3 insan 3 hikaye: Savaşın yenemediği Suriyeli gençler

Milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye’ye artık mülteciler de büyük bir katkı sunuyor

Pandemi nedeniyle birçok şeyin kötüye gittiği bugünlerde güzel şeyler de oluyor. Türkiye’de yıllarca çeşitli tepkilere ve ötekileştirilmelere maruz kalan mültecilerin başarı hikayeleri binlerce insana ilham olacak cinsten. Savaşın başlamasıyla evsiz, parasız  kalan milyonlarca mülteci canını kurtarmak için ülkelerini terk ederek göç etti. Milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye’ye artık mülteciler de büyük bir katkı sunuyor. Yaptıkları başarılı işlerle gündeme gelen mültecilerin hikayelerini Innovation for Development kurucusu Doğan Çelik ve arkadaşları kayıt altına aldı.

Project Zoom tarafından desteklenen hikayelere baktığımızda, hikayenin kahramanları olan mültecilerin nasıl badireler atlatıp başarılara imza attıklarını görüyoruz.  Söz konusu mültecilere baktığımızda kimisi BBC’den İngilizceyi anadili gibi öğrendi kimisi kırık bir bavulla geldiği Antep’te geliştirdiği başarılı aplikasyon ile Google’ın yılın başarı ödülünü alabildi. Kimisi de küçük yaşına rağmen yaptığı icatlarla savaş ortamında yaşayan yüzlerce insanın hayatını kolaylaştırdı.  Şimdi Muhammed'in, Mücahit’in ve Yusuf’un hikayelerine kulak verelim…

Muhammed Marandi

Muhammed Abdülmalik Marandi… Kendisi Suriye’nin İdlib şehrinden. Bilgisayar mühendisliği bölümünü okudu ve 2013 yılında mezun oldu. Mezuniyetinden sonra bir süre kendi alanında Suriye’de çalıştı. Ancak savaş bulunduğu bölgeye kadar geldi. O da milyonlarca Suriyeli gibi Kilis’ten Türkiye’ye geçmek için Kilis’teki kapıya geldi. Çeşitli zorlukların ardından kapıdan geçti.

Bir süre sonra Kahramanmaraş’a yaşadı. Orada önce iş aradı ve bir restoranda buldu. Bulaşıkçılık yaptı. Kimsenin içinde yaşamadığı bir evi kiraladı. Harabe olan bu evi aynı zamanda tamir etti ve yaşanılabilir bir hale koydu. O evde yaşadı.

Orda 6 ay kadar çalıştıktan sonra düğününü yapmaya karar verdi. Ancak o dönem işinden ayrılmak zorunda kaldı. Yine de çalıştığı restorandaki müdür kendisine düğününü burada yapmasını istedi. Müdürü “Sen işten ayrıldın ama bizim restoranda düğünü yap. Biz istiyoruz. Mekan uygun” dedi. Muhammed de kabul etti.

 

Aralıklarla restorandaki uygunluk durumunu sordu. Her şey uygundu. Davetiyelerde de orayı adres olarak gösterdi. Ancak düğünE 10 saat kala kendisini müdür aradı ve mekanın uygun olmadığını söyledi. Muhammed verilen sözleri hatırlattıysa da ikna edemedi. Düğün mecburen sokakta yapıldı.

Evlenen Muhammed geçimini sürdürmek için iki işte çalışmaya başladı. Sabah 7’de başladığı işini akşam 16’ya kadar yapıyordu. Saat 16’dan sonra da öbür işte çalışmaya başlıyordu ve bir sonraki günün sabah 4’üne kadar devam ediyordu. O dönemde ancak 3-4 saat uyuyabildi. Böylece tüm gücünü kaybediyordu. Orada dayanamayan Muhammed, çocuğunu ve eşini bırakıp İstanbul’a geldi.

Burada kız kardeşinden biraz borç para aldı ve küçük bir dükkan kurmaya çalıştı. Küçükçekmece’de insanların tost, çay ve menemen yiyebileceği bir dükkandı. Dükkan oradaki bir okula yakındı ve çoğunlukla oradaki çocuklar geliyordu. Fakat okul kapandı ve dükkan iş yapamaz oldu. Dükkana yatırılan para da uçtu gitti.

Muhammed ikinci işini kurmak için Suriyelilerin yoğun olduğu bir bölge olan Esenyurt’a gitti. Burada telefon ve bilgisayar tamiri olan bir dükkan açtı. Yine ikinci el eşya alıp satmak için de uğraşıyordu.

Fakat bir yandan burada gıda satmanın da mantıklı olabileceğini düşündü. Çünkü tamir işleri çok az çıkıyordu. O da kendi evinde yaptığı falafel ve humusu buraya getirdi. Bir süre sonra humusa ilginin olduğunu fark etti. O da diğer işlere yavaşça azalttı ve humusa daha çok vakit ayırdı. Suriye’de kahvaltıda çok popüler olan humus, burada da Suriyelilerin ilgisini çekti.

Muhammed yavaş yavaş sadece humus işine kendini verdi. Kazandığı parayla kendine ikinci el bir motor aldı. Öyle ki motorun frenleri dahi yoktu. Frank Çakmaktaş gibi ayağıyla durduruyordu. Bazen küçük bir tümsek ile motor zıplıyor bütün humuslar dökülüyordu.

Humusu satmak için çok çaba gösteren Muhammed o günleri şöyle anlatıyor: “Bazı dükkanlara gidiyordum. Lütfen bunu buzdolabına koyun. Satarsa parasını alırım. Yeter ki alın diye adeta yalvarıyordum.” Ancak insanları ikna etmesi zor oluyordu. Nohutları ezmek için o dönemde bir mixer robotu bile yoktu. O da el ile yapıyordu ve bu çok vakit alıyordu. İkinci el bir mixer robotu aldı. İlk başta kullanmayı bile bilmiyordu. Hatta öyle ilk kullanımda tüm humuslar etrafa saçıldı. Sonradan internetten kullanmasını öğrendi. Böylece bir nebze olsun rahatlama geldi. Günde onlarca kilo humus yapabiliyordu.

15 gün sonra müşterilerin sayısında hatırı sayılır şekilde artış oldu. Muhammed artık motoruyla birçok bakkala humus bırakıyordu. Halen bazıları reddetse de işler yolunda gidiyordu. Artık bu dönemde günde 30-40 kilo humus satabiliyordu. Özellikle Esenyurt dışında Avcılar ile Kanarya gibi yerlere sattı.

İşler iyice rayına oturunca kendine bir bir araba aldı. Çünkü motor ile hepsine yetişmesi imkansızdı. Yine bu dönemde kendine humus için uygun bir kazan da aldı. Böylece bir günde çok fazla humus yapabiliyordu.

Fakat bu süreçte komşularıyla bazı münakaşalar yaşadı. Çünkü dükkanın içinde humus yapıyordu ve üst katta ise evi vardı Muhammed’in. Nohut ve tahinin kokusu ile tüm mahalle kokular içinde kalıyordu. Doğal olarak komşular da şikayet ediyordu durumdan… Birkaç defa bu şikayetlere maruz kalan başarılı adam en sonunda taşınmaya karar verdi.

Muhammed arkadaşını da yanına alarak bir imalathane kurdu. Halkalı da kurulan imalathanede şu an 7 kişi çalışıyor. Aynı zamanda her gün 5 araba ile tüm avrupa yakasına humus dağıtıyor. Al Malik Humus markasıyla piyasaya sürdüğü humusun çok lezzetli olduğunu belirten Muhammed, son zamanlarda BİM gibi çeşitli marketlerin de humus işine girdiğini ve marketlerde satmaya başladığını söylüyor. Marketlerin bu konuda kendisiyle rekabet edemeyeceğini söyleyen başarılı girişimci, “Humus bizim işimiz. Onlar da yapıyor ama Suriyelilerin damak tadını biz daha iyi biliyoruz. Ayrıca biz çok lezzetli bir humus yapıyoruz. Onlar bizimle bu alanda rekabet edemezler” diyor.

