Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül’ün ardından cumhurbaşkanı seçildiği 2014 yılındaki seçim kampanyasında Sezai Karakoç’un “Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine” isimli şiirini okumuştu.
Reklam filminde memleketin dört bir yanından getirilen Cumhurbaşkanlığı Forsu’nun yıldızları, Beştepe’nin kapısına çakılıyor ve sonra Erdoğan beliriyordu. “Göklerden gelen karar”la ve de “yenilgi yenilgi büyüyen zafer”in mimarı olarak Beştepe’nin kapısından içeri giriyordu.
Erdoğan, o güne kadarki en büyük, siyasi zaferini sembolleştirdiği şiirin sahibi Sezai Karakoç ile aynı mahalledendi ama iki isim arasındaki ilişki hiçbir zaman reklam filmindeki kadar güçlü olmadı.
Kendisini İslami kesime ait hissedenlerin en çok değer verdiği fikir insanlarından biri olan Sezai Karakoç, AK Parti’ye her zaman mesafeli oldu. Bu mesafe, AK Parti’nin kültür dünyasıyla ilişkisindeki problemlerin en güçlü metaforlarından biri haline geldi ve bu mesafe AK Parti iktidarını güçlendirdikçe daha da büyüdü. Erdoğan başbakanlığı ve cumhurbaşkanlığı döneminde defalarca "sanatçılarla buluşma" adı altında bazı isimlerle bir araya gelse de o buluşmalarda çoğunlukla sanatın büyük isimleri yer almadı. Erdoğan politika yapıcı olarak, kültür ve sanat dünyasının sorunlarını Cengiz Kurtoğlu, İbrahim Tatlıses, Orhan Gencebay veya Yavuz Bingöl gibi müzisyenlerden dinledi.
16 yıllık iktidar döneminde AK Parti rejimi değiştirecek kadar güç kazandı ama bir alanda hiç başarı sağlayamadı. Bunu bizatihi Erdoğan söyledi. 2017’deki Ensar Vakfı Genel Kurulu’nda şöyle konuştu:
“Biliyorsunuz, siyasi olarak iktidar olmak başka bir şeydir. Sosyal ve kültürel iktidar ise başka bir şeydir. Biz 14 yıldır kesintisiz, hamdolsun siyasi iktidarız. Ama hala sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var.”
AK Parti ile kültürel iktidar ilişkisi, 31 Mart seçimlerinin ardından yaşananlarla tekrar su yüzüne çıktı. Birçok oyuncu ve müzisyen CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu’na desteğini açıkladı. AK Parti’nin bu desteğe tek cevabı, bir belediye başkanının “konser iptali” tehdidi ile Cumhurbaşkanlığı Arşiv Daire Başkanı’nın İmamoğlu’na destek veren sanatçıları “kayıt” altına aldıklarını belirten sosyal medya paylaşımıydı. Beştepe'den gelen başka bir tepkide ise "üç kuruş menfaat için" destek verildiği suçlaması vardı.
Erdoğan “Kültür alanında iktidar olamadık” diyordu.
Acaba neden?
AK Parti nerede hata yaptı?
Kültürel iktidar nasıl kurulabilirdi?
Röportaj dizisinin ilk bölümünde Yusuf Kaplan var.
İslami camiada, “felsefe” veya “medeniyet tasavvuru” veya “televizyon dili” denilince akla gelen ilk isimlerden biri Yusuf Kaplan. Saadet Partisi’ne yakınlığıyla bilinen TV5’i kuran, TV NET’in kurucuları arasında yer alan Kaplan uzun süredir Yeni Şafak’ta köşe yazarlığı yapıyor. Whithead’dan Dawson’a, Nietzsche’den Hegel’e, Tarnas’tan Mazrui’ye kadar çok sayıda düşünürün kitabını Türkçe’ye kazandıran Kaplan TV NET’te Düşünen Ekran adında yeni bir programa da başladı.
Kaplan’ı Ümraniye’deki iki kedili evinde ziyaret ettik. Oturduğu apartman dairesinin kütüphaneye çevirdiği terasında “kültürel iktidar” tartışmalarını yorumlayan Kaplan’a göre, islami kesim halihazırda kültürel anlamda iktidar değilse bile bu iktidara sekülerler de sahip değil.
Kaplan’a göre bu konuda soru baştan yanlış soruluyor.
“Türkiye’deki kültür-sanat faaliyetlerinin bütün biçimlerini seküler ‘çeteler’ götürüyor. Fakat bunlar neyin iktidarını yaşıyor? Hangi kültürün iktidarı? Bunlar sömürgeleşmiş zihinler, ödünç akılla batıda üretilen bütün kültür biçimlerinin Türkiye’de gönüllü acenteliğini yapıyorlar. Bunların da iktidar olduğunu söyleyemeyiz. Bunlar acente. Böyle olunca Türkiye’deki tartışma kültürel iktidar tartışmasına değil “sen-ben” kavgasına dönüşüyor. Türkiye’deki statükoyu temsil eden, merkezinde sabatay şebekesinin yer aldığı, laik devşirmelerin oluşturduğu statüko ile bu statükoya baş kaldırmaya çalışan Menderes’ten itibaren bu ülkenin çocukları arasında kültürel iktidar savaşı var.”
“Türkiye, Cumhuriyet’le yörüngesini kaybetti”
İki kutup arasındaki gerilimin sadece kültürel iktidar gerilimi olmadığını savunan Kaplan buradan kaynaklanan çatışmanın iki asırdan bu yana devam ettiğini öne sürüyor. Kavganın önce siyasi planda başladığını söyleyen Kaplan Türkiye’nin Tanzimat’tan sonraki süreçte yönünü yitirdiğini Cumhuriyet’le birlikte ise yörüngesini kaybettiğini savunarak İslami kesimin her şeye rağmen Tanzimat’ta modernliğin meydan okumasına karşı cevap üretebildiğini düşünüyor.
Batıda yaşananın sadece “bilme” yolculuğu olduğunu bunun “bulma” yolculuğuna evrilmediğini ifade eden Kaplan, İslami kökenli Osmanlı aydınlarının buna karşı ciddi bir çaba gösterdiğini söylüyor ama Cumhuriyet’in ilanının ardından İslami kesimin tüm birikiminin ortadan kaldırılmaya çalışıldığını ifade ediyor:
“Osmanlı’da Ahmet Cevdet Paşa’yla sembolize ettiğim bir meydan okuma var. Bu tam da meyvelerini verecekken tüm birikim çöpe atıldı. İslami birikim tasfiye edildi. Bunu hiçbir tarihte hiçbir toplum yaşamamıştır. Dünyada sömürgeleştirilmeyen tek ülke Türkiye’dir. Kendi kendini sömürgeleştiren tek ülke de Türkiye’dir. Ama biz bunları konuşamıyoruz. Konuşamadığın için de bağırıp çağırıyorsun. Oturup adam gibi konuşulabilecek insanlar yok. Çünkü insanların konuşma gibi bir derdi yok. Kemalizm diye bir heyula üretmiş, ürettiği şeyin kült olduğunun farkında değil. Türkiye’nin yetiştirdiği dünya çapındaki tek sosyal teorisyen Şerif Mardin, ‘Kemalizm’in iyi, güzel, doğru fikri, bir felsefesi yoktur. Kemalizm, sekülerliğin Türkiye şartlarındaki karikatürüdür’ dedi diye dünya çapındaki tek adamı Türkiye Bilimler Akademisi’ne almadılar. Kemalistlerin nasıl dogmatik olduğunu, nasıl fanatikleştiklerini buradan anlayabilirsiniz. Türkiye’nin en büyük ekonomi devlerinden biri 10 Kasım’larda “olmasaydın olmazdık” diye reklamlar yapıyor. Aslında demek istediği sen olmasaydın biz bu gücümüze ulaşamazdık. Kemalizme dayanarak bu güce kavuştuğun için böyle diyorsun. Dayandığın şeriat olsa aynı şeyi şeriat için söyleyeceksin. Sen küresel sistemin Türkiye şubesisin.”
“Türk entelijanjsiyası tasmalı çekirgeler gibi”
Türkiye’de batıdan gelen modernliğe cevap verecek, patlama yapacak bir entelektüel birikim olduğunu aktaran Kaplan, “Sen Ahmet Haşim gibi Yahya Kemal gibi adamları çıkarmışsın. Çok büyük adamlar bunlar. Tanpınar çıkmış oradan. Türkçeyi yeniden kurmuşlar, tarih bilincini pekiştirmişler. Özellikle Yahya Kemal Türkiye’deyken Yunan hayranı. Sonradan hakkında Beşir Ayvazoğlu tarafından ‘Eve Dönen Adam’ diye kitap yazıldı. Paris’ten eve dönebilen birkaç kişiden biri. Çünkü bir daha kimse eve dönmüyor. Bedenen dönüyorlar ama zihnen dönmüyorlar. Celladına aşık tasmalı çekirgeler haline geliyorlar. Türk entelijansiyası toplumun önündeki en büyük takoz. Cumhuriyet’le birlikte yörüngesini yitiren bir ülke var, İslamcı birikim tasfiye edilmiş ama ne oldu? Seküler entelijansiyanın önü açıldı, Cumhuriyet döneminde ortaya konan entelektüel birikime baktığımızda kütle olarak seküler kültür iktidarda ama gerçekte bu böyle mi” diyor.
"Türkiye’de hala Batı'pda üretilen posası çıkmış kültür berbat bir şekilde tüketiliyor” ifadelerini kullanan Kaplan bu noktada sözü ünlü Rus sinemacı Andrey Tarkovski’ye getiriyor.
“Sinemanın dâhisi” dediği Tarkovski’nin Stalker filminden bahseden Kaplan, “Takorvski bu filmi çekerken nereye gönderi yapıyor? Nereden besleniyor? Bunun cevabını kim verdi? Bu ülkede sinemayla uğraşan bir sürü mal var. Körkütük ezberci, saplantılı batıperest tipler. Stalker Mantıku’t Tayr’ın uyarlamasıdır ama kimse bilmez. Türkiye’de sinemayla uğraşan bir yığın malın hiçbiri bilmez. Bu adam bu işi nasıl yaptı? Sovyet döneminde yaşadı, bütün kapılar kapalı, zihinler kör, bir taraftan zorba rejimle mücadele ediyor diğer taraftan dünyaya açılmaya çalışıyor bir taraftan da film dilini dönüştürüyor. Nasıl oldu da bu adam Mantıku’t Tayr’a ulaştı? Bu adam gitti Arapça öğrendi” şeklinde konuştu.
Gerçek iktidar kimler?
Söz sinemadan açılınca güzel sanatlarda sinema eğitimi aldığı günleri hatırlıyor Yusuf Kaplan. O dönem İslamcı bir öğrenci olarak okulda tek başına kaldığını söyleyen Kaplan, hocalarının kendisine “Buraya gelen dinciler bir hafta dayanamadı sen ne yaptın da hala buradasın” diye çıkıştığını anlattı. “Gençliğimizde TRT’nin önünden geçemezdik. İçeri girsek “gerici, yobaz” diye kaldırıp atacaklar diye korkardık” diyerek o dönem yaşadıklarını paylaşıyor ancak şu şerhi de düşmeyi ihmal etmiyor: “Aynı şeyi şimdi muhafazakar kesimler sol-seküler kesimlere yapıyorsa bu da iğrenç bir şey. Medyadaki düzen kötü bir düzen. Bize yakışmayacak ilişki biçimleri var.”
Kaplan’a göre seküler kültürün, Cumhuriyet döneminin en büyük düşünür ve şairleri arasında saydığı Sezai Karakoç, Necip Fazıl, Nurettin Topçu, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu ve Cemil Meriç ayarında bir adam çıkaramadığını savunuyor ve şu soruyu soruyor: Kim iktidar o zaman?
“Asıl olan bu ülkenin ruh kökleriyle ilişki kurabilmek, insanlığın birikimiyle temasa geçebilmek. Dün nasıl Grek düşüncesini, Hint düşüncesini, Mısır-Maveraünnehir havzası düşünce geleneklerini aldık, tevarüs ettik, temellük ettik sonra da bütün insanlığa sunduysak yarın da yapacağız. 17 yıldır üzerinde çalıştığım 12 ciltlik Fütühat-ı Medeniyet isimli bir kitap yazıyorum. Kendimden bahsetmek şık değil, özür dilerim. Ama bu İbn-i Arabi Hazretleriyle buluşmadır. Derin nefes almanın göstergesidir. Önümüzdeki 25-30 yıl içinde biraz zorlanacağız ama 50 yıl içinde çok daha güçlü bir şekilde geleceğiz. İslami bir medeniyet fikrinin gerçeğe dönüştürülmesi söz konusu olacak. Ben bunu hissediyorum. Geçmişte ortaya koyduğumuz bir medeniyet birikiminden daha muazzam bir medeniyet birikimi ortaya koyacağız. Bunu okuyanlar ‘Yusuf Kaplan üfürüyor, temenni ediyor, romantik’ diyecekler. Ben ayakları yere basmayan cümle kurmam.”
