Yıllar önce bir hikaye dinlemiştim yaşlı bir bilgeden. Orta Anadolu'nun steplerinde geçen bir hikaye. İki büyük ordunun savaşını anlatıyordu yaşlı bilge.
Söylenceye göre her iki ordu Yozgat-Ankara arasında savaşa tutuşup, yıllarca birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışmışlar.
Birinin coğrafyası İran ve Mezopotamya'nın içlerinden başlayıp, Kızılırmak'a kadar uzanırken, diğerinin ise yaşam alanları Menderes ve Gediz nehirlerinden başlayıp, Orta Anadolu'yu uzanıyor.
Kızılırmak ise iki topluluk için de karşı karşıya geldikleri sınır kabul ediliyor.
Medler doğudan, Lidyalılar batıdan ilerleyip, etki alanlarını genişletince, iki topluluk Kızılırmak boyunca kafa kafaya gelmişler ve iklim koşullarına göre birbirlerini taciz etmeye, beş yıl süren bir savaşa girişmişler.
İşte o savaş günlerinden birinde karşılıklı vuruşma bütün hızıyla sürerken, iki ordu at kişnemeler, kılıç şakırdamaları altında Yozgat ve Ankara yakınlarında karşı karşıya gelir.
Savaş öylesine sert ve kıran kırana başlar ki, ortalık kan revana döner. Ordular iç içe geçmiş, birbirlerini alt etmeye çalışırken, birden ortalık kararmış, gün geceye dönerek, olağanüstü bir durum yaşanır.
Askerler şaşkındır, gün ortasında havanın geceye dönmesi her iki ordu arasında bir iç sorgulama başlatarak, Tanrıların savaşmalarını istemediklerini, bu nedenle günün geceye döndüğü düşünülür ve buna inanılır.
Meydan sessizliğe gömülür, askerler çadırlarına çekilir, gözler gökyüzüne çevrilir.
Tarihte Güneş Tutulması Anlaşması olarak da bilinen olay, tarafların savaşa ara vermesiyle ve bir süre sonra aralarında anlaşma sağlayıp barışçıl bir ortam hakim olmasıyla sonuçlanır.
O yıllarda dinlemiş, efsane olarak zihnimin bir kenarına itmiştim.
Aradan baya bir zaman geçti, on beş yıl gibi uzun bir zaman. Ne Yozgat aklımda, ne de iki ordunun Güneş tutulması üzerine barış yapması. Unutmuşum anlatılanları.
Ta ki 2005 yılında Yozgat'a sürgün bir öğretmen olarak gitmek zorunda kaldığım güne kadar anlatılanlar zihnimde uyur şekilde bekledi.
Sürgün kararnamem elime tutuşturulduktan sonra, hikayede adını duyduğum ve zaman zaman sürgün öğretmenlerden varlığını bildiğim Yozgat'a doğru yola çıktım.
Çok bilmediğim, tanımadığım bir coğrafya değildi ama derinlikli tanıdığım, bildiğim bir yer de değildi. İçim acıyarak, öğrencilerimden ayrılmış, yeni görev yerime doğru yol almıştım.
Yozgat sürgünler yurdu gibiydi. Memurlar, öğretmenler, sağlık teknikerleri, hemşireler, hatta doktorlar idarenin görünen lüzumu üzerine Yozgat'a gönderilerek, cezalandırılıyordu.
Sürgün diye resmi bir ceza yoktu ama görünen lüzumun ne anlama geldiğini bütün idare ve bütün çalışanlar biliyordu.
Memurları sürgüne göndermek Osmanlı'dan Cumhuriyete süren bir gelenek haline gelmiş, günümüze kadar ulaşmıştı. Hala aynı yöntemin uygulamada olduğunu da biliniyor.
Yozgat yollarında kafamda bin bir kaygı ve merak varken, uzun zaman önce dinlediğim hikayenin tekrar karşıma çıkacağını hiç tahmin etmiyordum.
Hatta hikayenin geçtiği yerin Yozgat olduğunu bile unutmuştum.
Yozgat tipik bir İç Anadolu kenti, karasal iklimin egemen olduğu bir kış memleketi. Kent nüfusundan çok köy nüfusu yoğundu o zamanlar.
Halkının çoğu tarım ve hayvancılıkla uğraşır, büyükşehirlerle ilişkiler göç nedeniyle yoğundu. Sanırım hala aynı durum geçerli.
2005 yılının ekim ortalarında göreve başlamak için gittiğim Yozgat'ta tesadüfen elime geçen Yozgat İlini tanıtan derginin sayfaları arasında Kerkenez Dağı'nda Medlerin sarayından bahseden yazı ilgimi çekmiş, zihnimi kaşımıştı.
Merakımı dağıtmak için bu dergiyi alıp, çantama koymuş, görev yaptığım köye doğru yol almıştım.
İlginçtir ki dergi bir Med Sarayı'ndan bahsediyordu ve araştırmalarda kayıp olan bir antik kentin izlerinin bulunduğu yazılıydı.
Merakım iyice artmış, zihnim karışmıştı. Kerkenez neredeydi, bahsedilen kent, hangi kentti?
Yozgat maceram çok sürmedi. Sürgünlük bana ağır geldi ve ben öğretmenlikten istifa ederek, doğduğum topraklara döndüm.
Ama aklım Kerkenez Dağı'nda yapılan araştırmalarda kaldı. Bir araştırmacı edasıyla olmasa bile Kerkenes Kazıları hakkında kendimce küçük araştırmalar yapmaya çalıştım.
2007 yılında Arkeo Atlas dergisi Hayalet İmparatorluk: Medler diye bir dosya yazısı yayımlayınca kafamdakiler yerine oturmaya başladı, eski hikaye yeniden zihnimde canlandı.
Fotoğraf giderek netleşti, pazılın parçaları yerine oturdu…
O gün bu gün, oradan gelecek haberlere kulak kabartıyorum. Hakkında yayımlanan çok makale olmasa da, sanırım kazılar hala devam ediyor.
Kentin gün yüzüne çıkarılan surları, kent kapıları ve yerleşim yerleri buranın, Orta Anadolu'nun en önemli antik kenti olabileceğini ortaya koyuyor.
İşte, yıllar önce hikayesini dinlediğim ve Orta Anadolu'da bir yerde varlığı efsaneleşen kayıp Med Kenti ve hikayesi sürgün olduğum yerde karşıma çıkmış, daha belirginleşerek, zihnimdeki yerini almıştı.
İlk defa 1928 yılında yapılan kazılarda bir Asur Kentinin kalıntılarına ulaşıldığı düşünülmüş ama sonradan buranın asırlardır kayıp olan Med Şehri Pteria olduğu anlaşılmıştır.
1993 yılında yapılan yüzey araştırmaları ve kazılar da bu tezi desteklemiş, güçlendirmiştir...
Kazıların ağır aksak sürdüğü alan, Yozgat İli Sorgun İlçesi sınırları içinde yer bulunan Kerkenez Dağıdır.
Kerkenez Harabeleri olarak da bilinen kazı alanı için tarihin babası sayılan Heredot şunları notlarının arasında paylaşmıştır...
Ordu, nehri (Kızılırmak) geçtikten sonra Kapadokya'da Pteria adlı bir şehre geldi. (Pteria, Karadenizdeki Sinop şehrine dikine çekilen bir çizgi üzerine düşen bölgenin en güçlü şehridir). Ordusunu burada konaklatan Krezüs, Suriyelilerin ülkesindeki ekinleri yok etmeye başladı, şehri aldı, halkını esir etti. Civardaki şehirleri de ele geçirerek Suriyelileri evlerinden, yurtlarından etti. Bu sırada ordusunu toplayan Kiros, Krezüs ila karşılaşmak üzere harekete geçti ve yol boyunca asker toplamak suretiyle ordusunu genişletti. Hareket etmeden evvel İonya'ya haberciler göndererek bu ülkeyi Krezüs'ten koparmak istedi, fakat başarı kazanamadı. Her şeye rağmen Pteria'ya yürüdü ve Krezüs'ün ordusunun karşısında karargahını kurduğu zaman, iki ordu arasında bir kuvvet denemesi oldu. Her iki tarafın büyük kayıplar verdiği şiddetli bir savaştan sonra gece bastırdı ve bir sonuç alamadan savaşa son verildi.
(Çeviri: Perihan Kuturman. Hürriyet Yayınları. 1993)
Med ve Lidyalar arasında savaş çıkar ve beş yıl sürer. Bu süre içinde hem Lydia'lılar, hem de Media'lılar zaman zaman zafer kazanırlar. Bir seferinde, beş yıl süren ve sonuç alınamayan savaştan sonra, hiç beklemedikleri, iki ordunun tümüyle kanlı bir savaşa girdiği bir anda, ortalık birden zifiri karanlık gece olur. Halbuki gün ışığından birden gece karanlığına geçiş olayı, Miletoslu Thales tarafından îonya'lılara daha önceden bildirilmiş, hatta yılın hangi gününde olacağı bile saptanmıştır. Hem Lydia'lılar hem de Med'ler güpegündüz bu karanlığı görünce hemen savaşa son verirler ve her zamankinden daha çok barış isteği duyarlar. (M.Ö. 28 Mayıs 585) Barış anlaşmasının imzalanmasında ve iki krallık arasında evlenme yoluyla bağ kurulmasında Kilikyalı Siennesis ile Babylon'yalı Labynetus yardımcı olurlar ve iki ülke arasında bir uzlaşma doğmasını sağlarlar. Aynı kişiler kuvvetli nedenler olmadıkça anlaşmaların bozulmadan yürürlükte kalamayacağını bildiklerinden Alyattes'in kızı Aryenis'i Kyaksar'in oğlu Astyag'a vermeye ikna ettiler. Herodot 1.74
(Çeviri: Perihan Kuturman. Hürriyet Yayınları. 1993
Yapılan kazılarda Frigce bir yazıt bulunduğu ve buranın Frigler tarafından inşa edildiği ileri sürülse de, bu düşünce çok taraftar bulmamış, daha çok Heredot belgeleri esas alınarak araştırmaların yapılması daha bilimsel bulunmuştur.
2500 yıl önce oldukça geniş bir alan üzerine kurulan antik Ptria Kentinin dışardan gelebilecek saldırıları durdurmak amacıyla 7 kilometre uzunluğunda bir sur inşa edildiği, bu surların genişliğinin 1.5, yüksekliğinin de 2,5 metre olduğu ortaya çıkarılan sur kalıntılarından anlaşılıyor.
Ayrıca kentin çevresini saran surlarda dış dünyaya açılan 7 kapının olduğu da kazılarda ortaya çıkarılmış.
Yıllar önce dinlediğim hikayenin bir efsane olmadığı, hatta olayın geçtiği kentin de var olduğunu öğrendiğimde saçlarım beyazlaşmış, sürgün yolları da uzamıştı…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish