlatıyordu:
"Ben, henüz on – on bir yaşlarına değmiştim... Babam, benim için düşünürdü: 'Bu çocuk, biz ölenden sonra ne olacak, kim bakar?' diye. Babam bana, üç telli bir saz getirdi. Elime verdi. 'Bu ne baba?' dedim. Babam: 'Oğlum, bu bir sazdır,' dedi. Elime aldım, bir iki evirdim çevirdim. Sonra, 'Baba, bu ne olacak?' dedim. Babam da: 'Oğlum, bu sana bir eğlence, çalıp öğreneceksin' dedi. Köyümüzde Molla Hüseyin diye bir komşumuz var. Molla Hüseyin, güzel bağlama çalar. Babam, sazımı ona götürür, düzen ettirir getirir. Molla Hüseyin, beni çok sever. O güzel güzel Çamşıhı havaları çalar, ben dinlerim... Saz öğrenme merakım arttı amma, bir türlü öğrenemiyorum. Hüseyin Dayının yanından ayrılınca sazı bir tarafa atıyorum. Rahmetli babam saz öğrenmemde ısrar ediyor; hatta beni dövüyordu. 'Oğlum, biz ölürsek sana kim bakar?... Mutlaka seni bir sanat sahibi etmek istiyoruz. Sen ise sazdan başka ne iş yapabilirsin? Çift süremen, tohum ekemen, ekin biçemen... Bunu öğrenirsen, köy odalarında, toplantılarda, kahvelerde çalarak ekmek paranı çıkarırsın' dedi. Ondan sonra saza ısındım; çalmağa başladım. Teli kırılırsa, doğru Hüseyin dayıya koşardım (Selam Olsun Kucak Kucak - Aşık Veysel Hayatı ve Şiirleri- Kutlu Özen)
Kılıç vuramadı düşman başına
Başlangıçta zorlansa da alıştı sevdi sazını. İlk hocası Molla Hüseyin’in ardından babasının arkadaşı olan Divriği’nin köylerinden Çamışıhlı Ali Ağa’dan (Âşık Alâ) tuttu elinden, mızrabı tellere nasıl vuracağını, çalarken aynı zamanda nasıl türkü çığıracağını öğretti.
Karanlık dünyasını sazıyla türküleriyle aydınlatmaya çalışan Veysel 20’li yaşlarına geldiğinde, Osmanlı da Birinci Dünya Savaşı’na giriyordu. Seferberlik ilan edildi. Köyün gençleri, davullu zurnalı askere uğurlanırken, Veysel köyde yalnız kalıyordu. Bir kez daha hayatındaki karanlık onu içine çekiyor, geride kalmak, vatan için arkadaşları gibi cepheye koşamamak içine dert oluyordu
Ne yazık ki bana olmadı kısmet
Düşmanı denize dökerken millet
Felek kırdı kolumu, vermedi nöbet
Kılıç vurmak için düşman başına
Bir darbe de eşinden
Seferberliğin sonlarına doğru artık iyice yaşlanmış olan Karaca ve Gülizar yine “bizden sonra ne olacak” diye düşünerek Veysel’i bir yakınlarının kızı olan Esma ile evlendirdiler. İki de çocuğu oldu Veysel’in bu evlilikten ama birisi annesini emerken boğularak hayatını kaybetti.
Evlendikten kısa süre sonra, 1921’in 24 Şubat’ında annesini, ondan 8 ay sonra da babasını kaybeden Veysel bir darbe de karısı Esma’dan yedi. Abisi Ali’nin bir çocuğu daha olunca evdeki işlere yardım etmesi için bir azap (çiftlik uşağı) tutmuşlardı. Bir gün Veysel hasta yatarken, kardeşi Ali de keven toplamakta iken, Esma, arkasında 6 aylık bir de kız çocuğu bırakarak bu azapla kaçıverdi. Veysel’in kucağında gezdirdiği, hem babalık hem annelik yaptığı bu küçük kız da iki yaşında hayatını kaybetti.
Bir vefasız zalim yare bağlandım,
Tarih üç yüz otuz beşte evlendim.
Sekiz sene bir arada eğlendim,
Zalim kafir yetim koydu kuzumu.
Veysel ne kadar şiirinde “Zalim kafir yetim koydu kuzumu” diye kızsa da bu ayrılıkla ilgili rivayet edilen bir hikayeyi de aktarmadan da geçemeyeceğim.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Veysel kaçacaklarını hissetti
Aşık Veysel'in torunu iş kadını Çiğdem Özer, dedesinin terk edilişi hakkında şu anıyı anlatmıştı:
Köyün en güzel kızıyla evlendirilmiş dedem... Yol arkadaşlıkları aileleri tarafından tayin edilmiş iki insan. Hayat sürprizlerle dolu, gel zaman git zaman evdeki hizmetli Hüseyin'e kayıyor gönlü güzeller güzeli Esma'nın. Aşk bu, insanın gözünü karartır. Aşıklar bir gün kaçmaya karar veriyor ve Esma çocuğunu ve dedemi bırakıp kaçıyor. Ama Veysel de aşık ve kaçacakları gece görmeyen gözlerine rağmen her şeyi hissediyor.
