"Hele bir insanlar dönüşsün, ben ona göre ayak uydururum" dünyasında "geleceğe dönüş" ne kadar mümkün?

Eve kapanmaların sene-i devriyesini tamamladığımız şu günlerde akıllarda tek bir endişe var: Artık bir şeyler değişmeli. Peki "belirsizlik bitsin" endişesinden, yüzyılların yerleşmiş devlet sistemine kadar pek çok parametre bu değişimi nasıl etkiliyor?

Fotoğraf: Unsplash.com/@ednragc

Penguenler kenarda dururlar. Birbirilerini iterler. İki tanesi atlar. Onların başına bir şey gelmezse diğerleri de atlarlar. 'Şu dönüşüm olsun biz de ona göre uyarız' diyerek kenarda bekleyen bir zihniyet var şu anda.


Pazarlama, reklam ve tüketici davranışları konusundan uzman, İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Levent Erden'in, İmece Platformu tarafından düzenlenen "Geleceğe Etki Zirvesi'nde" sarf ettiği sözler bunlar. 

Tüm dünyada açlık ve yoksulluğa son vermek, iklim değişikliği ile mücadele, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, nitelikli eğitim, sorumlu üretici ve tüketicilerin yetişmesi gibi başlıklar, Birleşmiş Milletler'in 2030'a kadar koyduğu Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri arasında. 

2016 yılında kurulan sosyal inovasyon platformu İmece de bu amaçlardan hareketle, "Daha iyi bir gelecek nasıl olur?" sorusuna yanıtı, değişim öncüsü profesyoneller ve kurumları bir araya getirdiği "Geleceğe Etki Zirvesi"nde aradı. 

Zirve'nin "Dönüşüm Gerçekten Mümkün mü?" başlıklı ilk oturumunun moderatörü de Levent Erden'di.  
 

Levent-Erden.jpg
Next Akademi kurucusu Levent Erden.. Fotoğraf: Twitter/@leventerden


"Dönüşümün tek okulu" sloganına sahip Next Akademi kurucusu Erden'e KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır ve Chicago Üniversitesi Ekonomi Profesörü Ufuk Akçiğit eşlik etti. 

İş kayıpları ya da evden çalışma sistemine geçilmesi gibi nedenlerle "eve kapanmada" birinci yılını dolduran pek çok insan için elzem olan artık tek ortak ihtiyaç var: Dönüşüm. 

Peki Erden'in de "Doğal süreç değişimdir, zor olan dönüşümdür" diyerek açıkladığı bu ihtiyaç ve önündeki engeller neydi? 

Türkiye'nin en büyük araştırma ve danışmanlık şirketlerinden KONDA'nın Genel Müdürü Bekir Ağırdır'a göre dönüşüm üç parametresi var: Zihniyet, kurumlar ve kurallar. 

Bu üçünün asla ayrı ayrı düşünülemeyeceğini söyleyen Ağırdır'a göre bu konular da üç önemli alanda dönüşüm geçirmeli: Bilim, teknoloji ve devlet. 

Levent Erden'in "penguen" örneğine benzer şekilde Bekir Ağırdır da herkesin bir başkasından dönüşüm beklediğini aşağıdaki örnekle açıklıyor: 
 

Herkes balkondan hayata bakıyor. Bir araştırmacı, bir bilim insanı ya da bizim gibi her konuda cak cak öten birisi gelecek, ‘Hayatta şunlar değişti, siz de ona göre pozisyon alın' diyecek. İnsanlar da, şirket yöneticileri de balkondan aşağı inip ona göre davranmaya çalışacak. 

Değişim böyle bir şey değil. Herkes kendini oyunun dışına alıp, ‘Ne değişiyor bakayım, ben ona göre ayak uydurayım' şeklinde sanıyor meseleyi. Her birimizin, her bir aktörün yapacakları değişimin yönünü belirleyecek. 


Ağırdır'a göre dönüşümün önündeki en önemli engeller: Hiyerarşi, belirsizlik ortamında sürekli bir belirlilik beklentisine girilmesi, her tür adaletsiz farklılığın geri dönülemeyecek seviyeye gelmesi ve hayatı denetleme üzerine kurulu devlet yapısı. 

Hiyerarşideki sıkıntıyı açıklayarak başlıyor KONDA Genel Müdürü. 

"İçinde bulunduğumuz hayat, artık belirsizlik ve karmaşıklık esaslı" diyor Ağırdır. O nedenle hemen her firmada iş yapma şekillerini belirleyen, şık isimler taşıyan, bir sürü kutucuktan olan hiyerarşik organizasyon şemaları, dönüşümün bugünkü hızına engel oluyor. 