Şu anda maddi olarak aylık kazancının çok iyi olduğunu kaydeden Muhammed, son olarak mültecilere bazı tavsiyelerde bulunuyor. Defalarca sıfıra düştüğünü ve buna rağmen yükseldiğini kaydediyor. “Asla umutsuzluğa düşmeyin” diyen Muhammed sözlerini şöyle bitiriyor: “Asla umutsuz olmayın ve ben yapamam demeyiniz. Başarısız olmaktan korkmayın. Hepsi birer tecrübe kazandırıyor. Gol atıncaya kadar mücadele ediniz. Golsüz hayat olmuyor.

Mücahit

Mücahit Akil Suriye’de 1989’da dünyaya geldi. Başarılı geçen bir eğitim hayatının ardından üniversiteden mezun oldu ve yazılım mühendisi olarak iş hayatına atıldı. Suriye’deki şirketinde kendisi haricinde yanında sadece bir kişi çalışıyordu. Ancak savaşın başlamasıyla o da milyonlarca Suriyeli gibi mülteci oldu.

Kilis’ten Türkiye’ye adım attığında annesinin eline tutuşturduğu bavuldan başka hiçbir şeyi yoktu. Zaten Kilis’ten Antep’e geçince de o bavul kırıldı. Söz konusu bavulda az giyecek ve çok yiyecek vardı. Çünkü annesi Türkiye’de yemek yoktur diye düşünmüştü... Bu yüzden önceliği oğlunun karnının tokluğuna, ikinciliği ise sırtının pekliğine vermişti.

 

O dönem Türkçe bilmeyen Mücahit, Antep’te ilk başlarda bir şirkette yazılımcı olarak çalıştı. Ve bir süre sonra pek çok yere CV yolladı, iş bulmaya çalıştı. Buldu da... Fakat bir türlü huzuru bulamadı. Çünkü o dönem Suriye’den Türkiye’ye gelmek için milyonlarca mülteci araştırma yapıyordu. Binlerce insan Mücahit’i arayıp Türkiye’deki şartları soruyordu. Mücahit de onlara pasaport durumunu, mültecilik kanununu, iş olanaklarını ve Türkiye’deki şehirleri anlatıyordu. İnsanlara yardımcı olmak istese de teker teker telefonla yanıt vermek ona çok yorucu gelince aklına başka bir yol geldi. Telefonda tek tek verdiği tüm bu bilgilerin yer alabileceği bir platform düşündü.

Yazılımcı olduğu için bir internet sitesi kurdu. İsmini de Gurbetna (Bizim Gurbet) koydu. Bu sitede Suriyeli mültecilerin Türkiye hakkında merak ettikleri yüzlerce bilgi yer alıyordu. Bu site üzerinde yaklaşık 2 ay boyunca çalıştı. Sitenin son işlerini yaparken 48 saat uykusuz kaldı. Nihayet işler tamamlandı. Siteyi kamuoyuna açıp Facebook'tan duyurdu. 48 saat boyunca uykusuz kalan genç yazılımcı o yorgunlukla uyudu.

Üzerindeki yorgunlukla derin bir uykuya dalan Mücahit uyandığında hayret ve ibret içinde kaldı. Zira o uyurken sitenin şöhreti uluslararası bir boyuta taşınmıştı. Sitenin uygulamasını bir günde 10 binlerce insan indirmiş. 5 binden fazla kullanıcısı olmuştu. Facebook sayfası ise bir anda 20 bini çoktan aşmıştı.

Yaptığı hizmetin etkisine kendisi de şaşıran Mücahit’in adı bir anda bütün mülteciler arasında duyuldu. Böylece her geçen gün Gurbetna’nın etkisi arttı. Artık Suriyeliler ortalıkta dolaşan her bir iddianın teyit yeri olarak burayı görüyordu. İşçiler, işverenler, Türkiye’nin mülteci kanunları ve prosedürler… Sitede Arapların merak ettiği ve ihtiyaç duyduğu binlerce başka bilgi yer alıyordu.

Gurbetna bir yandan sürerken genç yazılımcı Mücahit başka işler de yaptı. Bilişim alanında pek çok firmaya katkılar sunan başarılı mühendis, Namaa Bilişim adı altında teknoloji ve yazılım hizmeti de verdi.

Mücahit sadece Gurbetna ile kalmadı. O mültecilerin sık yaşadığı sorunlarla sürekli yüz yüze kalıyordu. Hastaneye, bankaya, işe giden ve dil bilmeyen binlerce insan Mücahit’i aramaya devam ediyordu. Derken Mücahit’in aklına yeni bir fikir daha geldi: Terjemly Live. Yani Canlı Tercüme...

Bu bir online tercüme sitesiydi. Türkçe bilmeyen mülteciler artık bu uygulamayı indirip tercümana hemen ulaşabiliyordu. Sitede bir dönem yaklaşık

130 kadar freelancer tercüman çalışıyordu. Ancak korona salgınıyla birlikte işler değişti. Site biraz daralmaya gitti. Şu anda ikisi sürekli olmak üzere yaklaşık 50-60 kadar freelancer çalışan tercümanla hizmet vermeye devam ediyor.

Mücahit öbür yandan da Gurbetna ile uğraşmaya devam etti. Sitenin popülaritesi çoktu ama geliri yoktu. Mücahit birgün babasını arayıp “Gurbetna’ya para gidiyor ama geliri yok. Kapatmayı düşünüyorum” dedi. Telefonun diğer ucundaki baba, oğluna “3 ay daha idare et. Bakalım neler olacak. Allah büyüktür” dedi.

Baba sözü dinleyen Mücahit siteyi kapatmadı. Fakat iki gün sonra adeta bir mucize gerçekleşti. Google’dan Mücahit'in mail kutusuna bir mail gelmişti. Google’ın sosyal sorumluluk alanında dünyanın en iyi üç projesinden biri olarak Gurbetna aplikasyonunun hikayesi isteniyordu. Amerika’ya davet edildi. Ancak ABD Büyükelçiliği ona vize vermedi. Adının Mücahit olmasının da reject almasında bir sebep olduğunu düşündü.

Mücahit Akil Faceook sayfasında kendisine ödül verildiğini ancak ödül törenine katılabilmek için vize verilmediğini yazdı ve davetiyenin fotoğrafını paylaştı. Bunu The Huffington Post haber yapınca da Mücahit bir anda tüm dünyanın gündemine taşındı. Böylece siteyi duymayan milyonlarca insan daha siteyi duymaya başladı. Türkiye’deki birçok büyük kurum siteye sponsor oldu. Türk Telekom gibi şirketler Gurbetna üzerinden çeşitli iş birliği antlaşmaları yaptı.

Mücahit törene katılamamıştı ama Gurbetna Google tarafından birinci seçilmişti.

Böylece Antep’ten dünyaya açılan Mücahit’in hikayesi gittikçe hareketlendi. 24 Mayıs'ta 2016’da düzenlenen Birleşmiş Milletler İnsani Zirvesi’nin de resmi davetlisi oldu başarılı yazılımcı. Yine Arapların TEDX’i olarak bilinen DET’in konuşmacılarından biri de Mücahit oldu. Mücahit o sahneye bavuluyla çıkarak kendi hikayesini anlattı.

Bir yandan bunlar olurken diğer yandan yeni işler yapmaya devam etti... Mücahit Suriyelilerin restoranlarını da unutmadı. Yemek Sepeti benzeri

olan Juvan/Acıktım adında bir aplikasyon geliştirdi. Böylece Suriyeli mülteciler ile Suriyeli işletmeler arasında yeni bir köprü daha kuruldu. Aplikasyonu kullanan Suriyeli mülteciler hızla vr kolaylıkla kendi damak tadına uygun yemeklerle buluştı. Böylece Gurbetna ile mültecilere bir kolaylık daha sağlanmış oldu.