Neyse, bizim kaçaklar Samsun'a vardıklarında Bafra civarında soluklanmak için bir çeşmenin başında duruyorlar. Bitkinler, açlar, ceplerinde bir kuruş para yok. Esma çoraplarını çıkarıyor ve bir bakıyor ki içinde bir tomar para...Evet yaban ellerde kurda kuşa yem olmasınlar diye... İşte bazılarımızın gönlü zengin... Hikaye burada bitmiyor aslında. Hüseyin'le Esma günün birinde perişan vaziyette köye dönüyor. Bu arada dedem ve Esma annenin çocuğu da ölüyor. Dedem o zaman çok meşhur, “Esma’ların bir ihtiyaçları var mı?” diye sorduruyormuş devamlı akrabalarına. (25.04.2018 CnnTürk)
Filmde de kullanıldı
Bu hikaye, 1952'de senaryosunu Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun yazdığı, Metin Erksan'ın yönettiği Aşık Veysel’in de oynadığı filmde de işlenmesine rağmen doğru olmadığı da iddia edilir. Ancak Veysel’in bir süre sonra köye dönen eşinin halini hatırını sorduğu, ona kimi zaman yardımda bulunduğu ise bilinen bir gerçek.
Aşık Veysel yıllar sonra Gülizar adında bir kadınla evlendi. Veysel'in bu evlilikten Zöhre, Ahmet, Hüseyin, Menekşe, Bahri, Zekine ve Hayriye adlarında 7 çocuğu dünyaya geldi ancak çocuklarından Hüseyin birkaç aylıkken hayatını kaybetti.
İlk şiiri ‘Cumhuriyet Destanı’nı 40 yaşında yazdı
Türkiye’nin ihyası Hazreti Gazi
Kurtardı vatanı düşmanımızdan
Canını bu yolda eyledi fedâ
Biz dahi geçelim öz canımızdan.
Aşık Veysel’in 40 yaşında yazdığı ilk şiiri böyle başlıyor. Sazı kucağına aldığı 10 yaşından beri hep usta işi türküleri söyleyen Veysel’in hayatının dönüm noktalarından birisi de “Cumhuriyet Destanı” adını verdiği bu ilk şiiri oldu.
Edebiyatımızın ünlü ismi Ahmet Kutsi Tecer Sivas’a marif müdürü (Milli Eğitim Müdürü) olmuştu. Cumhuriyetin 10. yıldönümü için aşıklardan birer destan yazmalarını istemişti. Aşık Veysel’in destanı çok beğenildi. Sivrialan’ın bağlı olduğu Ağacakışla nahiyesi müdürü Ali Rıza Bey tarafından Atatürk de görsün diye Ankara’ya gönderildi.
Ankara’dan bir türlü yanıt gelmeyince Aşık Veysel bir arkadaşı ile yayan yola düştü. Kara kışta 3 ay süren yolculuktan sonraya Ankara’ya vardı. Atatürk’le görüşemese de destanı Hakimiyet-i Milliye gazetesinde 3 gün üst üste yayımlandı. Aşık Veysel böylelikle tüm Türkiye’de tanınır olmuştu.
Sonra plaklar doldurdu, Anadolu’nun birçok yerini gezip türküler söyledi, sevildi ve itibar gördü. Köy Enstütüleri açılınca aşik Veysel de bu okullarda bağlama öğretmeni olarak çalıştı.
1941-46 yılları arasında Arifiye, Hasanoğlan, Çifteler, Gölköy, Pamukpınar ve Akpınar köy enstitülerinde görev yaptı. Çifteler Köy Enstitüsünde’yken meşhur 'Toprak' şiirini yazdı.
Savaştepe, Pulur, Akçadağ, Kepirtepe, Düziçi köy enstitülerinde de konserler verdi. Son konserine ise 1971 yılında Nevşehir'in Hacıbektaş ilçesinde çıktı.
1965 yılında özel bir kanunla Aşık Veysel'e "Anadilimize ve milli birliğimize yaptığı hizmetlerden ötürü" 500 lira aylık bağladı.
"Dostlar Beni Hatırlasın", "Güzelliğin On Para Etmez", "Kahpe Felek", "Kara Toprak", "Uzun İnce Bir Yoldayım", "Atatürk'e Ağıt", "Beni Hor Görme", "Beş Günlük Dünya", "Derdimi Dökersem Derin Dereye" gibi eserleri hafızalara kazınan ünlü halk ozanı, Deyişler (Haz: A. Kutsi Tecer) ve Dostlar Beni Hatırlasın (Haz. Ümit Yaşar Oğuzcan) isimli iki de kitap yayımladı.
Gelmez yola gitti
Aşık Veysel, bir nevruz günü, 21 Mart 1973’te sabaha karşı 03.30'da doğduğu köy olan Sivrialan’da, şimdi adına müze olarak düzenlenen evde hayata gözlerini yumdu. Sadık yari kara toprağın koynuna, köy mezarlığına defnedildi.
O günlerde Hey dergisinde bir haber çıktı. 11 Nisan 1973 tarihli Cengiz Tünay imzalı haberde genç şarkıcı Fikret Kızılok’un Aşık Veysel’in mezarına gelerek sazını kırdığını ve müziğe ara verdiğini anlatılıyor. Kızılok, “'Ustam öldü, toprak oldu. Ustamın parmaklarına değen bu sazın da toprak olması gerekir. Artık ona can veren parmaklar yok'' diyor.
Aşık Veysel’le tanışan evinde misafir olan Kızılok, ünlü ozanın Söyle Sazım ve Yumma Gözün Kör türkülerini okuduğu albümü ile altın Plak ödülü kazanmış, ödülünü de ustasına armağan etmişti,
© The Independentturkish