1932 yılında Atatürk, meşhur sofra buluşmalarından birisine genç politikacı Reşit Galip'i de davet etmişti.
Oysa Reşit Galip içkinin de dozunu fazlasıyla kaçırmış olmasından dolayı büyük bir kabahat işleyecekti.
Öte taraftan, Atatürk bu genç adama son derece tahammüllü davranıyordu. Bunun iki sebebi bulunuyordu; ilki, Reşit Galip kendisine derin bir sevgi ile bağlıydı ve Paşa da bunun farkındaydı.
Bir diğer unsursa taşradan kendi halindeki bu genç adamı Ankara siyasetine kazandıran da Atatürk'ün bizzat kendisiydi, yani Reşit Galip, Mustafa Kemal Atatürk'ün eseriydi.
Milli Mücadele'nin ağır toplarından Kazım Karabekir, Reşit Galip ve benzeri politikacıları 'suyi şahsiyetler' olarak niteleyecek ve bu tiplerin kendilerini tasfiye etmek üzere sahaya sürüldüğünü iddia edecekti.
Nitekim İstiklal Mahkemelerinde görev alan Reşit Galip birçok ismin tasfiyesinde son derece önemli bir rol oynayacaktı.
Reşit Galip'in siyaset sahnesine çıkışı
Atatürk 17 Mart 1923 senesinde Mersin'e geldiğinde Reşit Galip'i kürsüde görmüş ve hitabetinden son derece etkilenmişti.
Galip, kürsüde adeta kükrediği konuşmasına şöyle başlamıştı;
Sizin karşınızda, zaferlerinizden bahsetmeye lüzum var mı? Grueland'daki Eskimolardan Afrika'nın yanık ve kızgın çölleri ortasında sam yellerinden haber uman zencilere kadar herkes öğrendi.
Atatürk, Ankara'ya döndükten sonra Reşit Galip'i önce kaymakam ve sonrasında vali yapmayı düşünmüşse de General İzzetin Çalışlar'dan boşalan milletvekilliği koltuğuna, yapılan ara seçimle, Reşit Galip'i getirmeyi daha uygun bulmuştu.
Galip'in meclise girmesi ile Ankara siyasetindeki fırtınalı dönem de başlamıştı. Doğu'da başlayan Şeyh Sait İsyanı sonrası kurulan Ankara İstiklal Mahkemesi'nin meşhur azalarından biri de Reşit Galip olmuştu.
Reşit Galip, İsmet İnönü ile ters düşüyor
Reşit Galip'i bir kelimede özetlemek gerekirse 'fevri' kelimesinin ete kemiğe bürünmüş mücessem haliydi.
İsmet İnönü'nün Başvekilliği sırasında son derece hassas bir boyut kazanmış 'Kürt Meselesi' hakkında meclis koridorlarında sarf ettiği cümleler başını derde sokacaktı.
Reşit Galip, ayaküstü kuliste yaptığı konuşmalardan birisinde Kürt kökenli vatandaşların başta Adana olmak üzere Akdeniz taraflarına göç etmelerinden rahatsız olduğunu dile getirmiş ve sayısı kırk bini bulan Kürt göçünün Fransız politikalarına hizmet edeceğini iddia etmişti.
Bu dedikodular İsmet Paşa'nın kulağına geldiğinde Başvekil olarak TBMM'de söz almış ve Reşit Galip'in adını vermeden 'siyasetin dedikodu ile yapılmayacağını ve söyleyecek sözü olanın Meclis kürsüsünde konuşmasını' istemişti.
Olay sonrası Reşit Galip, İsmet Paşa'dan özür dileyerek maksadının çarpıtıldığını iddia etmişse de sonrasında İsmet Paşa, karşı karşıya geldiklerinde Reşit Galip'in elini sıkmadığını Galip, Atatürk'e yazdığı uzun mektupta bizzat dile getirecekti;
Evvelki akşam yine Kulüb'de kendileri tarafından iki arkadaşımın eli sıkılmak ve benim sıkılmamak suretiyle muamele gördüm.
Atatürk, Reşit Galip'e rest çekiyor
1932 yılındaki meşhur hadise ise şöyle gelişecekti. İçkiyi bir hayli kaçıran Reşit Galip, Atatürk'ün sofrasında Milli Eğitim Bakanı Esat Sagay'ı çok sert eleştirmiş, hatta devrimlere ihanet etmekle suçlamıştı.
Atatürk, Sagay'a büyük bir hürmet duyuyordu dolayısıyla bu sözlere içerlenmiş ve Reşit Galip'i susması konusunda uyarmıştı.
Oysa Reşit Galip, Atatürk'ün uyarısı sonrası şu sözleri söyleyecekti;
Burası milletin sofrasıdır, kovulmamalıyım. Kendimi iyi hissediyorum, kalkmam!
Atatürk, bu sözler üzerine ayağa kalmış ve sofradakilere "O halde biz kalkalım, masayı Beyefendiye bırakalım!" diyerek Reşit Galip'in masada tek bırakılmasını isteyecekti.
Herkes Reşit Galip'in siyasi hayatının bittiğini düşünürken Esat Bey'in istifa etmesi sonrası Milli Eğitim Bakanlığı görevine Reşit Galip getirildi.
Bakanlığının yanı sıra Türk Dil Kurumu Başkanlığı görevine de Reşit Galip'in gelmesi 'Andımız'dan Türk Tarih Tezi çalışmalarına ve Türk Ocaklarının kapatılmasına kadar birçok tartışmalı uygulamanın hayata geçmesine sebep olacaktı.
Zeki Velidi Togan'dan Türk Tarih Tezi tartışmalarında Reşit Galip'e ince ayar
Atatürk'ün manevi kızı Afet İnan'ın da etkin bir rol aldığı 1932 tarihli Birinci Türk Tarih Kongresi'ndeki tartışmalar da son derece ilginçti.
Reşit Galip'in ve konudan bihaber uzmanların yaptığı konuşmalarda bilimsel gerçekliğe dayanamayan tezler, Merhum Zeki Velidi Togan tarafından bu kongrede bir bir çürütülecekti.
Örneğin konuşmalarından birisinde Togan; Türk Dil Kurumu Onursal Başkanı sıfatıyla kürsüye gelen Reşit Galip'in 'Orta Asya'da İç Deniz' gibi tuhaf iddialarına şöyle cevap verecekti;
Mesele Avrupalı, Amerikalı seyyahların hatıratından not çıkarmak değildir. Bu seyyahların tetkikle beraber Çin membaları ile ve diğer bir suretle Türk, Farisi, Arap membalarını karıştırarak tarihi devirler için bir netice çıkarabilmektir, mesele budur. Benim öğreneceğim bu kadardır. Ben jeolog değilim, tarihçiyim. Tarihi devirlerde Türkistan'da tedrici müterakı bir kuraklık olmuştur.
Dünyanın diğer bir kıtasında olduğu gibi. Mesela Elbiruni'nin ispata çalıştığı 35 senelik kuraklık devresini ispat etmiştir ve muhacereti akvamın sebeplerini izah etmek için bu nazariyelerle izah etmiştir. Yani böyle kuraklık olabilir fakat devamlı, müterakkı kuraklık yoktur.
Tarihte de yoktur, görmüyoruz. İşte Şemsettin Beyefendi Türk tarihiyle, İslam tarihiyle uğraşmış muhterem bir zattır. Hunların hâkimiyeti akınları hakkında Çin membalarından da malumat toplamıştır. Fakat orada birçok nehir isimleri geçiyor. Onların hiç birisi eski zamanda vardı da şimdi yok mudur?
Zeki Velid Togan'ın Birinci Türk Tarih Tezi Kongresinde tek tek tespit ettiği ve bugün okunduğunda tebessüm ettiren mantık hataları sonrası başı bir hayli derde girecek ve Türkiye'yi terk etmek zorunda kalacaktı.
Togan, Türkiye'ye ancak 1939 yılında Milli Eğitim Bakanlığının daveti ile dönebilecekti.
Reşit Galip ve Andımız
Reşit Galip ömrünün sonuna kadar Atatürk'e bağlılığını sürdürdü. 23 Nisan 1933 yılında Cumhuriyetin 10. yılı münasebetiyle bir metin yazdı ve çocuklardan her sabah birinci dersten evvel okumalarını istedi;
Güzel yüzlü, güzel özlü Türk yavruları! Size bugün şu işi veriyorum. Bayram biter bitmez, mekteplerinize döndüğünüzde ilk günden başlayarak birinci derse girdiğiniz zaman sınıflarınızda hep birden ve her gün şu sözleri tekrarlayacaksınız:
Türküm, doğruyum, çalışkanım! Yasam: Küçükleri korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir. Ülküm: Yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun!
Bu metin daha sonra Milli Andımız olarak kabul edildi ve her sabah çocukların okuması zorunlu kılındı.
Sonraki yıllarda bu metin özellikle İslami camia ve kendisini demokrat olarak niteleyen kesimler tarafından bölücülük yaptığı gerekçesiyle eleştirildi.
Merhum Başbakanlardan Necmettin Erbakan bir konuşmasında metni şöyle eleştirecekti;
Siz geldiniz, bu besmeleyi kaldırdınız. Ne koydunuz yerine, 'Türküm, doğruyum, çalışkanım.' Sen bunu söyleyince, öbür taraftan da Kürt kökenli bir Müslüman evladı, 'Ya öyle mi, ben de Kürt'üm, daha doğruyum, daha çalışkanım' deme hakkını kazandı. O Meclis yarın inananların eline geçecek. Bütün bu haklar kan dökülmeden verilecek.
Necmettin Erbakan, bu sözleri sonrası "halkı din, ırk ve bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği" gerekçesiyle 10 Mart 2000'de bir yıl da hapis cezasına çarptırıldı.
2013 yılına gelindiğinde ise AK Parti, antidemokratik bir metin olarak tanımladığı Andımızı, demokrasi reformları çerçevesinde kaldırdı.
Muhalefetten, özellikle de MHP'den gelen eleştirilere cevaben ise dönemin AK Parti sözcüsü Hüseyin Çelik şöyle cevap verecekti;
Sayın Bahçeli'nin Andımız'la ilgili çok büyük şikâyetleri var. Bir Türk çocuğu her sabah yemin etmek zorunda mı? Demezse Türklüğüne zarar gelir mi? Andımız'ı velilerin isteğine bırakın onlar karar versin böyle konuşarak insanların değerleri ve kutsalları ile oynamayın. Sayın Bahçeli bu andın unutulmasını istemiyorsa mesela MHP'nin her grup toplantısında kendisi söyleyip oradakiler de tekrarlayabilirler.
Reşit Galip'in yazdığı metin 2013'te kaldırılsa da 2018 yılında Danıştay'ın yürütmeyi durdurmasıyla Türkiye gündemine tekrar girdi.
Milli Eğitim Bakanlığı, Danıştay'ın kararını temyize götürerek bu kez Danıştay'ın kararını iptal ettirdi.
Bu süreçte Cumhur İttifakı neredeyse dağılmanın eşiğine gelmiş; ama bir şekilde sorunlar çözülmüştü.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da Reşit Galip ve Ant'ımız ile ilgili şu ifadeleri kullanacaktı;
Andımız geride bıraktığımızı sandığım bir konuydu. 2013'te bunu çözmüştük. Danıştay yetki aşımı yaparak maalesef bu düzenlemeyi iptal etmiştir. Türkiye'yi hak etmediği bir tartışmanın içine sürükleyen bu karar, eski hastalıkların yaşadığını gösteriyor.
Tek parti CHP'si döneminde başlatılan uygulamayı hala sürdürmeyi çalışmak yanlıştır. Andın ilk halini Türk Ocaklarını kapatmasıyla, üniversitelerini perişan etmesiyle bilinen tıp doktoru Reşit Galip yazmıştır. Türkçe ezan zulmünün de mimarıdır. Milletimizin en etkili andı İstiklal Marşı'dır. Bunun dışına bir and tanıyoruz, tanımayacağız.
Reşit Galip, öldüğünde sadece 41 yaşındaydı. Oysa Türk Ocaklarının tasfiyesi, üniversite reformu, Türk Tarih Tezi, Türkçe ezan, Andımız ve daha birçok tartışmalı uygulamanın altında onun imzası bulunuyordu.
Bugünkü Andımız tartışmaları ışığında Reşit Galip'in hayaletinin yaşadığını görmek mümkün.
Merhum Cemil Meriç'in veciz bir şekilde ifade ettiği üzere;
Yaşayanları yöneten ölülerdir. Demek ki öldürülmesi gereken ölüler de var.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish