Kızamığın yeniden hortladığını, Kovid-19 inkarcılarının şiddet eylemlerine karıştığını, Bill Gates'in aşı olanlara çip takacağı söylentisini aktaran haber manşetlerinin aslında yüzyıllar öncesine dayanan bir tarihi var. Yeniden baş gösteren salgınların ve Kovid'le ilgili ele avuca sığmaz teorilerin kökenleri daha 18. yüzyılda başlayan aşı karşıtı fikirlere kadar uzanıyor.
Günümüzde popüler sosyal medya uygulamalarında yayılan, aşılara dair kaynağı belirsiz bilgiler halk sağlığı için ciddi bir tehlike oluşturuyor. Örneğin, 2019'da Dünya Sağlık Örgütü, "küresel sağlığa yönelik en büyük 10 tehdit" listesine aşı kararsızlığını da aldı. Öte yandan aşı karşıtı hareket, aşının icadından beri varlığını sürdürüyor. Hatta uzmanlar, bugün Kovid-19 aşılarına karşı kampanya yürütenlerin 100 yıllık argümanları kullandığını söylüyor.
Biz de aşı karşıtlığının bugününü anlamak için hareketin Osmanlı'dan Amerika kolonilerine ve günümüze uzanan 400 yıllık tarihine göz attık. Aşının doğuşunu ve aşı karşıtlığının önemli uğraklarını aktarırken de komplo teorilerine değindik ve bunları en iyi şekilde değerlendirmek için uzman görüşlerine başvurduk.
18. yüzyıl ve öncesi: Aşı karşıtlığında dini nedenler
Çiçek hastalığı: İlk aşılama Çin'de başlıyor
Çiçek hastalığı, her yaştan ve her cinsiyetten insanda görülen, irinli kabarcıklara neden olarak yüzde izler bırakan ağır ve bulaşıcı bir hastalık. Ölümcül olabilen bu hastalık tarihi kayıtların başlangıcından beri insanlığı etkiliyor ve aşının icadının da merkezinde yer alıyor.
18. yüzyıldan önce Batı'da uygulanan çiçek hastalığı tedavileri hastanın ateşini düşürmeye yönelik soğutma yöntemlerinden, kabarcıkların altın iğneyle delinmesi ve yayılımı önlemek için dağlanması gibi acılı uygulamalara kadar uzanıyordu. Batı dışındaki uygarlıklarsa daha farklı bir tedavi yöntemi benimsemişti.
11. yüzyılın başlarında Çinli doktorlar, vücuda bağışıklık kazandıracak hafif bir temas yaratmak için çocukları çiçek hastalığına bilerek maruz bırakmaya başladı. Çiçek yaralarının kabuklarından elde edilen tozu gümüş bir tüp aracılığıyla çocukların burunlarından veriyorlardı. Aşılamanın ilk şekli de bu uygulama oldu.
Osmanlı'da bir kadın aşıyı İstanbul'dan Londra'ya götürüyor
18. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Britanya büyükelçisinin eşi Leydi Mary Montagu, bağışıklama (variolizasyon) denen işlemi gözlemleyene kadar Çinli doktorların yöntemi Batı'ya taşınamadı. Bağışıklama işleminde çiçek hastalığının neden olduğu kabarcıklardan alınan az miktarda madde, küçük bir kesikle sağlıklı kişilerin derisinin altına yerleştiriliyordu.
Leydi Mary, 1716'da eşi Edward Wortley Montagu'nun Osmanlı elçisi olarak atanmasıyla İstanbul'a gelmişti. İki yılını İstanbul'da geçiren Leydi Mary, çiçek hastalığı geçirmişti ve yüzünde hastalığın izlerini taşıyordu. Leydi Mary'nin kardeşi 1713'te bu hastalık nedeniyle hayatını kaybetmişti. Leydi, İngiltere'de henüz yapılmayan çiçek aşılamasının İstanbul'da yaygın olduğunu görünce 1718'de küçük oğlu Edward'ı aşıtlattı. Londra'ya döndükten sonra bu işlemi bizzat tanıttı; üç yaşındaki kızına halkın gözü önünde aşı yaptırdı. Başlangıçta, çoğu Britanyalı doktor, bu uygulamayı köylü kadınların başvurduğu "Doğulu" bir kocakarı ilacı olarak gördü. Ancak Kraliyet Doktorlar Koleji Başkanı Hans Sloane, uygulamanın "insanlık için önemli ilerlemeler yaratacağını" söyledikten sonra İngiltere'de de çiçek bağışıklamasının önü açıldı.
1721 aşıya karşı ilk direnç: Cotton Mather ve karşıtları
Uygulama İngiltere'de ve kolonilerinde yayıldıkça direnç gösterenlerin sayısı da artmaya başladı. Muhtemelen en dikkate değer direnç, 1721'deki çiçek hastalığı salgınında Massachusetts kolonisinde, Boston'da ortaya çıktı.
Kolonyal Amerika'daki en önemli entelektüel figürlerden biri olan ve gençken tıp okumuş püriten papaz Cotton Mather variolizasyon yöntemini şiddetle savunuyordu. Ancak çok az Bostonlı hekim, Mather'a katılıyordu. Boston'daki 10 doktordan yalnızca biri, bu riski almaya istek duymuştu. Diğer hekimlerse Mather'ı ve savunduğu uygulamaya şüpheyle yaklaşıyordu. Hatta bazıları Mather'ın "kötü niyetli ve suçlu" olduğunu söylüyordu. Mather'ın penceresine tuğlalar fırlatanlar ve ona "çocuk katili" diyenler oluyordu.
Bu uygulama, Tanrı'nın iradesine saygısızlık olarak görülmüştü. Buna göre kimin çiçek hastalığına yakalanacağını, kimin hayatta kalacağını ve öleceğini yalnızca Tanrı belirlemeliydi. Böylece aşıya yönelik ilk direnişin temeli kültürel önyargı ve dinsel inançla atıldı.
1796: Modern aşıyı bulan köy doktoru Edward Jenner
1790'ların sonunda, çiçek hastalığı Avrupa'yı harap etmiş, yılda yaklaşık 400 bin kişinin ölümüne yol açmış, sayısız kişinin sakat kalmasına neden olmuştu. Ancak Boston'daki dirence rağmen bağışıklama 18. yüzyılda yaygınlaştı. 14 Mayıs 1796'da ise çok önemli bir deney yapıldı ve modern aşı ortaya çıktı.
İngiltere'nin Berkeley, Gloucestershire kasabasında çalışan Dr. Edward Jenner, kasabadaki bağışıklama işlemi sırasında ilginç bir keşfe imza attı. İnekleri sağan sütçü kızlar, işlemden sonra hiçbir yan etki göstermiyor, hastalığa yakalanmıyor ve yine de bağışıklık kazanıyordu. Bu kızlar doktora sıklıkla hasta hayvanları sağarken sığır çiçeği kaptıklarını söylüyordu. Bu sayede Jenner, aşılama için çocukları doğrudan çiçek hastalığına maruz bırakmak yerine çok daha hafif bir hastalık olan sığır çiçeğini kullanmanın mümkün olabileceğini düşündü.
Hipotezini kanıtlamak için bir deney tasarlayan Jenner, sütçü kızlardan Sarah Nelmes'in kolundaki sığır çiçeği yaralarından aşı maddesi oluşturdu ve 14 Mayıs 1796'da James Phipps isimli bir çocuğu aşıladı. Deney işe yaramıştı. Phipps, doğrudan çiçek hastalığına maruz kalmadan bağışıklık kazanmıştı. Böylece çiçek aşısı ortaya çıktı.
Bununla beraber modern aşı terimi kullanılmaya başladı. İngilizce'de aşı anlamına gelen "vaccine" kelimesi, Latince'de "inek" anlamına gelen "vacca" sözcüğünden türedi. Böylece inekler, isimsiz kahramanlar olarak aşı tarihine geçti.
19. yüzyıl: "Aşılananlar sığırlara benzeyecek, hayvanlarla aşk yaşayacak"
1801 dünyada ilk kanun: Osmanlı'nın aşı nizamnamesi
1801'de, yani Jenner metoduna göre çiçek aşısı uygulaması başladıktan üç yıl sonra Osmanlı Devleti'nde aşı resmi politika haline geldi. Çiçek aşısının uygulanması için 1885'te bir kanun çıkarıldı. Teyit'in aktardığına göre "Çiçek Nizamnamesi" adı verilen kanun, dünyada ilkti ve kanun uyarınca aşı yaptırmayan kişiler askeri ve yatılı okullara alınmıyordu.
İlerleyen yıllarda nizamnameye, yeni doğan bebeklerin aşılanması, çocuğunu aşılatmayan ailelere ceza kesilmesi gibi maddeler de eklendi. 1915 tarihli son nizamnamede ise Osmanlı Devleti'nde yaşayan herkese 6 aylık, 7 yaşında ve 19 yaş sonuna kadar olmak üzere üç defa aşılanma mecburiyeti getirildi. Ancak bu esnada Jenner'ın inekler sayesinde yaptığı buluş, Batı'da yıllar sürecek bir tartışmanın fitilini ateşlemişti.
Jenner muhalifleri: İlk aşı karşıtları ortaya çıkıyor
Jenner'ın deneyi, din adamlarını ve doktorları kızdırmıştı. Bu kişiler, aşılanan kişilerin sığırlara dönüşeceğini ve kadınların büyük baş hayvanlarla aşk yaşayacağını söylüyordu. Ancak tabii ki işin sonunda inek-insanlar ortaya çıkmadı. Bunun ardından da aşının Tanrı'nın iradesini yok saydığı tezine başvuruldu.
1800'e gelindiğinde Avrupa'da 100 binden fazla kişi çiçek hastalığına karşı aşılanmıştı. Ancak aşı karşıtı propagandanın muhtemelen ilk örneği de aynı yıl yayımlandı. Bu, bir grup çocuğun dehşet içinde kaçıştığı bir at arabasının yer aldığı Fransız karikatürüydü. Karikatürdeki at arabasını dev bir şırınga ve iğne tutan iki adam sürüyordu ve onların arkasında da hastalıktan yeşil bir canavara dönüşmüş bir kadın oturuyordu.
1802'de yapılan, "Yeni Aşılamanın İnek Çiçeği veya Harika Etkileri" isimli bir gravürde de vücutlarından inek kafaları çıkan aşılanmış insanlar resmediliyordu.
1806'da bir diğer İngiliz doktor, Benjamin Moseley, önde gelen bir aşı karşıtı olarak adını duyurdu. Moseley, aşının tehlikeleriyle ilgili korkunç bir yazı kaleme almış ve çok tuhaf iddialarda bulunmuştu. En çarpıcı iddiası, çiçek aşısı olan kişilerde daha önce hiç görülmemiş bir dizi hastalığın ortaya çıktığıydı. İddiaya göre Sarah Burley isimli zavallı bir kadının yüzü bozulmuş ve insandan çok sığıra benzemeye başlamıştı. Vücudu yaralarla kaplanan Edward Gee'de ise inek kılları çıkıyordu.
1850'ler: Aşı karşıtlığı kurumsallaşıyor
19. yüzyılın ortalarında çiçek aşısında kullanılan malzeme neredeyse tamamen sığır çiçeğinden oluşuyordu. Aşının yaygın kullanımı, çiçek hastalığından ölüm oranlarını önemli ölçüde azaltmıştı. Bunun sonucunda 1840'larda Almanya ve Birleşik Krallık, devlet destekli aşı kampanyalarını benimsedi.
1853'te Birleşik Krallık, bebeklerin 4 aylık olduklarında aşılanmasını zorunlu kılan Aşı Yasası'nı onayladı. Ebeveynler yasaya uymazsa kovuşturmaya ve para cezalarına maruz kalacaktı. 1867'de çıkan İkinci Aşı Yasası ise itaatsizliğin cezasını hapis cezasına kadar genişletti. Bu esnada ABD de eyalet bazında zorunlu aşılama uygulamaları getiriyordu. Massachusetts, 1855'te okul çocuklarının aşılanmasını zorunlu kılan ilk eyalet oldu. 1890'lara gelindiğinde ise çoğu eyalet benzer zorunlu politikaları benimsemişti.
Zorunlu aşılama çiçek hastalığının neden olduğu ölümleri azaltsa da hem Birleşik Krallık'ta hem de ABD'de büyük bir dirençle karşılaştı. Kurumsallaşan aşı karşıtlığı şimdi sivil özgürlükler söylemine bürünmüş ve hekimlerle din adamlarının ötesine geçmişti. Atlantik'in her iki yakasında bir dizi aşı karşıtı örgüt kuruldu. Bunlar arasında Britanya Aşı Karşıtı Birliği (1853), Zorunlu Aşı Karşıtı Birlik (1867) ve Amerika Aşı Karşıtı Derneği (1879) gibi örgütler bulunuyordu. Sonunda Mart 1885'te Birleşik Krallık'ın Leichester şehrinde büyük bir protesto yapıldı ve 80 ila 100 bin kişi, şehir sakinlerinin yüzde 4'ünün çocuklarını aşılatmadığı gerekçesiyle yargılanmasına karşı yürüdü. Ellerinde Edward Jenner'ın resmi ve çocuk tabutları vardı.
20. yüzyıl: Aşı karşıtlığı "hak ve özgürlükler" söylemine bürünüyor
İlk yıllar: Aşı karşıtı hareket kazanımlar elde ediyor
20. yüzyılın ilk yıllarında aşı karşıtı hareket, ABD'de kazanımlar elde etmeye başladı. Örgütlerin popülaritesi arttıkça Frederick Douglass gibi bazı önde gelen özgürlük savunucuları, zorunlu aşının özgürlüğü ihlal ettiği iddiasıyla direnişe katıldı. Sonunda Minnesota'daki parlamenterler baskılara boyun eğdi ve 1903'te okul çocuklarına aşının zorunlu tutulmasını yasakladı. Aşı karşıtları Kaliforniya, Illinois, Indiana, Batı Virginia ve Wisconsin'deki zorunlu aşılama yasalarını da yürürlükten kaldırtmayı başardı.
Aşı karşıtı hareket 1930'larda da gücünü korudu. Ancak bu, dünyanın aşı çağına girişine engel olamadı. Çiçek aşısının genel kullanımı ve çiçek hastalığından kaynaklanan ölümlerdeki bariz düşüş, diğer tehlikeli ve bulaşıcı hastalıklar için aşı geliştirme çalışmalarına yönelik ilgiyi daha da artırdı. Böylece dünya kuduz, difteri, tetanoz kızamık, kabakulak, çocuk felci ve diğer bir dizi tehlikeli hastalığa karşı aşıların geliştirildiği bir çağa girdi.
