Türkiye'de geçen yıl 24 Ocak'ta Elazığ, 14 Haziran'da Bingöl'de ve 30 Ekim'de İzmir'de olmak üzere ölümlerle sonuçlanan üç deprem meydana geldi ve toplamda 168 kişi yaşamını yitirdi.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, ülke nüfusunun yüzde 71'inin ise deprem riski olan alanlarda yaşadığını kaydetti.
2020 senesinde dünya genelinde deprem nedeniyle hayatını kaybeden kişi sayısını önce 197 olarak açıklayan, daha sonra bu sayıyı 201 olarak güncelleyen ABD Jeolojik Araştırma Merkezi (USGS) verilerine göre, geçtiğimiz yıl gerçekleşen can kayıpları ile Türkiye, dünya genelinde ilk sırada yer alırken, genel olarak üçüncü oldu.
Türkiye'de her yıl deprem haftası olarak kabul edilen, toplumsal bilinçlenme ve kamusal örgütlenmenin hedeflendiği 1-7 Mart haftasında uzman isimlerle konuştuk.
Uzmanlar, deprem olduktan sonra harekete geçmenin değil, gerçekleşmeden önce riskleri en aza indirmenin önemine vurgu yaptı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Deprem Araştırma ve Uygulama Merkezi (DAUM) Müdürü ve Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Sözbilir, Türkiye'nin jeolojik yapı özelinde Alp-Himalaya Dağ kuşağında yer aldığını, burasının aktif bir dağ kuşağı olduğunu, hatalar zincirinin ise ülkenin geçmişte sismik tehlikeye göre topraklarına yerleşmeyip, şehirleri fayların üzerine kurmasıyla başladığını dile getirdi.
Sözbilir, "Binaların jeolojik yapıya göre düzenlenmesi gerekirken, fayların üzerine oturtuldu. 485 fayın hepsinde, il, ilçe ya da köy olmak üzere mutlaka yerleşim var" ifadelerini kullandı.
Türkiye'deki en büyük depremin 1939'da gerçekleşen ve 52 saniye süren 7,9 büyüklüğündeki Erzincan depremi olduğuna da değinen Prof. Dr. Sözbilir, 33 bine yakın kişinin yaşamını yitirdiği olaydan sonra da ders alınmadığını belirterek, deprem oldukça düzenleme yapıldığı eleştirisinde bulundu.
Fay üzerindeki yerleşimin neden olduğu tehlikenin farkına ancak 99 depremiyle varıldığına dikkati çeken Hasan Sözbilir, "Son 21-22 yılda daha dikkatli olmaya, çürük zeminleri iyileştirmeye, depreme dayanıklı bina yapmaya başladık. Ancak her şey olması gerektiği gibi yürümüyor. Türkiye'de 99 yılı öncesi binalar problemli! Çünkü eskiden bir yeri imara açarken jeolojik etüt zorunluluğu yoktu! 99 depreminden sonra bilim insanları olarak, 'Her ilin deprem master planı yapılsın. Ona göre kentsel dönüşümü ayarlayalım' dedik. Öncelikle yerel yönetimin göreviydi. Ama 30 Ekim'deki İzmir depreminde 117 kişi öldü" şeklinde konuştu.
2018 tarihli bina deprem yönetmeliğini çok başarılı bulduğunu belirtse de fay ile ilgili eksikliklerin bulunduğunu savunan Sözbilir, sözlerini şu ifadelerle sürdürdü:
Fay Yasası çıkarılmalı. Mart sonunda büyük olasılıkla yasanın içeriği ilgili kurumlara, kişilere, topluma açılacak. Depremin iki ana bileşeni var. Birincisi yapı-zemin etkileşimi, diğeri de yapı-fay etkileşimi. Yapı ile zemin arasındaki ilişkiyi anlayabiliyorum, deprem olmadan önce ona göre bina yapıldığında zemin-yapı arasındaki problem çözülüyor. Yapı- fay arasındaki soru da yas aile çözülecek. Fay Yasası çıktıktan sonra depremin etkileri minimuma inecek, 2021'in sonunda…
"2022'de Türkiye'de binaların depremle bağlantılı olarak yıkılmaması gerek"
Yunanistan'da gerçekleşen 6,2 büyüklüğündeki depreme de değinen Sözbilir, "Türkiye'de herhangi bir yerde bu büyüklükte sarsıntı yaşansa, mutlaka can ya da mal kaybı yaşanır ancak Yunanistan'da yaşanmadı. Çünkü hem bina kalitesini yani depreme dirençli bina işini, hem de fay-yapı ilişkisini çözmüşler. Biz de kağıt üzerinde bu sene sonunda bu sorunu çözeceğiz. 2022'de Türkiye'de binaların depremle bağlantılı olarak yıkılmaması gerek!
"Deprem olduktan sonra değil, olmadan önce harekete geçmeli"
Prof. Dr. Sözbilir, "Deprem olduktan sonra değil, olmadan önce harekete geçmeli. Sadece deprem de değil, bütün doğal afetlerin il düzeyinde ortaya çıkarılması ve riski en aza indirilmesi için çalışma yapılmalı. Türkiye'deki can kaybını azaltıcı önlem alınması gerekiyor. Deprem olmadan önce, insanların riskli yerlerde yaşamasını önlemek gerekiyor" şeklinde konuştu.
Türkiye'nin uluslararası ölçekte hazırlanan Sendai Sözleşmesi'ni 2015'te imzalayarak yükümlülükleri yerine getirmeyi taahhüt ettiğini de belirten Sözbilir, "Ağustos ayına kadar 81 ilde risk azaltma planı hazırlanmış olacak. Ana hedef, 2023'e kadar toplum olarak deprem dirençli bir ülke haline gelmek" yorumunu yaptı.
"Yapı Denetim Kuruluşlarının yerinde denetim yapması şart"
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şube Başkanı Engin Er de benzer görüşleri paylaştı.
Depreme hazırlığın en önemli şartlarının başında yerinde yapı denetiminin geldiğini belirten Er, özellikle yerel yönetimlerin sorumluluğuna vurgu yaptı.
Türkiye'nin jeolojik konumu nedeniyle doğa kaynaklı afetlerden etkilendiğini ve bu durumun süreceğini belirten Er, fay zonları ve zayıf mühendislik özelliklerine sahip zeminler üstüne oturan yerleşim alanlarına dikkati çekti:
2020 yılı içinde Elazığ-Sivrice, Malatya-Doğanyol ve Pütürge, Van-Başkale, Bingöl-Yedisu, Manisa-Akhisar ile en son İzmir'de meydana gelen depremlerde 168 vatandaşımız yaşamını yitirmiş, 3 bine yakın kişi yaralanmış, 80 bine yakın konut, işyeri ve benzeri bağımsız bina bölümü yıkılmış veya hasar görmüş, 20 milyar lira civarında maddi kayıp oluşmuştur. Sel baskını, heyelan, çığ düşmesi, fırtına vb gibi doğa kaynaklı afetler de eklendiğinde, kayıplarımızın daha da arttığı görülmektedir. Ülkemizde son yaşanan depremlerde can kayıpları ve hasarların büyük bölümünün fay zonları ve zayıf mühendislik özelliklerine sahip zeminler üstüne oturan yerleşim alanlarında olduğu görülmektedir.
Gerek meslek örgütleri gerekse üniversiteler ve ilgili kurumlar tarafından hazırlanan raporlarda, binalarda görülen yıkımların temel nedeninin "zeminden kaynaklanan sorunların yanında malzeme ve işçilik hataları ile denetim sorunlarından" kaynaklandığını savunan Er, TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası olarak yıllardır tüm uyarılara rağmen "Yapı Denetim Kuruluşlarının zemin ve temel etütlerini yerinde denetimi esas alacak şekilde gerçekleştirmediklerinin" görüldüğünü dile getirdi.
Yerinde denetimin şart olduğunu vurgulayan Er, "Konuya ülkemizdeki birçok ilimiz açısından bakıldığında, pek çok yapı denetim kuruluşunun fenni mesuliyetini üstlendiği yapının zemin ve temel etüt çalışmalarını yerinde denetimi esas alacak şekilde yapmadığı görülmektedir. Birçok yerleşim merkezinden geçen aktif fay hatları üzerinde yüzlerce binanın bulunduğunu, sıvılaşma alanlarını, heyelan ve taşkın risklerini göz önüne aldığımızda aktif fay zonu üzerinde meydana gelebilecek 7 ve üstü büyüklükteki bir depremde binalarda ağır hasar ve can kayıpları ile karşılaşılması olasıdır. Depreme hazır hale gelebilmemiz için yerel idarelerin, denetlemelere ve yönetmeliklere hassasiyetle uymaları gerekmektedir" ifadelerini kullandı.
"2020 verilerine göre deprem kaynaklı can kayıplarında Türkiye birinci sırada"
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Güney Marmara Şube yönetim Kurulu Üyesi ve Balıkesir İl Sorumlusu Aysun Aykan da Prof. Dr. Hasan Sözbilir ve Engin Er ile benzer görüşleri paylaştı.
Türkiye'nin deprem kaynaklı ölümlerde dünyada 3. sırada olduğunu, 2020 verilerine göre ise ilk sırada bulunduğunu belirten Aysun Aykan, "Doğa kaynaklı gerçekleşen bu olayları önlemek mümkün olmasa da depremlerin birer afete dönüşmesini engellemek bizim elimizde. Bu yüzden de ülkenin önceliği, depremlere karşı hazırlıklı olma ve zarar azaltma politikaları olmalıdır" şeklinde konuştu.
1999'un Türkiye'de deprem açısından milat kabul edildiğini belirten Aykan, o dönemden günümüze pek çok çalışma yapılsa da yeterli olunamadığını ifade etti.
20 milyon binanın 7 milyonunun riskli olduğunu hatırlatan Aykan, öncelikle konutların sağlamlığından emin olunması gerektiğini vurguladı.
Aykan, sözlerini şu sürdürdü:
"Deprem Haftası olan 1-7 Mart tarihleri arasında, kamuoyunun dikkatinin ülkemiz deprem gerçekliğine çekmek, deprem zararlarının azaltılmasına farkındalık yaratmak ve zarar azaltma-risk yönetimine ilişkin yapılması gerekenleri konuşmamız daha bir önem ve gereklilik taşımaktadır. Bir kez daha ifade ediyorum, öncelikle bilinmelidir ki, depremler jeolojik nedenlerle meydana gelen doğa olaylarıdır. Bu doğa olayı; bilimden, akıl ve teknikten uzaklaşınca birer afete dönüşmektedir. Bu nedenle, depremlerin afete dönüşmesini 'doğanın fıtratı', 'doğal afet' gibi görerek, önlem alınmasını engelleyen, can ve mal kayıplarını kaderimizmiş gibi gösteren anlayıştan bir an önce kurtulmamız gerekiyor. Depremleri önlemek mümkün olmasa da zararlarını ortadan kaldırmak ya da azaltmak mümkün.
"Türkiye'de 7 yılda bir büyük deprem olmaktadır"
"Türkiye Diri Fay" haritası baz alındığında, 5,5 ve üzeri büyüklükte deprem üretme potansiyeline sahip yaklaşık 500 diri fayın bulunması nedeniyle büyük depremlerin de devam edeceğini belirten Jeoloji Mühendisi Aykan, istatistiki çalışmalara bakıldığında her 7 yılda bir büyük bir deprem olduğunun bilindiğini, 2020 yılında deprem nedeniyle tüm dünyada 201 kişinin hayatını kaybettiğini ve bu kişilerden 168'inin Türkiye'den olduğunu söyledi.
Aysun Aykan, hiç vakit kaybetmeden afet zararlarının azaltılması çalışmalarına başlamanın şart olduğunu anımsatarak, gerek bireysel gerekse yerel yönetimler ve merkezi yönetimin el ele vermesinin gerektiğini sözlerine ekledi.
© The Independentturkish