Zira belirsizlikle dolu hayatın hemen her kavşağında "ne tür kararların alınacağı, o kararlarda kimlerin yetkili olacağı" gibi tanımlı bir süreç artık çok uygulanabilir değil. 

"Neden-sonuç ilişkilerinin birebir ve doğrusal çalışmadığı bir zaman dilimindeyiz" diyen Bekir Ağırdır, şöyle devam ediyor: 
 

Bütün bu süreçleri bir belirlilik üzerinden tanımlıyoruz. 

Bilardo oyunundaki gibi: Topa şöyle vuracağım. O top gidecek diğer uçtaki topa vuracak gibi zihnimiz bir hesap ve belirlilik arıyor. 

Belirlilik arayan zihnimiz ve bunun türevleri, planlar, bütçeler var. Bir şirket için 12 ayı tanımlayan zihnimiz, bugünün karmaşık yapısını kavrayamıyor ve ‘Ne zaman bitecek bu belirsizlik?' diyor. 


Ağırdır bu soruya "Bitmeyecek" diye yanıt veriyor. Artık hayatlarımızın organizasyonu, belirsizlik temelli bir hayat üzerine kurulmalı. Karar süreçleri buna göre yönetilmeli. Ve yine Ağırdır'ın dediği şekliyle, "Plan ve bütçeler yerine, senaryolarla iş yapılmalı". 

Dönüşümün önündeki diğer bir engel ise sosyoekonomik, kültürel, ülkesel, refah, eğitimsel farklılıkların kapanma imkanının kalmamış olması. 
 

Bekir Ağırdır
KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır/ Fotoğraf: Güray Ervin


"Bugünün dünyasında, bu yeni hayata başlarken, adaletsizlik ve yoksulluk kalıcılaşmış durumda" diyen KONDA Genel Müdürü Ağırdır'a göre aradaki farkların kolayca kapanamayacağı, yeni bir Güney Kore ya da Singapur örneğini göremeyeceğimiz bir dünyadayız. 

1950'lerin başındaki Kore Savaşı'ndan sonra 1960'larla birlikte ticaret politikasını ithalat ikamesinin ihracat eksenli kalkınma stratejisine çeviren Güney Kore, önce ağır sanayi, 1980'lerde otomotiv ve elektronik, 90'lı yıllardan itibaren ise bilişime odaklandı. 1997'deki Asya Ekonomik Krizi'nde aşan Güney Kore, bugün pek çok teknoloji devi şirketin doğduğu yer. 

Eski bir İngiliz sömürgesi olan Singapur ise 1965'te bağımsızlığını ilan etmesinin ardından uzun vadeli ekonomi politikalarıyla çok hızlı şekilde toparlandı. Bugün dünya çapında önemli bir liman ve serbest ticaret merkezi, dünyanın önemli petro-kimya ve elektronik üreticilerinden birisi. 

Ağırdır, içinde bulunduğumuz "farklı dünyanın" Türkiye yansımasını ise şöyle açıkladı: Kasabada doğup büyümüş bir çocuğun, Türkiye'nin en büyük üniversitelerini kazanacağı, İstanbul'un özel sektöründe başarılı olacağı başarı hikayelerini neredeyse mümkün kılamayacak bir adaletsizliğin olduğu, yoksulluğun kalıcılaştığı bir zaman aralığındayız. 

"Devletin sahiplerinde 'ben de gençler gibi düşünürüm' tavrı var" 

Bekir Ağırdır, dönüşümün önündeki dördüncü ve son engeli şu şekilde açıklıyor: Sanayi toplumlarının ürettiği, hayatı denetleyen bir devlet modellemesi
 

Kamu kurumları dediğimiz şey hayatı denetlemek üzerine kurulu. Hele bizim gibi ülkelerde… 

Bir yandan daha önce bahsettiğimiz adaletsizlik ve yoksulluk, diğer yandan karmaşık, çok aktörlü, çok boyutlu hayat yapısı var. Devlet denilen mekanizmaya da ihtiyaç var. O nedenle devletin yeni rolünün nasıl tanımlanacağı önemli. 

Devletin sahipleri, askeri ya da sivil bürokrasi ya da siyasi elitler, dönüşüme engel çünkü güç kaybı istemiyorlar. Örneğin gençler söz sahibi olacaksa, "gençler gibi düşünürüm ben" tavrı var. "Hayatın her şeyini belirleme" tavrını sürdürmek istiyorlar. 