Modern aşı karşıtlığı doğuyor: Difteri, boğmaca ve tetanoz aşısı tartışmaları
Öte yandan yine 20. yüzyılda kullanıma giren birçok aşı da muhalefet yüzünden birçok tartışmaya konu oldu ve bu tartışmalar, aşı olmayı reddeden çok sayıda kişinin kaybıyla sonuçlandı. Ohio Eyalet Üniversitesi'nin aktardığına göre en bilinen örneklerden biri Birleşik Krallık ve ABD'de yaşanan difteri kriziydi.
Çocukların boğazlarını kalın, gri bir "zarla" kaplayarak ölüme sebebiyet veren bakteriyel hastalıkla ilgili aşı çalışmaları, henüz 1890'larda başlamıştı. Bir dizi gelişmenin ardından 1923'te ısıl işlem görmüş bir toksoid aşıya dönüştü. Bu sayede 1920'lerin sonlarında difteri ölümlerinde ani bir düşüş yaşandı. 1948'de ise tetanoz ve boğmaca aşılarıyla birleştirildi ve DTP (difteri, tetanoz ve boğmaca) aşısı oluşturuldu.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
1970'lerde ise Britanya'da bazı çocuklarda görülen nörolojik rahatsızlıklardan DTP aşısını sorumlu tutanlar oldu. Örneğin, Great Ormond Street hastanesinde yazılan bir raporda 36 çocuğun difteri aşısı sonrası nörolojik eziyet çektiği iddia edildi. Aşı karşıtı Dr. Gordon Stewart da difteride nörolojik bozuklukların ve rahatsızlıkların rapor edildiği olayları içeren bir kitap serisi yayımlayarak tartışmayı alevlendirdi.
Buna cevap olarak, Aşı ve Bağışıklık Ortak Komitesi (A.B.O.K.) ulusal çocuk ensefalopati çalışmasını başlattı. Birleşik Krallık'ta 2 ila 36 aylık bir dönemi kapsayan çalışma, nörolojik problemler yüzünden hastaneye başvuran hiçbir çocuğun durumunun, aşıyla ilgili olmadığını ortaya çıkardı.
Fakat Birleşik Krallık'ta yan etkilerden endişelenenler, DTP aşısını reddetmeye başlamıştı. Aşı uygulamasına itaat etme ve aşı yaptırma oranı, 1974'te yüzde 81'ken, 1980'de yüzde 31'e düştü. Bu keskin düşüş, ülkede 1981-83'te büyük bir boğmaca salgınına neden oldu. Salgın 2012'de de baş gösterdi ve yalnızca İngiltere'de 9 bin 300'den fazla boğmaca vakası kaydedildi.
20. yüzyılda aşılamadaki ilerlemeler, ABD'deki çocukluk çağı boğmaca vakalarının azalmasını da sağlamıştı. Ancak 21. yüzyılın başlarında aşı olanların oranı azalınca vakalar 20 kat arttı ve çok sayıda ölümle sonuçlandı.
21. yüzyıl: İlaç firmalarına duyulan güvensizlik ve güvenli aşı talebi
1998-2004: Andrew Wakefield'ın KKK aşısına dair otizm iddiası
Britanyalı gastroenteroloji uzmanı Dr. Andrew Wakefield, 1998'de 12 arkadaşıyla birlikte tıp dergisi Lancet'te KKK (kızamık, kızamıkçık, kabakulak) isimli karma aşıyla otizmin bağlantılı olabileceğini öne süren bir makale yayımladı. Makale, KKK aşısındaki canlı virüsün barsak mukozasının geçirgenliğini artırarak kana, oradan da beyne geçtiğini ve otizme neden olduğunu iddia ediyordu. Çalışmada yer alan 12 çocukta otizm bulgularının KKK aşılamasından bir ay sonra ortaya çıktığı söyleniyordu.
Ancak Wakefield'ın çalışmasında ciddi metodoloji problemleri vardı ve bu nedenle bilimsel çevreler tarafından şüpheyle karşılanmıştı. Her şeyden önce çalışma sadece 12 çocuk üzerinde yapılmıştı. O yıllarda Birleşik Krallık'ta ayda 50 bin çocuk KKK aşısı oluyordu. Bağlantının sadece 12 çocukta gösterilmesi ise verilerin tesadüfi olma ihtimalini gündeme getiriyordu. Wakefield'ın çalışmasında, bilimsel deneylerde altın kriter sayılan kontrol grubu da yoktu. Yani bulgular KKK aşısı olmayan çocuklardan alınan örneklerle karşılaştırılmamıştı. Ayrıca barsaktan kana, oradan da beyne geçen zehirli maddelere veya KKK aşısına ait kalıntılara da rastlanmamıştı.
Tüm bunlara rağmen makalenin bulguları basında geniş yer buldu. Ebeveynler arasında yayılan endişe nedeniyle 1998 ve 2003 arasında Birleşik Krallık'ta KKK aşılama oranı yüzde 92'den yüzde 80'e geriledi ve Wakefield küresel aşı karşıtlığının simgelerinden biri oldu.
Parantez: Aşılar otizme neden olur mu?
2000'lerin başından itibaren, Wakefield'ın iddialarını yalanlayan bir dizi bilimsel araştırma yapıldı. Örneğin 2002'de Finlandiya'da yapılan ve 1982-1996 arasında doğan çocukları kapsayan bir çalışmada KKK aşısı olan 1,8 milyon çocuktan sadece 174 tanesinde otizmle ilgisiz yan etkiler görüldüğü ve aşılamayla otizm arasında bağlantı bulunmadığı saptandı.
Yalansavar'dan Işıl Arıcan'ın aktardığı bu araştırmalardan bir diğeri de Danimarka'da 1991 ve 1998 arasında doğan 500 bin çocuk üzerinde yapıldı. Araştırmada "KKK aşıları ve otizm görülme sıklığı arasında bir ilinti olmadığı, hastalık sıklığının aşılanmış ve aşılanmamış çocuklarda aynı olduğu" saptandı. Kanada'da yapılan daha küçük çaplı bir araştırmada ise 1987-1998 arasında doğan 28 bin çocuk incelendi. Bu çalışmada da "KKK ve otizm gelişimi arasında bir neden sonuç ilişkisi olmadığı" bulundu.
2004: Wakefield olayının perde arkası ortaya çıkıyor
Sivil toplum kuruluşu Bilim Akademisi'nin aktarımına göre Wakefield, makalesi yayınlandıktan sonra bir PR şirketi vasıtasıyla basın toplantısı düzenledi ve ilk makalede olmayan, hatta çoğu ortak yazarın karşı çıktığı bir iddiada bulundu: "MMR aşısı çocuklara birlikte değil de tek tek yapılsa daha güvenli olur."
Gazeteci Brian Deer'in 2004'te ortaya çıkardığı bilgilere göre Wakefield'in bu sözleri sarf etmesi de tesadüf değildi. Zira Wakefield, bir çıkar çatışması içerisindeydi ve bir dizi etik ihlalde bulunmuştu. Örneğin, bu araştırma sırasında KKK aşısına rakip bir kabakulak aşısının patenti için başvuru yapmıştı. Böylece söz konusu araştırmanın, kullanımdaki aşıyı karalama ve Wakefield'in ortağı olduğu firmanın aşısını piyasa sürme amacı taşıdığı saptandı.
Bunun yanında bilimsel çalışmalarda örnek vakaların rastgele seçilmesi gerekirken, Wakefield'in incelediği çcouklardan 5'inin aşı üreticilerine toplu dava açan avukatın müşterileri olduğu anlaşıldı. Wakefield'in araştırma sırasında bu 5 çocuğun avukatından 50 bin sterlin aldığı ve bu maddi yardımı araştırmayla ilgili hiçbir yerde beyan etmediği ortaya çıktı.
Bu bilgilerin ortaya çıkmasının ardından, çalışmada Wakefield'in ekibinde yer alan 12 doktordan 10'u çalışmadan çekildiğini açıkladı. 2010'da Lancet, kamuoyuna açıklama yaparak etik dışı uygulamalar ve sonuçların çarptırılması nedeniyle makaleyi yayından çektiğini açıkladı. Birleşik Krallık Tıp Konseyi de 24 Mayıs 2010'da Andrew Wakefield'in "doktor" unvanını geri aldı ve doktorluk yapmasını yasakladı.
Timerosal tartışması: Aşılardaki cıvanın otizme neden olduğu iddiası
Timerosal, aşıların içeriğinin korunması için yıllarca kullanılan bir koruyucu maddeydi ve yüzde 50 oranında etil cıva içeriyordu. Çoğu bilim insanı, etil cıvanın balıklarda bulunan metil cıvadan daha az toksik olduğunu düşünüyordu. Ve çocukluk çağı aşılarında bulunan etil cıva miktarı, bir zamanlar ton balıklı sandviçlerde bulunan metil cıva miktarına kabaca eşitti.
Öte yandan ABD Gıda ve İlaç İdaresi'nden (FDA) bir bilim insanı, bebeklerin aşılama programı sonucunda aldığı cıva miktarını topladı ve miktarın hükümet yönergesini aştığı sonucuna vardı. Bazı sağlık yetkilileri, bu dozlarda timerosal'in zararlı olduğuna dair hiçbir kanıt bulunmadığını söylese de diğerleri bundan o kadar emin değildi. 1999'da Amerikan Pediatri Akademisi ve Halk Sağlığı Hizmeti, aşı üreticilerini timerosal'i kullanmamaya çağırdı. 2001'de madde, ABD'deki çoğu aşının içeriğinden çıkarıldı. (Bu değişikliğe rağmen ABD'li yetkililer, timerosal içeren aşıların, içermeyenler kadar güvenli olduğunu ve yetişkinlere yönelik grip aşılarının hala bu maddeyi içerdiğini söylüyor.)
Öte yandan 1999'daki çağrıyla birlikte timerosal'in otizme neden olduğu iddiası gündeme geldi ve birçok ebeveyni alarma geçirdi. 2000'de ise bir grup ebeveyn bir araya gelerek, otizmden timerosal'i sorumlu tutan SafeMinds organizasyonunu kurdu. Organizasyon, Dan Burton gibi tanınmış politikacılar tarafından da savunuldu. Bir röportajında, "Torunum bir günde 9 doz aşı oldu ve kısa bir süre sonra otistik oldu" diyen Burton iddialarını parlamentoda da sıklıkla dile getirdi.
2005: Kennedy ve Geier vakası
2005'te kültür sanat ve yaşam dergileri Rolling Stone ve The Salon, çevre savunucusu avukat Robert F. Kennedy Jr.'ın bir yazısını yayımladı. Yazıda timerosal'in otizme ve nörolojik problemlere neden olabileceğine dair kanıtların ABD yönetimi tarafından örtbas edildiği öne sürüldü. Hemen ardındansa bir dizi düzeltme yayımlandı. Bunlardan birinde Kennedy'nin cıva seviyelerini yanlış aktardığı belirtiliyordu. 2011'de The Salon, yazıyı kaldırdı ve "ardında bilimi lekeleyen sahtekarlık" olduğunu ifade etti.
Kennedy söz konusu iddiaları desteklemeyi sürdürdü ama ABD yönetimi yazının yayımlanmasından önce, 2001'de grip haricindeki aşılardan timerosal'i zaten çıkarmıştı. ABD Hastalık ve Kontrol Önleme Merkezleri'nin (CDC) Aşılama Direktörü Frank DeStefano, "Otizme neden olsaydı, aşılardan çıkarıldıktan sonra otizm vakalarının azalması gerekirdi. Ancak bu olmadı" açıklamasını yaptı.
Öte yandan aşı karşıtlığının simgeleşen isimlerinden ABD'li doktor Mark Geier ve oğlu David Geier, cıva ve testosteron arasındaki bir etkileşimin otizmin birçok semptomunu açıkladığına dair bir teori ortaya attı. Geierler, timerosal ve otizm arasında bir bağlantı olduğunu öne süren birkaç çalışma da yayımlamıştı. ABD Tıp Enstitüsü bu çalışmaların "ciddi metodolojik kusurlar" barındırdığını söylese de Geierler çalışmalarına devam etti. İkili, prostat kanseri tedavisinde ve cinsel suçluların hadım edilmesinde kullanılan Lupron isimli bir ilaçtan onaylanmamış bir tedavi üretti ve bunu uygunsuz teşhislerle ayda 5 bin dolara sattı.
2011'de yapılan bir araştırmada ikilinin, tedaviye başvuran ebeveynlere ilacın otizm tedavisinde onaylandığını söylediği ortaya çıktı. Bunun ardından ABD eyaletleri, Mark Geier'in tıbbi ruhsatını iptal etti ve oğlu da ruhsatsız tıbbi pratikleri uygulamakla suçlandı.
Geierler gerekli yaptırımları görse de iddiaları, aşı karşıtı kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Bazı doktorlar, otizmli çocukların ebeveynlerine binlerce dolarlık gıda takviyeleri satmaya ve şelasyon denen (vücutta biriken zararlı maddelerin atılmasına yönelik) bir tedavi uygulamaya başladı. New York Times'ın 2005'te haberleştirdiği bir olayda bir doktor, çocukları 160 derecelik bir saunada oturmaya, günde 60 ila 70 takviye hapı yutmaya ve çok fazla kan vermeye zorladı. Bunun sonucunda bir çocuk hayatını kaybetti.
Parantez: Aşılardaki maddeler gerçekten de zararlı mı?
Aşı karşıtlarının, aşılarda yer alan bileşiklerle ilgili iki temel iddiası var. Bunlardan ilki timerosal'in zararlı olduğu ve otizme yol açtığı iddiası. Dsosyal'de yayımlanan bir çalışmaya göre timerosal, cıvanın dönüşümüyle elde edilen bir bileşik ve bir çeşit cıva bileşiği olan etil cıvadan oluşuyor. Etil cıva için yapılan araştırmalarsa maddenin beyne geçmediğini ve tamamının 4 ila 9 gün içinde vücuttan dışkılamayla atıldığını gösteriyor. Timerosal, kozmetik malzemeleri ve göz damlalarında da kullanılıyor. Türkiye Sağlık Bakanlığı'nın aşı içeriğindeki maddelerle ilgili kılavuzunda, ülkemizde thiomersal diye bilinen bu maddenin otizmle ilişkisi olmadığı vurgulanıyor:
Thiomersal içeren aşıların kullanımı ile Otizm başta olmak üzere bir takım kronik hastalıkların arttığı iddiaları üzerine bu ilişkiyi araştıran birçok bilimsel araştırma yapılmıştır. Bu çalışmalar sonucunda Thiomersal ile otizm arasında herhangi bir ilişki saptanmamıştır. Avrupa ülkelerinde ve diğer pek çok ülkede aşılarda koruyucu olarak Thiomersal kullanımı devam etmektedir.
Cıvanın farklı bir çeşidi olan metil cıva ise vücuttan ancak 50 günde atılıyor ve bu süreçte vücutta birikebiliyor. Metil cıva zehirli olduğu için kullanımı yasak. Ancak timerosal içinde metil cıva bulunmuyor.
Aşı karşıtı hareketin bir diğer iddiası ise aşılarda adjuvan, yani etki artırıcı madde olarak kullanılan alüminyumun fazla ve zararlı olduğu. Ancak insanlar, günlük ortalama 7 ila 9 mg. alüminyumu besinler, su ve hava yoluyla alıyor. Bebekler de 6 aylık oluncaya dek anne sütünden 10 mg. alimunyum alıyor. Bir insanın ömrü boyunca aşılar yoluyla aldığı alüminyum miktarı ise sadece 4 mg. Bu alüminyumun çoğu da dışkılama ve bir kısmı da idrarla vücuttan atılıyor.
2008 aşı karşıtı miting: Ünlüler "büyük şirketlere" karşı
Otizmli bir oğlu olan aktris Jenny McCarthy, 2008'de katıldığı bir TV programında oğlunun aşı olduktan hemen sonra otizm semptomları geliştirdiğini öne sürdü. McCarthy, sevilen oyuncu Jim Carrey'den de büyük destek alıyordu. Bu da iddialarının halk nezdinde karşılık bulmasını sağladı.
McCarthy ve Carrey'nin başlattığı tartışmalar, halkta belli ölçüde karşılık buldu. Zira bu tartışmaların ardından ABD'nin başkenti Washington'da "Yeşil Aşı Yürüyüşü" diye anılan bir miting düzenlendi. Organizatörler mitinge yaklaşık 8 bin kişinin katıldığını öne sürdü.
Gösterinin önde gelen isimleri arasında McCarthy ve Carrey vardı. Mitingin organizatörleri ve McCarthy, aslında aşı karşıtı olmadıklarını, yalnızca güvenli aşılar istediklerini savunuyordu. Ancak uzmanlar, mitingdeki dövizlerin ve sloganların doğrudan aşı karşıtı talepleri yansıttığını söylüyordu.
ABD'nin tanınmış cerrahi onkologlarından Dr. David Gorski, mitingin ertesi haftasında yazdığı bir köşe yazısında McCarthy ve destekçilerinin iddialarını şöyle niteliyordu:
Sahte bilime dayalı tüm hareketler gibi, Yeşil Aşı Hareketi de paranoya ve komplo teorileriyle dolu. (Görünürde) aşılardan muazzam kazanç sağlayan ilaç şirketlerini veya hükümetleri hedef alıyorlar.
Dr. Gorski'nin de işaret ettiği üzere, Carrey'nin miting konuşması tam da bu konu üzerine kurulmuştu. Carrey mitingde, "Çoğumuz, son birkaç on yılda aşı programının bir hastalık önleme aracından çok bir kâr motoruna dönüştürüldüğüne inanıyoruz" diye seslenmişti.
O dönemde sıklıkla dile getirilen "büyük şirketler" söylemi, 2000'lere damga vuracak bir slogana dönüştü. Hatta Batılı aşı karşıtları, gelişmekte olan ülkelerin anti emperyalist hassasiyetlerini kullanarak "büyük şirketlerin ve Amerika'nın oyunları" söylemini yaygınlaştırmaya başladı.
Türkiye'de ses getiren slogan: Amerika'nın oyunları ve ilaç firmaları...
Türkiye'nin önde gelen anket şirketlerinden KONDA, Ocak 2020'de halkın zorunlu aşıya yönelik algısını araştırdı. 29 ilden 3 bin 594 katılımcıyla yapılan araştırmada katılımcıların yüzde 69'unun "Aşı zorunlu olmalıdır" dediği, yüzde 31'inse "Aile istemiyorsa çocuğuna aşı yaptırmayabilir" yanıtını verdiği ifade edildi. Verilere göre aşının zorunlu olmaması gerektiğini savunan katılımcılar, gerekçelerini çoğunlukla "Uluslararası ilaç şirketleri bizi bu yolla hasta etmek istiyor" diye açıkladı.
Türkiye'nin üçte birinin, bu gerekçeyle aşı yaptırmak istememesi, söz konusu söylemin halkta ne kadar karşılık bulduğunu gözler önüne seriyor. Bu söylemi en çok sahiplenen aktörler arasında gazeteci Soner Yalçın yer alıyor. Yalçın, Saklı Seçilmişler ve Kara Kutu isimli iki kitabıyla büyük yankı uyandırmıştı. Bu kitaplarında Yalçın, çocukların aşıdan aldığı cıva miktarının 237 grama yükseldiği, aşıların romatoit artrite ve kısırlığa yol açtığı, aşı olan bebeklerde ölüm oranının daha fazla olduğu gibi iddialarda bulunmuştu.
Ancak Teyit'in hazırladığı kapsamlı bir çalışmada Kara Kutu'da yer alan iddiaların kaynakları araştırılmış ve kitabın kaynakçasındaki referansların bir kısmının yanlış olduğu, bir kısmının da güvenilir olmadığı anlaşılmıştı. Örneğin, Yalçın kızamık aşısının romatoit artritle ilişkilendirildiği iddiasını New England Journal of Medicine isimli bilimsel dergiye dayandırmış ama dergide böyle bir makale yayımlanmadığı ortaya çıkmıştı. Yazarın bebek ölümlerinin arttığına dair iddiasında da hekim Neil Z. Miller'e de atıfta bulunduğu ama Miller'ın hekim değil, muhabir olduğu ve çıkar çatışması içinde bulunduğu ifade edilmişti. Benzer şekilde araştırmaların, aşıların kısırlıkla ilişkili olmadığını ortaya koyduğu dile getirilmişti.
Öte yandan Yalçın'ın, Türkiye toplumunun KONDA anketine de konu olan anti-emperyalist hassasiyetlerine dokunan bazı iddiaları da bulunuyor. Söz konusu iddiaların bir kısmı, sağlık sektöründeki kapitalistleşmenin yarattığı güvensizlik nedeniyle halkta karşılık bulabiliyor.
Bu iddialardan birinde Yalçın, ilaç şirketlerinin doğal bakteri ve virüslerin patentini alamadığı, bu yüzden de aşıları genetiği değiştirilmiş mikroplarla hazırladığını öne sürüyor. Ancak şirketler ya da kişilerin, mikroplar için değil, aşıdaki formül için patente başvurduğu belirtiliyor.
Skandallar aşı karşıtlığını güçlendiriyor: CIA ve Pfizer örneği
Öte yandan, sağlık sektörünün büyük şirketler ve gelişmiş ülkelerin tekelinde olması, tarihte gerçekten de birçok skandala neden oldu. Ve bu durum, yukarıda örnekleri görülen komplo teorilerine zemin hazırlıyor ve yaygınlaşmasını sağlıyor.
Bu skandallardan biri, 2010'larda Pakistan'da yaşandı. Bu tarihte CIA, Pakistan'ın Abbottabad şehrinde, Usame bin Ladin'i bulmak için DNA kanıtlarını toplamak amacıyla çocuklara ücretsiz Hepatit B aşısı sunduğu söylenen sahte bir aşı programı yürüttü. Bu programının sahte olduğunun anlaşılması, aşılarla ilgili mevcut komplo teorilerine destek sunmuş oldu.
Bir diğer skandalsa koronavirüs aşısıyla ismini daha da duyuran ABD'li ilaç devi Pfizer'dan geldi. Pfizer'ın Nijerya'da karıştığı skandal, 2007'de Nijerya hükümetinin açtığı davayla dünya gündemine oturdu. Hükümet ilaç devinin 1996'da Trovan isimli deneysel bir menenjit ilacını yasadışı yollarla çocuklar üzerinde denediğini, birçok çocuğun ölümüne ve sakat kalmasına yol açtığını savundu.
İlaç devinden 7 milyar dolar tazminat talep eden Nijeryalı yetkililer, yerel makamların onayı olmadan 200 çocuğun Trovan deneyine katıldığını, bunun sonucunda 11 çocuğun öldüğünü ve diğerlerinin de beyin hasarı ve felç gibi rahatsızlıklar geçirdiğini söyledi. Deneysel ilaç Trovan, 1997'de ABD'de sadece yetişkinlerin kullanması için onay almıştı. Bundan iki yıl sonra da ABD Gıda ve İlaç İdaresi (FDA), ilacın karaciğer hasarına neden olabileceğine dair uyardı ve ilacın üretimi durdurulmuştu.
Pfizer'ın karıştığı bu skandal, koronavirüs için geliştirdiği mRNA aşısıyla birlikte yeniden gündem oldu. İlaç devinin bazı ilaçlarını onaylanan amaçların dışında pazarladığının anlaşılması da koronavirüs aşısına dair bir dizi komplo teorisinin fitilini ateşledi. Hatta bazı yazarlar, ilaç devinin bu aşıyla insanları kısırlaştıracağını iddia etti.
Kapitalizmin aşı tereddüdündeki rolü: "Aynı firmaların diğer ürünlerini neden kullanıyorsunuz?"
Aşılara şüpheyle yaklaşanlar, genelde büyük ilaç şirketlerine güvensizlik duyuyor. Aşı karşıtlığıyla ilgili çalışmalarıyla tanınan Uzman Doktor Gökmen Özceylan, bu güvensizliğe "aşı tereddüdü" dediklerini aktarıyor. Aşı tereddüdünün aşı reddinden farklı olduğunu belirten Özceylan, kamuoyundaki güvensizliğin giderek arttığını ekliyor. Özceylan'a göre aşı tereddüdüne en güzel cevap "Aynı firmanın diğer ürünlerini neden kullanıyorsunuz?" diye sormak.
Independent Türkçe'ye konuşan Özceylan, "Kapitalizme güvensizlik tıp alanında aşıya yansıyor. İlginç bir şekilde ilaçlara karşı böyle bir tepki yok. Aynı firmaların ürettiği ilaçlar, kozmetik ürünler, şampuanlar, kolonyalar, gıda sektöründeki ürünler satın alınıyor. Çocuklara yaygın şekilde kullandırılıyor. Fakat aşıda tereddüt var" diyor ve ekliyor:
Kişisel görüşüm bu olguyu yaratanların masum olmadığı. Neden bu ürünlere tereddüt yok da aşıya var? Çünkü aşı olmadığı zaman insanlar, tedaviye ihtiyaç duyacak, ilaca ihtiyaç duyacak. Bu tedaviler inanılmaz masraflı. Örneğin bir aşıyla 10 dolara çözülecek bir meselenin, hastalıkta yatış süreci, komplikasyonlar vb. süreçlerle beraber şirketlere kazandırdığı paraları hayal bile edemezsiniz. Kızamık bunun en basit örneği.
2010'lar: Aşı karşıtlığı sonuç verdi, Türkiye'de ve dünyada kızamık vakaları patladı
Sıklıkla aşı karşıtı diye anılan ama kurumsal olarak böyle bir duruşları olmadığını savunan Scientology tarikatı, Mayıs 2019'da dünya gündemine oturdu. John Travolta'dan Tom Cruise'a, birçok ünlü ismin üye olduğu tarikata ait bir yolcu gemisi, araçta kızamık vakası teşhis edilince Karayipler'deki Saint Lucia açıklarında karantinaya alındı. Karantina kararının, ABD'de yüzlerce kızamık teşhisinin konduğu ve hastalığın 25 senenin en yüksek seviyesine ulaştığı zamana denk gelmesi dikkat çekti.
Bundan birkaç ay sonra Dünya Sağlık Örgütü'nü (DSÖ) önemli bir analiz yayımladı. Analizde dünya genelindeki kızamık vakalarının 2019'da 869 bin 770'e çıktığı ve son 23 yılın en yüksek seviyesine ulaştığı ifade edildi. Kızamık nedeniyle ölenlerin oranı da 2016'dan beri yüzde 50 artmış ve 2019'da 207 bin 500 kişi hayatını kaybetmişti. Analizin yazarları, vaka ve ölümlerdeki bu artışın, çocukların zamanında aşılamamasından kaynaklandığını yazıyordu. DSÖ'nün genel direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus, şöyle diyordu:
Bu veriler, dünyanın hiçbir bölgesinde çocukları kızamığa karşı koruyamadığımıza dair açık bir mesaj veriyor. Kızamık aşısı konusunda ülkeleri ve toplumları desteklemek ve aşıyı herkese, her yerde ulaşmak ve bu ölümcül virüsü durdurmak için birlikte çalışmalıyız.
Benzer şekilde Türkiye'deki kızamık vakaları da kayda değer bir artış gösterdi. 2016'da sadece 9 kızamık vakası kaydedilirken 2017 bu sayı 84'e, 2018'de 716'ya, 2019'da ise 2 bin 905'e çıktı. Uzmanlar bunun, aşı reddinin popülerlik kazanmasından kaynaklandığını düşünüyordu. Zira Türkiye'de zararlı olduğunu iddia ederek çocuklarını aşılatmayan aile sayısının da giderek arttığı bildirilmişti.
Uzman Doktor Gökmen Özceylan'ın Türkiye'deki aşı karşıtlığıyla ilgili yönettiği bir araştırmaya göre, çocuklarına aşı yaptırmayan ailelerin sayısı, 2010'da 183 iken, 2017'de bu sayı 23 bine kadar çıkmıştı. 2016 ve 2018 yılları arasında Türkiye'de aşılanma oranındaki düşüş yüzde 2 olarak belirlenmişti.
2015, Türkiye'de ses getiren mahkeme kararı: Çocuklarını aşılatmamak ailelerin hakkı mı?
Özceylan, çocuklarını aşılatmak istemeyen ve bunu hak olarak gören aileleri cesaretlendiren bir olayı hatırlattı. 2015'te Ordu'da yaşayan Savcı Hüseyin Ayyayla, ikiz bebeklerine aşı yaptırmak istemeyince Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü çocuklar için sağlık önlemi uygulanması istemiyle Aile Mahkemesi'ne başvurmuştu. Eşiyle birlikte karşı dava açan savcı, mahkemeye 8 sayfalık savunma vermiş ve aşı içinde sağlığa zararlı maddeler (civa ve alüminyum) olduğunu iddia ederek, ikiz bebeklerine uygulanması istenen sağlık tedbiri önleminin reddedilmesini istemişti. Bunun sonucunda mahkeme, ikiz bebeklere sağlık tedbiri uygulanması istemini reddetmişti.
Dr. Özceylan bu mahkeme kararını "Türkiye'de resmi olarak aşı reddinin yolunu açan karar" diye niteliyor.
Koronavirüs pandemisinde aşı karşıtlığı
Aşı karşıtlarından online buluşma: Pandemiye karşı strateji belirlediler
Kar amacı gütmeyen kuruluş Dijital Nefretle Mücadele Merkezi (Centre for Countering Digital Hate, CCDH), ABD'deki aşı kaşıtlarının ekimde Kovid aşılarına karşı propaganda planı oluşturmak için bir araya geldiğini açıkladı. Kuruluşun araştırmacıları, internet üzerinden gerçekleşen bu toplantıya sızmayı başardı ve propaganda planına dair bir rapor hazırladı.
Aşı Karşıtlığı Rehberi başlıklı rapora göre toplantıyı ABD'deki aşı karşıtı bilgileri yaydığı gerekçesiyle sıklıkla eleştirilen, 1982'de kurulan Ulusal Aşı Bilgilendirme Merkezi (National Vaccine Information Center) isimli organizasyon gerçekleştirdi. Toplantıda Kovid aşılarına karşı stratejinin üç ana tema üzerinde durması kararlaştırıldı:
- Kovid-19 tehlikeli değil
- Kovid-19 aşıları tehlikeli
- Aşı savunucularına güvenilemez
Kovid tehlikeli değil mi?
Rapora göre aşı karşıtlarının yaydığı yanlış bilgilerin başında Kovid'in tehlikeli bir hastalık olmadığı iddiası geliyor. ABD Hastalık ve Kontrol Önleme Merkezleri'nin (CDC) koronavirüs kaynaklı ölümlerin sayısını fazla gösterdiği öne sürülüyor.
Eylülde sosyal medyada epey tartışılan bir iddiada CDC'nin açıkladığı ölüm oranlarının yalnızca yüzde 6'sının Kovid'den kaynaklandığı, yüzde 94'ününse başka hastalıklar yüzünden hayatını kaybettiği ileri sürülmüştü. Ancak söz konusu yüzde 94'ün Kovid'in yanında başka hastalıklardan da mustarip olduğu, söz konusu iddianın buradan türediği anlaşılmıştı. Zira aşı karşıtları bu bilgiyi, söz konusu kişilerin Kovid nedeniyle ölmediği iddiasını dile getirmek için kullanıyordu.
Konuyla ilgili bir diğer komplo teorisi de koronavirüsün mevsimsel gripten daha tehlikeli olmadığı. Ancak bu iddia da bilimsel araştırmalarla çürütüldü. Tıp dergisi Lancet'te yayımlanan bir araştırmada 2019'da ve 2020'de aynı zaman dilimi içerisinde grip ve Kovid nedeniyle hastaneye başvuran hastalar incelendi ve Kovid ölüm oranının gripten yaklaşık 3 kat fazla olduğu saptandı.
Kovid aşıları tehlikeli mi?
Daha önce de aşı karşıtlarının sıklıkla dile getirdiği bazı iddialar Kovid aşılarında da duyuluyor. Bunlar arasında aşıların güvenli olmadığı, içerdiği kimyasal maddelerin sağlığa ve çevreye zararlı olduğu iddiaları yer alıyor. Ancak bunların yanında bazı tuhaf iddialar da sosyal medyada büyük yankı uyandırıyor. Bu iddialardan biri, mRNA diye bilinen yeni teknolojiyle üretilen Kovid aşılarının insanın DNA'sını değiştireceği. Ancak mRNA aşıları hiçbir zaman bir hücrenin çekirdeğine etki etmiyor. Bilim insanları bu aşının insan genomunu etkilemesinin ne pratikte ne de teoride mümkün olmadığını ifade ediyor.
Bunun yanı sıra aşılarda cenin dokularının kullanıldığı söylentisi de sıkça dile getirildi. Aşıların insan ve hayvan ceninlerindeki bazı dokuları, özellikle de akciğer dokularını içerdiğine yönelik söylentiler, "anne karnındaki 3-6 aylık bebeklerin kürtajla alınıp bedenlerinin aşı çalışmaları için kullanıldığı" iddialarına kadar varıyor.
Southampton Üniversitesi'nden Dr. Michael Head ise "Herhangi bir aşı üretim sürecinde cenin hücresi kullanılmıyor" diyor. Bu söylentilerin, aşı geliştirme süreçlerinde laboratuvarda üretilen bazı hücrelerin de kullanılmasından kaynaklandığı düşünülüyor. Fakat BBC'nin aktardığına göre bu hücreler, embriyonik hücrelerin klonlanmasıyla oluşturuluyor. 1960'larda geliştirilen bu teknikte "bebeklerin 3 aylıkken kürtajla alınıp aşı çalışmalarında kullanılması" gibi bir durum söz konusu değil. Uzmanlar da klonlanmış hücrelerle çalıştıklarını belirterek, bu hücrelerin "kürtajla alınmış bebeklerin hücreleri olmadığını" vurguluyor.
Bill Gates aşılananlara çip mi takacak?
Aşı savunucularının güvenilmez olduğunu iddia edenlerin söylemlerinde teknoloji milyarderi ve aşı savunucusu Bill Gates önemli bir yer tutuyor. Gates'e yönelik en önemli iddia, Kovid aşısı olanların vücuduna çip yerleştireceği.
Söz konusu iddiaya göre, koronavirüs salgını milyonlarca kişinin vücuduna izlenebilir mikroçip yerleştirmek için ortaya atıldı ve tüm bunların arkasında Microsoft'un kurucusu Bill Gates var. Ancak "aşı mikroçipi" diye bir teknoloji mevcut değil ve Gates'in gelecekte böyle bir projesi olduğuna dair kanıt bulunmuyor.
Uzmanlara göre Gates'e yönelik karalama kampanyasının amacı, Kovid ve aşılar gibi konuların komplo teorileriyle ilişkilendirilmesini sağlayacak bir sembol yaratmak. Gates'in de o sembollerden biri olduğu düşünülüyor.
Propagandanın en önemli mecrası sosyal medya
Yukarıda bahsi geçen,
Washington Üniversitesi'nde online aşı karşıtlığı üzerine çalışan Prof. Dr. Neil Johnson da Mayıs 2020'de bin 300'den fazla aşı karşıtı sosyal medya sayfasını analiz etti. Johnson'ın verilerine göre aşı karşıtı sayfalar, aşı yanlısı sayfalara kıyasla daha az takipçiye sahip. Ancak aşı karşıtı sayfaların sayısı daha fazla ve bunlar daha hızlı büyüyor, kararsız kullanıcılara ulaşma konusunda da daha donanımlı.
Johnson'ın bu araştırmada geliştirdiği teorik modellemeye göre, yeni müdahale yöntemleri geliştirilmediği sürece aşı karşıtı ağ, 10 yıl içinde online ortamdaki aşı tartışmalarını domine eder hale gelecek.
Türkiye ve dünyada "Kovid aşısı yaptırmam" diyenler
Aralık 2020'de ABD'de, Birleşik Krallık'ta ve Türkiye'de toplumların Kovid aşılarına yönelik algısını ortaya koyan ve birbirinden bağımsız olarak yürütülen üç anketin bulguları açıklandı. Söz konusu bulgular aşı karşıtlığının tarihteki en önemli uğraklardan geçtiği iki ülkenin Kovid pandemisinde verdiği aşı mücadelesini gözler önüne sererken, bu ülkeleri Türkiye'yle karşılaştırma olanağı da sunuyor.
Aşı savunucuları açısından en olumlu sonuç Birleşik Krallık'ta yapılan anketten geldi. Kraliyet Halk Sağlığı Derneği'nin anketine göre yurttaşların dörtte üçü (yüzde 76), doktorun tavsiyesiyle Kovid aşısı olacağını söyledi. Aşı olmayacağını söyleyenlerin oranı ise yüzde 8 olarak belirlendi. Öte yandan başkent Londra'da aşıya şüpheyle yaklaşanların endişe verici oranlara ulaşığı anlaşıldı. Londralıların yüzde 14'ü Kovid aşısı olmayacağını bildirdi.
Pew Araştırma Merkezi'nin ABD'de yürüttüğü anketin bulguları ise 10 kişiden 4'ünün Kovid aşısı olmak istemediğini ortaya koydu. Ankete göre ABD'li yurttaşların yüzde 72'si Mayıs 2020'de Kovid aşısı olmak istediğini bildirmişti. Ancak bu oran eylülde yüzde 51'e düştü; Kasım 2020'de de yüzde 60'a çıktı.
Türkiye'de ise Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'nın Çinli Sinovac firmasıyla aşı anlaşmasını duyurduğu sıralarda İPSOS firmasının anket bulguları toplumda aşıya güvenin düşüş eğilimine girdiğini ortaya koydu. Bulgulara göre ekim sonunda "Aşı yaptırmam" diyenlerin oranı yüzde 18'ken, bu oran aralık başında yüzde 26'ya yükseldi. Kararsız kalanların oranı ise yüzde 31'le aynı kaldı.
Kovid-19, diğer aşı uygulamalarını nasıl etkiledi?
Uzmanlar Kasım 2020'de tıp dergisi Lancet'te yayımlanan bir makalede, Kovid'in beraberinde getirdiği bir tehlikeye dikkat çekmişti. Kovid-19'un beklenmedik sonucu olarak kızamık vaka oranlarının artmasından endişe ediliyordu. "Önümüzdeki yıllarda kızamık ve kızamık ölümlerinde daha fazla artış olmasını önlemek için şimdi harekete geçilmesi gerekiyor" başlıklı makalede, Kovid-19 sebebiyle 2020'de kızamık aşısı kampanyalarının eksik kaldığı belirtiliyordu.
Öte yandan Uzm. Dr. Gökmen Özceylan, bu endişenin Türkiye için geçerli olmadığını söyledi. "Türkiyede Kovid öncesi aşıya bakışla Kovid sonrasını kesinlikle ayırmak gerek" diyen Özceylan, "Çalışmalarımı yaparken, Kovid öncesinde yükselen bir aşı karşıtlığı görmüştüm. Ama Kovid sonrasında sanki tersi bir durumla karşı karşıyayız" dedi ve ekledi:
Erişkin aşılamalarımız yüzde 25-30 üzerine çıkmazken Kovidle beraber yüzde 60'ları zorlamaya başladı. Ancak net tablo için sahadan analiz etmek gerek. Daha çok erken. Önceki veriler Kovid öncesi için epey anlamlı ama Kovid sonrasını ne kadar karşılar bilemiyorum.
Özceylan'ın kısa süre önce Dr. Öğr. Üyesi Giray Kolcu'yla birlikte yazdığı bir kitapta da Kovid pandemisinin aşı uygulamalarını nasıl etkilediği ele alınmıştı. "Covid-19'un Birinci Basamak Sağlık Hizmetlerine Etkisi" isimli kitapta pandeminin dünyadaki aşı programlarında aksamalara neden olduğu vurgulandı. Kitapta aktarılana göre DSÖ, 2020'nin ilk 4 ayına yönelik verilerini açıklamış ve tüm dünyada difteri, tetanoz ve boğmaca aşılarını yaptıran çocukların oranının yüzde 85'ten yüzde 75'e gerilediğini duyurmuştu.
Ancak Özceylan ve Kolcu, pandeminin Türkiye'de çocuklara yönelik aşılama programını bu denli kötü etkimediğini düşünüyor. İki doktor, "Kitabımız için incelediğimiz dört birimli Aile Sağlık Merkezi'nde (ASM) ise aşı oranlarının düşmediği saptandı. Bunun en önemli sebebi olarak ülkemizdeki birinci basamak sağlık profesyonellerinin aşı konusundaki yüksek duyarlılığı, halkın aşıya karşı yüksek duyarlılığı ve devletin sağlık politikası olarak ASM'lerde uyguladığı aşı oranlarına endeksli performans sistemi olduğunu düşünmekteyiz" ifadelerine yer verdi.
Özceylan, "Bu endişe dünyada geçerli olabilir. Çünkü sağlık hizmetine erişimde ciddi bir sorun yaşandı" dedi ve ekledi:
Sağlık çalışanlarının kaybıyla birleşince aşıya ulaşımda ciddi bir zafiyet var. Ama Türkiye bu grubun dışında. Birinci basamak sağlık çalışanlarında ciddi bir geriye düşüş yok. Bizde ikinci basamak geriye düştü. Yani hastaneler etkilendi ama sağlık ocakları işlevselliğini sürdürdü. Türkiye'de aşı oranında düşüş yaşanmadı.
"Pandemi, aşı milliyetçiliğini beraberinde getirdi"
Bunun yanında Özceylan'a göre, Kovid pandemisi halkın aşıya bakışında ciddi bir değişime de neden oldu. Zira Kovid pandemisiyle birlikte insanlar, aşıları hangi ülkede geliştirildiklerine göre değerlendirmeye başladı. "Kovid öncesi benim yaptığım aşı çalışmalarında, aşı milliyetçiliği yer tutmuyordu. Şimdi aşı milliyetçiliği de eklendi" diyen Özceylan, sözlerini şöyle sürdürdü:
‘Çin aşısına karşıyım, Avrupa aşısı daha iyi' söylemi, Kovid'le birlikte hayatımıza girdi. Bu da yanlış ve eksik bilgiden kaynaklanıyor. Aslında Sinovac aşısı bizim için yeni değil, yıllardır kullandığımız bir teknoloji.
Aşı milliyetçiliği, ülkeler arasındaki aşı savaşlarından kaynaklanıyor. Aslında hiçbir firma temiz değil ama aşının patenti firmaların elinde olduğu sürece bize yansıması da böyle olacak. Bunun şirketler arası aşı savaşının sonucu olduğunu düşünüyorum. ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşının da etkisi büyük.
"Aşı karşıtlığının ortadan kalkması için aşı patenti de ortadan kalkmalı"
Özceylan ayrıca aşı karşıtlığının ortadan kalkması için ülkelerin ne gibi adımlar atabileceğini de değerlendirdi. DSÖ'nün Mayıs 2021'de Japonya'nın Osaka kentinde düzenlenecek kongresinde yapacağı konuşmayı Independent Türkçe'ye anlatan Özceylan, aşı karşıtlığının önüne geçilmesi için önerilerini şöyle sıraladı:
Birincisi aşıların şirketlerin elindeki patent hakları mutlaka alınmalı. İkincisi, aşı için DSÖ'nün bambaşka, Birleşmiş Milletler'i de aşan bir yapısal ilişkisi olmalı. Tüm ülkelerden belirli kaynakları alıp, aşı üretim tesislerine de sahip olup, ortak aşı üretim sürecine başlamalı. Öteki türlü şirketler arası kavgalar devam edecek. Ortak bir havuzdan ortak aşı üretimi yapılmalı, yani ‘dünyanın aşıları' üretilmeli. Ondan sonra öncelikli gruplara göre aşı dağıtımı yapılabilir. Afrika'da aşı olmayan sağlık çalışanları dururken, Türkiye'de 15-45 yaş arası, hastalıktan çok etkilenmeyen nüfusun aşılanması ne kadar etik?
Aşılamayla ilgili tüm sorunların çözümünün, ülkeler üstü bir aşı organizasyonuyla çözülebileceğini söyleyen Özceylan, "Böyle bir organizasyon elzemdir" diye konuştu. Uzman doktor, sözlerini şöyle noktaladı:
Tüm devletlerin önüne bunu koyması gerek. Bunu başarmak zorundayız çünkü pandemiler çağına giriyoruz, yaşam şeklimiz artık buna göre şekillenecek gibi görünüyor. Bu organizasyon bir çeşit devrim gibi. Ama geleceğe dair bunları söyleyebilirim.
© The Independentturkish