“Siyaset kurucu bir kaynak olamaz”
AK Parti’nin geride kalan 17 yıla rağmen kültürel iktidar alanındaki başarısızlığını da batı modernliğinin açmazları üzerinden açıklama ihtiyacı hisseden Kaplan, batı modernliğinin kendi başına açtığı felaketin tüm binanın felsefe üzerinden değil siyaset üzerinden kurulmuş olmasından kaynaklandığını ifade ediyor. Siyasetin kurucu bir kaynak olamayacağının altını çizen Kaplan bu süreçte siyasetin en fazla koruyucu bir barınak olabileceğini ve yol açabileceğini savunuyor:
Modernliğin vesayeti zaten var ya da siyasetin vesayeti var. Bizde ise vesayetin siyaseti var. Yaşadığımız hikaye bu. Hükümet biraz fazla geriyor ve bence bunu yaparak çok yanlış yapıyor. İslam’ın daha kuşatıcı dünyasını, duyargalarını harekete geçirerek toplumun bütün kesimlerini tek hedefe sürükleyebilir. Bunu başaramadı. Tuhaf bir medya oluşturdu o medya da “biz ve onlar” dilini kabalaştırdı ve ilkelleştirdi. Buradan da sadece kendi çıkarlarını düşünen sığ şebekeler ve bu şebekelerin şebekleri türedi. Pespaye tipler. Ahlaksızsınız siz.
“Yeni Devir müthiş bir dalga oluşturdu”
Kaplan, Milli Görüş hareketinin yayın organı olarak 1970’lerde kurulan ve Akif İnan’dan İsmet Özel’e, Cihan Aktaş’tan, Erdem Beyazıt’a kadar onlarca yazarı tek çatı altında toplayan Yeni Devir gazetesinden de bahsetti. Kültürel meselelerde Necmettin Erbakan ile Tayyip Erdoğan arasında ilginç bir fark var olduğunu söyleyen Kaplan sözlerini şöyle sürdürdü:
“(Erbakan) Hoca, Türk siyasetinde bir milat. Gogol’un hikayesindeki gibi “hepimiz onun paltosundan çıktık.” İmkanların o kadar kısıtlı olduğu bir dönemde yeni bir dil kurdu. Bu ülkenin İslami entelektüelleri orada toplandı. Cemil Meriç orada yazdı, İsmet Özel orada yazdı, Cahit Zarifoğlu orada yazdı. Yeni Devir Türkiye’nin entelektüel birikimiydi, tiraj önemli değil. Müthiş bir dalga oluşturdu. Edebiyat dergilerinin, İslamcı fikir dergilerinin patlamasında kilit rol oynadı. Şimdi İktidarın verdiği bir konformizm var. Oportünizm var. Siyaset eksenine bir yolculuk yaptığımız zaman duvara toslarız. Siyaset araçtır hakikat ise amaçtır. Ölçünün hakikat olması lazım. Araçları amaçların yerine koymak asıl felakettir az önce güzel sözler söyledim ama bu felaketin sonuçlarını da Erbakan Hoca göremedi. Daha kalıcı ve köklü olanın izini sürmemiz lazım. Fikirler üzerine yoğunlaşmamız lazım. Sezai Karakoç’ların devamı olacak bir fikriyatın tohumlarının ekilmesi lazım. Batı düşüncesiyle verimli ilişkiye geçebilecek, Kant’ı, Nietzsche’yi, Goetheyi, Schiller’i, Picasso’yu okuyarak, semantik müdahaleyle beslenebilecek adamlar olması lazım. Bu sürece giriyoruz. Kültürel İktidar hikayeleri abartılı konuşuluyor.”
YARIN II. BÖLÜM:
Murat Belge: Siyasi iktidar kültüre müdahale edemez
© The Independentturkish