Ağırdır'a göre bu tavır, yalnızca devlette değil sivil toplum örgütlerinde de var. 

Zira Türkiye'de sivil toplum kuruluşlarında da devlette olduğu gibi hiyerarşik yapılar, gücünü bırakmayan elitler, hayatın her şeyini belirlemek isteyen kurucu babalar var. Ağırdır'a göre bu engellerin çok önemli bir kısmı zihni yapılanmalara ve ezberlere dayanıyor. 

"Merkezi otoriteler, uyguladıkları politikalarla dönüşümü sağlamaktan ziyade, dönüşüme engel olabiliyorlar"

Chicago Üniversitesi Ekonomi Profesörü Ufuk Akçiğit de dönüşümün, merkezi bir otoriteden sağlamanın kolay olmadığı konusunda hemfikir. 

Akçayiğit, "Bir sonraki en önemli adımın ne olduğunu anlayabilmek, ona göre planlama yapabilmek ya da insanların neyi isteyeceğini anlayabilmek, merkez otorite tarafından çok kolay olmuyor. Merkezi otoriteler, uyguladıkları politikalarla dönüşümü sağlamaktan ziyade, dönüşüme engel olabiliyorlar" değerlendirmesini yapıyor ve üç farklı ülkeden örnek veriyor. 
 

Ufuk Akçiğit
Chicago Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ufuk Akçiğit/ Fotoğraf: Koç Üniversitesi ​​​​​​​


Bunlardan ilki 30 yıldan fazla bir duvarla Doğu ve Batı olarak ayrılan Almanya. 

Duvarın yıkıldığı 1989'dan bu yana 32 yıl geçmiş olmasına ve ortalama gelirin yükselmiş rağmen, dünyanın en büyük ilk beş ekonomisi içerisindeki Almanya'da Doğu ve Batı arasındaki farkın hâlâ hissedildiğini söyleyen Akçiğit, şunları söyledi: 
 

Duvarın yıkılışından sonra oluşturulan politikalarla ne kadar yatırım yapılması gerektiği ne kadar işçi çalıştırılması gerektiği gibi detaylar belirlenmiş, bu hedefleri tutturamayan şirketlere büyük cezalar verilmişti. Özelleştirmelerde ciddi sıkıntılar yaşanmıştı. 

Hem dönüşüm sağlamaya çalışıyorsunuz hem de insanların başında sopayla "şöyle dönüşeceksin, böyle yapacaksın" diyorsunuz. Bu durum, uzun vadede çok büyük yaralar açabiliyor. 


"Hindistan'da bir firmanın büyüklüğü firma sahibinin erkek çocuk sayısı ile ölçülür"

Ufuk Akçiğit, bugün dünyanın en büyük üçüncü ekonomisi olan Hindistan'da ile ilgili olarak ise şunları anlattı: 
 

Hindistan'da bir firmanın büyüklüğü, geliştirilen fikrin orijinalliği ya da piyasada ne kadar kabul gördüğü ile ölçülmez. Firma sahibinin ailesinin büyüklüğü, hatta kaç tane erkek çocuğu olduğu ile ölçülür. 

İstediğiniz kadar AR-GE desteği, eğitim desteği verin. Burada tekerler, başka bir yerden patlak. Bir güven problemi var. 

"Ben firmamı büyütmek istiyorsam, kasamın anahtarını dışarıdan birine teslim etmek istemiyorum. Çünkü o insan kasamı boşaltırsa ben onu yakalamayacağım" güvensizliği mevcut. 


ABD firmalarında ise eşitsizliğin 1980'lerin başına denk geldiğini aktaran Akçiğit, zamanında uygulanan politikaların artık işe yaramıyor olabileceğini şu örnekle açıkladı: 
 

ABD'de ilk defa AR-GE sübvansiyonları, yani vergi indirimleri 1981de uygulandı. O zaman başlayan ‘ekonomi büyüsün, küçük firmalara teşvik verelim' politikaları, günümüzde yalnızca avukat ordusu olan firmaların yararlandığı politikalar haline gelmiş durumda. 

Tüm sübvansiyonlar, sadece büyük firmaların yararlandığı bir hâl almış. Büyüklerin daha da büyüdüğü bir ortam yaratılmış. Bu rekabetteki düşüş, dönüşümün önünde engel olmaya başlamış. 


Sadece firmalar ve insanların değil politikaların da dönüşmesi gerektiğini söyleyen akademisyene göre zamanında çok iyi kabul edilen politikalar, çağın getirdikleriyle artık işlemez hale dönüşebiliyor. 

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU