Yıldız Dağları'ndan doğup 283 kmlik yolculuğunda Meriç Nehri'yle birleşerek Saros'tan Ege Denizi'ne dökülen bir nehir Ergene. Trakya'nın tarlalarını sulayıp içinde barındırdığı canlı yaşamla birlikte insanlara su kaynağı olan bir nehir. Özellikle 90'lı yıllardan itibaren maruz kaldığı sanayi atıklarıyla beraber bu yolculuğunu ve işlevlerini sürdürüyor. Atık suların içine akıtıldığı Ergene, geçtiği yerlerdeki tarım arazilerinin sulanmasında kullanılıyor.
Ergene Nehri'nin sulama işleminde kullanıldığı tarlaların bir kısmı da Edirne'nin Uzunköprü ilçesinde. Ocak ayındaki yağışlarla beraber Ergene Nehri'nin taşmasıyla Uzunköprü'deki tarlalar su altında kaldı. 4. sınıf çok kirli su vasfında olan ve içinde ağır metallerin bulunduğu Ergene sularına maruz kalmış tarlalar, Türkiye'nin pirinç üretiminde yüzde 44, ayçiçeği üretiminde ise yüzde 63 paya sahip Trakya topraklarında. Taşkınla beraber birçok ekin zarar görürken, atık suyu emen bu tarım arazilerine yeni ekinler ekilecek.
Ergene havzası, ilk olarak 1970'lerde sanayileşmenin Trakya'ya sıçramasıyla kirlenmeye başlıyor. 1990'lı yıllarda çarpık sanayileşmeyle beraber geçtiği Tekirdağ'ın Çorlu, Çerkezköy ve Muratlı ilçelerindeki sanayi atıklarıyla kirlilik oranı hızla artıyor. Sanayi atıklarının yanında zirai ilaçlama, gübreleme ve evsel atıkların da karıştığı Ergene Nehri kirliliği, halk sağlığı ve gıda güvenliği sorunlarıyla beraber tartışılıyor.
Ergene Platformu ve Trakya Platformu gönüllüsü Avukat Bülent Kaçar, 1996 yılından bugüne kadar Ergene Nehri'nin kirletilmesine karşı toplumsal ve hukuksal mücadeleler içinde yer alıyor. Kaçar, 4. sınıf kıta içi kirli su vasfında olduğunu söylediği Ergene Nehri'ni "Debisinin beşte biri su beşte dördü çeşitli atıklardan oluşan niteliği belirsiz sıvıdır.” diye tanımlıyor.
"Tarımsal sulamada dahi kullanılamayacak derecede kirletilmiş bir sıvı göz göre göre Trakya'yı bir baştan başa zehirleyerek, kirleterek akmaya devam etmektedir” diyen Kaçar, Ergene sularının içerisinde tehlikeli ağır metaller olan kadminyum, kurşun, krom, çinko, siyanür, sülfat, bakır, demir, yağ, florür, fosfor gibi zehirli kimyasal maddeler bulunduğunu belirtiyor.
Kaçar, Uzunköprü Çevre Gönüllüleri Derneği'nin 1990'lı yıllardan bugüne yürüttüğü çalışmalar, Ergene Platformunun mitingleri ve basın açıklamaları, Uzunköprü Kent Konseyi'nin çalışmaları, Trakya Platformunun bilimsel ve hukuksal açıklamaları ile Ergene Nehri ve havzasındaki kirliliği ve acilen önlemler alınmamasını duyurduklarını belirtiyor. Ergene Platformunun katkılarıyla 24 Ekim 2010'da Uzunköprü'de ''Ergene Hayata Dönsün-1'' mitingi binlerce kişiyle gerçekleştirilmiş ve ardından Lüleburgaz'ın Karamusul Köyü'nde 10 Nisan 2011 günü ''Ergene Hayata Dönsün-2'' ve ''10 Nisan'da 10 Bin İnsan'' mitingleri yapılmış.
"Bir zamanlar ovası ve bereketiyle ünlü Ergene Ovası artık sürekli kirlilik ve kirliliğin taşmasıyla gündemdedir” diyen Kaçar, "Ergene Platformu'nun on yıl önce söylediği gibi "Yer altı sularımızı toprağın derinliklerinden bedava çekip, buna karşılık Ergene Nehri'ne zehir akıtan çoğu ruhsatsız, birçoğu sembolik arıtmayla çalışan fabrikalar için önlem alınmalı, belediyeler katı ve sıvı atıklarını kontrol altına alarak çevreyi kirletmeye son vermeli ve tarım doğaya zarar vermeyen şekilde yapılmalıdır. Bunları sağlamak da seçtiklerimizin ve ülkeyi yönetenlerin görevidir” diye devam ediyor.
Kaçar, Ergene Nehri'yle ilgili hukuki süreci ise şu şekilde özetliyor:
"1997 yılında Meriç köylerinde çeltik sulamasını Ergene nehrinden yapan çiftçilerin ürünlerinin zarar görmesi üzerine Edirne İdare Mahkemesi ve Danıştay 6. Dairesi verdikleri kararlarda Ergene Nehri'ndeki kirliliğin oluşmasında ve önlenmesinde sorumluluğun Çevre Bakanlığı'na ait olduğuna hükmetmiştir. Ergene Nehri'ndeki kirliliği engellenmesi için etkin idari tedbirleri devlet kurumlarının alması gerektiği kararlarda önemle vurgulanmıştır. Aynı şekilde 2000'li yıllarda açılan tazminat davalarında da mahkemelerce aynı yönde kararlar verilmiştir.”
"Tek sorumlu şimdiki hükümet değil"
Ergene havzasındaki kirliliğin tek bir sorumlusu olmadığını belirten Kaçar, artan kanser vakaları, taşkınlar, verimli toprakların kirletilmeye devam edilmesi karşısında idari tedbirlerin uygulanması için harekete geçilmesini söylüyor.
Kaçar şöyle devam ediyor:
"Sorun sadece şimdiki hükümetin yaklaşımı değil. 1970'lerden bugüne kadar siyasi iktidarlar ve yerel yönetimler Ergene havzasını yok eden fabrika atıklarını ve evsel-kentsel atıkları kaynağında engelleyemediler ve kirliliği fabrikalara ileri arıtma tesisleri kurdurup çalıştırtarak önleyemediler. Ergene havzasındaki kirliliğin tek bir sorumlusu yok. Ergene havzasındaki kirliliğin kaynağında bertaraf edilmesi için Bakanlıklara, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerine, Belediyelere, Trakya Kalkınma Ajansına, Ziraat Odalarına, Trakya Belediyeler Birliğine görevler düşmektedir. Artan kanser vakaları, taşkınlar, verimli toprakların kirletilmeye devam edilmesi karşısında koltuklarda oturan herkesin denetimler ve etkili idari tedbirler uygulamak için harekete geçmesi gerekmektedir.”
Kaçar, Ergene Nehri suyu içinde bulunan ağır metaller ve kimyasal maddelerle geçtiği topraklar ve çevresine kanser ve ölüm tehdidi yaydığının söylüyor. Ergene Havzası'nda yaşanan taşkınların yaygın ve büyük olduğunu belirten Kaçar, artık sorunun çok ciddi bir halk sağlığı sorunu ve gıda güvenliği sorunu halini aldığını vurguluyor:
"Acilen Sağlık Bakanlığı gerek içme sularında gerekse havza insanında sağlık taramaları yapmalı, Tarım ve Orman Bakanlığı da havzadaki toprakların ve bitkilerin analizlerini yapmalıdır. DSİ ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Ergene suyu analiz sonuçlarını kamuoyuyla paylaşmalıdır.”
"Yeraltı sularındaki toksik madde bu coğrafyanın en büyük sorunu"
Patoloji ve Üroloji uzmanı Prof. Dr. Osman İnci 1996-2004 yılları arasında Trakya Üniversitesi'nde rektörlüğünü yaptığı dönemde Ergene Nehri kirliliği, bu nehirle sulanan tarımsal alanlarda yetiştirilen ürünlerle ilgili birçok çalışmaya gerekli desteği verdi. Nehir kirliliği ölçümlerinin genellikle DSİ ünitelerinde yapıldığını ve sonuçların araştırmacılara açık olduğunu söyleyen İnci, DSİ XI. Bölge Müdürleri ve teknik kadronun her zaman kendisine yardımcı olduğunu belirtiyor:
"Benim çalışmalarım kirliliğin insan doku ve organlarındaki bulgularına yönelikti. Ağır metal ve kimyasal kirlilik döngüsel olarak sonunda doğa ve insanla sonuçlanmakta. Ergene nehrindeki ağır metaller ve kimyasallar sulama ile toprağa, topraktan ürüne, üründen insana uzayan bir süreç geçirmektedir. Biz insan organizmasındaki birikimi ve hastalardaki etkilerini araştırdık.”
"Trakya'nın başına gelen felaket İstanbul'un suya dayalı kirli sanayisinin bölgeye desantralizasyonu kararı ile başlamıştır” diyen Prof. Dr. İnci, Trakya'da tarımın M.Ö. 6400-6300 yıllarında tarihlendiğini aktarıyor; "Toprak ile suyun birlikteliği, tahılın keşfedildiği coğrafya TRAKYA” diyor. Trakya topraklarının %81.6 oranında tarıma uygun olduğunu, Konya, Niğde, Eskişehir arazilerinden yaklaşık 3-4 kat daha verimli olduğunu belirtiyor. "Ergene Havzası Trakya sularının merkezini oluşturmaktadır” diyerek yüzey ve yeraltı sularının büyük oranda Ergene Havzası'nda olduğunu vurguluyor ve ekliyor:
"Suya dayalı kirletici sanayinin Trakya ve Ergene havzasına naklinden sonra tarım toprakları ve Ergene nehri can çekişmeye başladı”.
Prof. Dr. İnci, kaçak sanayileşmenin, kontrolsüz su kullanımının, atık suların arıtmasız deşarjının, yer altı sularının 40 yılda 50-70 metre derine inmesinin, yer altı sularında da toksik madde tespitinin bu coğrafyanın en büyük sorunu olduğunu söylüyor. İnci, özellikle deri sanayisinin, boya ve ilaç sanayisinin, tekstil ve evsel atıkların en büyük kirleticiler olduğunu, il ve ilçelerin çoğunda evsel atık arıtma sisteminin olmadığını söylüyor ve ekliyor:
"Ergene nehri yaklaşık 30 yıldan beri sanayi lağımı haline gelmiştir. Trakya sularının İSKİ marifetiyle İstanbul'a taşınması ise ölümcül vuruş oldu.”
Trakya'da yaşayanların, sivil toplum örgütlerinin, meslek odalarının, aydınların "bu gidişe kayıtsız kalmadığını” söyleyen İnci, 1980'li yıllarda başlayan çevre sağlığı, kentleşme, su kirliliği, yer altı ve yüzey suları, gıda sağlığını irdeleyen toplantılar yapılmaya başlandığından bahsetti. Toplantılar sonucunda da Trakya Üniversitesi Rektörlüğü ve Çevre Bakanlığı arasında "Ergene Havzası Çevre Düzeni Planı "yapılması protokolü imzalandı.
Prof. Dr. İnci şöyle devam etti:
"Plan tamamlandı ve 13 Temmuz 2004 tarihinde onaylanarak yürürlüğe girdi. Planı onaylayan bakanlık daha bir yıl dolmadan 43 değişiklik yaptı. 2009'da "plan revizyonu” adı altında tamamen iptal etti. Yerine İstanbul'un II. desantralizasyonu gereksinimlerine uygun İBB tarafından yapılan plan devreye sokuldu. Yargı süreçleri başlatıldı, uzun mücadeleler sonrası Danıştay 6. Daire kararı ile Trakya Üniversitesi tarafından yapılan planın ana hükümleri korundu”.
"Ergene nehri Trakya Topraklarının (Ergene ovası) can damarıdır” diyen İnci, sulu tarımın yapıldığı havzada Ergene Nehri'nin kullandığını fakat son yıllarda yer altı sularının kullanılmaya başlandığını belirtti. İnci, gerek tarımsal amaçlı gerekse sanayi amaçlı yer altı su kullanımı sonucu yer altı su seviyelerinin daha derine indiğini ve bazı ilçelerde kuyu açılmasının yasaklandığını söylüyor.
Prof. Dr. İnci " Trakya'da su artık pahalı. Sanayi bu suyu bitirince nereye gidecek acaba? Ağır metallerle ve kimyasallarla kirlenmiş toprak kayıp topraktır” diye konuştu.
Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) insan sağlığı için riskli 19 adet eser element belirlediğini aktaran İnci, bunların kaynakları olarak, endüstriyel atık sular, pestisitler, ticari gübre, kanalizasyon atıkları, metal sanayisi ve kömür atıklarının ön plana çıktığını söylüyor.
İnci "Bunların hepsi de Trakya'da var. Nehirde standartların üstünde olan Kadmiyum, Kurşun , Demir, Bakır, Çinkoyu biz dokuda çalıştık. Trakya'da bazı bölgelerde topraktaki Nikel, Kadmiyum düzeyleri tarım için izin verilen değerlerin üzerinde olduğu belgeli” dedi.
İnci, bazı metallerin ve tarımsal ilaçların meyve sebzeleri kökten etkilediğini, yüzde 40 kadarının ürün içinde kaldığını belirtiyor. Geniş yapraklı, köklü bitkilerde, bazı bölgelerde buğdayda ve en önemli ürün pirinçte ağır metal düzeyi yüksekliği birçok çalışmada gösterilmiş ve İnci'nin yapmış olduğu insan, kan ve doku çalışmaları uluslararası bilimsel toplantılarda sunulmuş.
Prof. Dr. İnci'nin yapmış olduğu bilimsel çalışmalarının sonucu şöyle:
"Ağır metallerle kirlenen Ergene Nehri yakınında yaşayan böbrek, mesane ve Prostat kanserli olguların ağır metallere uzun süre maruz kaldıkları görülmektedir. Nehir, toprak ve üründe saptanan Ağır Metal kirlenmesi olgularımızda saptadığımız birikim nedeni olarak düşünülmektedir. Zira bölgede bu düzeyde yaygın bir kirlilik kaynağı yoktur. Besinlerde saptanan limit değerin üzerinde bulunan Ağır Metallerin başta Trakya olmak üzere ciddi bir sağlık sorunu olduğu açıktır..”
İnci "Trakya'da, bölgede yaşayanlar genelde kendi ürünlerini tüketir. Trakya ülke pirinç üretiminde %44, Ayçiçeği üretimin de ise %63 paya sahiptir. Ayrıca bölgede görev yapan kamu görevlileri, Üniversiteliler çarşı –pazar gereksinimini Anadolu illerinde gidermiyor, hepsi yaşadıkları yerde besleniyor” dedi.
Adli Tıpta hızla ilerleyen ve yavaş gelişen toksikoloji tanımlarından bahseden İnci, ‘Hızlı olanı ilgili maddenin alınması sonrası kısa sürede gelişendir' diyor. İnci, gıda maddeleri ile uzun sürede minimal düzeyde alınanların bu grupta olmadığını belirtiyor. Süreç içinde etki gösterdiğini, organizmada biriktiğini, etkinin 10-15 yıl veya daha uzun süre sonra olabileceğini aktarıyor. Bu birikimi incelemek için saç, kemik, kıkırdak, tırnak gibi dokuların incelediğini ve bu amaçla tırnak çalışması yaptıklarını söylüyor.
İnci, "Özetle bu eser elementlerin bir veya birkaç kez alınması fazla bir anlam taşımayabilir. Ama normalden fazla ağır metal içeren gıdaları yıllarca yiyenlerde hastalıkların gelişmesi beklenir. Mide-barsak sistemi, Böbrekler ve idrar yolları etkiye daha açıktır. Ayrıca her ağır metal farklı organda depo edilebilir” diye konuştu.
Ergene Nehri taşkını olan bölgelerde yetişen ürünlerin ağır metaller ve kimyasallar açısından incelenmesi gerektiğini söyleyen İnci, ürün örneklerinin bilimsel verilerle toplanmasını, bağımsız akredite laboratuvarlar tarafından analizlerinin yapılarak sonrasında ürünün halka sunulmasını vurguluyor.
İnci "Eğer değerler gıda güvenliğini tehdit eder düzeyde ise Devletimiz ürünleri satın almalı ve tarımsal üretim yapanlar mağdur edilmemeli” şeklinde kaydetti.
Prof. Dr. Osman İnci, sunduğu yaşamsal önerisinde Trakya'nın tümüyle "Tarımsal Sit Alanı” olarak ilan edilmesini, su ve toprak çalışmalarının başlatılmasını dile getiriyor:
"Yaşanılan süreçler, tarımsal ürün dışalımları göz önünde tutularak geleceğimizi ve egemenliğimizi korumak için üretmek zorundayız. Dünya açlık ve temiz su sıkıntısı SOS vermekte. Biz tarım toprağı ve su zengini bir ülke değiliz. Varlıklarımızı olağanüstü çaba ile korumalıyız.”
© The Independentturkish