Mücahit, gıda, bilişim, tercüme, media gibi birçok alanda hizmet veren şirketlerini Namaa Solutions adıyla gruplaştırdı. Genç yaşına rağmen feleğin çemberinden geçen başarılı mühendisin şirketinin değeri bugün milyonları buluyor.

Yusuf Abdülaziz

Yusuf Abdülaziz. Suriye Savaşı nedeniyle kendini Türkiye’de bulan milyonlarca gençten biri… Ancak onu diğerlerinden farklı kılan bir yeteneği var: mucitlik.

Şam kırsalında doğan Yusuf savaşın başlamasıyla ilk önce ilçelerinin elektriğinin kesildiğini ve böylece suların da kesilmeye başlandığını söyüyor. Elektriğin kesilmesiyle ne telefonlar şarj edilebildi ne de televizyon izlenilebildi. Harekete geçen Yusuf bisiklet pedalının döndürme hareketiyle elektrik üretecek o düzeneği kurdu ve babasının telefonunu buradan şarj etmeye başladı.

Annesinin bulaşık yıkarkenki durumunu gözetleyen Yusuf ona da bir çare bulmayı düşündü. Kendi başına geliştirdiği emme basma tulumba benzeri bir düzenekle suyu çeşmeye aktardı. Çeşmeden gelen suyla böylece tekrar bulaşık yıkanmaya başladı. Hem suyun israfı önlendi hem de annesi bir dertten daha kurtuldu. Aradan birkaç gün geçtikten sonra bu düzenek tüm mahallede duyuldu. Mahalledeki konu komşu herkes Yusuf’u çağırdı ve kendilerine de aynı düzeneği kurdurdu. Böylece tüm mahalleli su israfından kurtulduğu gibi bulaşıkları da rahat bir şekilde yıkamaya başladı.

 

İnternetteki icat ve mucitlik işlerine olan merakı gittikçe artan Yusuf, daha çok bilgi almak, öğrenmek, video izlemek için telefon şebekesinin çekebildiği yerlere canını dahi tehlikeye atarak gitti. Mesela en yüksek binanın üst katına çıkarak telefondan video izlemeye çalıştığı zamanlarda, etraftaki keskin nişancıların tehlikesi çok da uzağında değildi.

Çatışmaların ve harabe olmuş şehrin içinde dahi hayallerini bırakmadı Yusuf. O internetten öğrendiği helyum ve hidrojen gazlarını ayrıştırmasını kendi mahallesinde bizzat yaptı. Düzeneği kurduktan sonra hidrojen gazıyla balon uçurdu. Yıkılmış şehrin üzerinde bir anda yükselen ve uçan kırmızı balon şehirde mutsuz günler geçiren ahalinin yüzüne tebessüm, yüreklerine neşe getirdi. O günü hatırladıkça neşelendiğini ifade eden Yusuf, “Kimsenin evden çıkamadığı o günlerde şehrin üstünde yükselen o kırmızı balon herkesi mutlu etti. Çok hoşuma gitti. O balonla o an özgürlük duygusunu insan gerçekten yaşıyor” diyerek yaşadıklarını anlatıyor.

Ancak bu icatları bazen yanlış anlaşılmalara da yol açıyordu. Özellikle evin üzerinden uçurulan balondan sonra komşular evlerine gelip “Siz bu çatışma ortamında nasıl Şam’a gidebildiniz” dediler. Onlar Şam’a gitmediklerini söyleyince hidrojen gazıyla balonun nereden temin edildiğini sordular. Yanıt ise Yusuf’un son icadı oldu. Bu tarz icatlar peşinde koşan Yusuf hem çevresi tarafından hem de akrabaları tarafından “yaramaz” olarak nitelendiriliyordu.

Gün geçtikçe bölgeyi sarmalayan savaş ve çatışmalar Yusuf’un ailesinin göç etmesine yol açtı. Önce ailenin bir kısmı sonra ise diğerleri memleketlerini terk edip Türkiye’ye geldi. Hatay’a gelen genç mucit burada Kerem House isimli bir yerde kursa başladı. Burası insanlara dijital ve bilişim programları üzerine eğitim veriyordu. 3D yazıcısıyla burada tanışan Yusuf, birçok yeneteneğini de burada gösterdi. Kursu o kadar çok seviyordu ki ayrılmak istemiyordu. Sabah 10’da başlayan kursa Yusuf saat 07.00’da geliyordu ve daima kurstan en son ayrılan kişi oluyordu. Burada illüstrasyon, premiere pro, after effect ve çeşitli programlar öğrendi. Bir yandan da Türkçesini ilerletti.

Bir süre sonra İstanbul’a geldi. Burada TOKİ Aliya İzzetbegoviç Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde okumaya başladı. Burada ilk önce iki arkadaşını ikna eden Yusuf bir süre sonra öğretmenlerini de ikna etti. Böylece okulda teknoloji laboratuvarı açtılar. Açılan teknoloji laboratuvarında birçok öğrenci güzel işler yaptı. Hatta Yusuf ve ekibi Teknoloji Festivali’ne de katıldı.

Okula gelen Başakşehir Belediyesi Başkanı ise gençlerin çalışmalarından etkilendi. Başkan, Yusuf ve arkadaşlarına bir de 3D yazıcı hediye etti. Burada yazıcıyı kullanmayı öğrenen Yusuf, pandemi dalgasıyla kendini başka bir yerde buldu.

Sağlıkçılara üretilen koruyucu maskeler için 3D yazıcısı gerekince başarılı genç kolları sıvadı. Başakşehir Şehir Hastanesi’nde çalışan sağlık personelleri için maske üretti. Fakat bir süre sonra gelen “20 yaş altı sokağa çıkma yasağına” 18 yaşında olan Yusuf da takıldı. Zamanın ilerlemesiyle başarılı mucit kendini geliştirmeye devam etti. Dijital pazarlama, e-ticaret gibi çeşitli alanlarda kendini gösterdi.

Suriye’de yaptığı bu icatlar için kendisine “yaramaz” denildiğini ancak burada yaptığı işlerden sonuç aldıkça “yaratıcı” denilmeye başlandığını kaydeden genç adam, “İnsanlar bu iki farklı kavramı aynı sebepler için kullandı” diyerek toplumun egemen algılara ve önyargılara hapsolduğunu da belirtiyor.

Yusuf kendini geliştirmek için hiç durmadı. Kah yaratıcılıkla kah çalışarak… Burada Türkçesini ilerlettiği için dil bilmeyen Suriyelilere hastanede, postanede olmak üzere pek çok yerde yardımcı oluyor.

Yine burada İngilizce öğrenmeye de karar verdi. İngilizce öğrenmek bir kursun kapısını çaldı. Ancak oradakiler Yusuf’tan kurs ücreti istedi. O ise ödeme yapacak parasının olmadığını ancak onlara marketing yapabileceğini söyledi. Kurs yönetimi bunu kabul etti. Yusuf’un yaptığı işten memnun kalan kurs yönetimi hem kendisinden kurs parası almadı hem de üstüne ona para verdi. Bunların yanında Yusuf babasının restoranında ona yardım ederek günlerini geçiriyor. Tüm bu olan bitenlere rağmen Yusuf’un halen bir bilgisayarı dahi yok...

Yusuf şehrin harabeleri içinde göğe yükselttiği balon gibi mültecilerin kırık dökük hayatları arasında yaptığı icatlar ve gösterdiği yeteneğiyle yükselmeye devam ediyor. Diğer mülteciler onu sosyal medyada veya çeşitli ortamlarda gördükçe tıpkı yine o kırmızı balona bakar gibi neşeleniyor ve yüzlerine bir tebessüm geliyor.

 

*Bu içerik, Impact Hub Istanbul ve ABD’nin Türkiye Misyonu tarafından desteklenen Project Zoom kapsamında hazırlanmıştır. Tarafların resmi görüşünü yansıtmaz. Burada paylaşılan bilgi ve görüşlerin sorumluluğu tamamen eser sahibine aittir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU