Bismişâh, Allah, Allah! Baş üryan, sine püryan, kılıç al kan. Bu meydanda kesilir nice başlar, olmaz hiç soran. Eyvallah, eyvallah! Kahrımız, kılıcımız düşmana ziyan. Kulluğumuz padişaha âyan. Üçler, Yediler, Kırklar... Gülbang-ı Muhammedî Nur-ı Nebi, Kerem-i Ali Pirimiz, Hünkârımız, Kutbu’l-arifin Hacı Bektaş-ı Veli. Demine devranına "Hû" diyelim, Hû!
Anadolu coğrafyasının gönül inşacıları¸ asırlardır hem bu topraklara hem de üzerinde yaşayanlara nefes verdiler, ruh taşıdılar. Bu akıl ve gönül mürebbilerinden birisi de, kökü Orta Asya bilim ve hikmet merkezlerine dayanan fakat kendi tesiri ve düşüncesi yerel alanların dışına çıkıp evrenselleşmiş kâmil bir insan Hacı Bektaş-ı Veli’dir. Yukarıdaki Gülbang’da da anlaşıldığı üzere yüzyıllarca, Yeniçeri Ocağı’nın piri olarak kabul edilmiştir.
Hacı Bektaş’ın yarattığı felsefe, UNESCO tarafından da tescillenmiş durumda. Bu yüzden örgüt, 2021 yılını Hacı Bektaş Veli yılı olarak ilan etti. Başta Türkiye olmak üzere bütün dünyada Hacı Bektaş’ın konuşulacağı bir yıldayız.
Bu ilanla ilgili önce Hacı Bektaş Veli evlatlarından ve Hacı Bektaş Dergâhı Postnişini Veliyettin Ulusoy’la konuşuyoruz. Ulusoy bu karardan memnuniyet duyduklarını, ama Hacı Bektaş’ın ölüm yıldönümü vesilesiyle ilan edilmesinin kendi felsefelerine çok da uygun olmadığını söyleyerek söze başlıyor: "Biz ölüme inanmayız, ölüm denilen şey bizim için devirdir. Başka inançlarda ölüm kavramı yok oluş, geri gelmeme, bu dünyadan ayrılış anlamına gelirken, Alevi-Bektaşi düşüncesinde ‘ölüm’ kişinin don değiştirerek Hakk’a kavuşmasıdır. Öğretimizde ölmek terimi yerine genellikle ‘Hakk’a yürümek’, ‘don değiştirmek’, "Dünyadan göç etmek" gibi terimler kullanılır. Gömülme ise ‘sır etmek’, ‘sırlamak’ şeklinde ifade edilir. Bu "Hakk’tan geldik, yine Hakk’a döneceğiz" sözüyle Hakk’a yürüme olarak adlandırılır."
UNESCO’nun Hacı Bektaş yılı ilanı nedeniyle vakıf olarak hazırlıkları olduğunu söyleyen Ulusoy; küçük bir film çektiklerini ve öncelikle bunu yayınlayacaklarını söylüyor. Dünya olarak hastalıklar ve savaşların yaşandığı bu yıllarda, Hacı Bektaş’ın hatırlanmasının yine de önemli olduğunu belirten Postnişin Ulusoy şöyle devam ediyor: "Hacı Bektaş’ın en sık kullandığım sözlerinden biri ‘Nefsine ağır geleni yapma’ sözüdür. Hacı Bektaş’ın 72 millete bir nazarla bakılması gerektiği sözü, bu dönemde en önemli ihtiyacımız. Onun insan olmak büyük bir nimettir, bunun değerinin bilinmesi ve birbirimize iyi davranılması şeklindeki mesajları yüzyıllar sonra bile hala değerini koruyor. Hacı Bektaş, insanları birbirinden ayırt etmez. 800 yıl önce bile bugünkü insan hakları kavramını çok daha önceden tanımlamış, hatta daha derinlikli tarif etmiş ve bunu inancıyla birlikte kurduğu yolla insanlara göstermiştir. Dolayısıyla hala bize ışık tutuyor."
"Hacı Bektaş Veli’nin Evlatları: Yol’un Mürşitleri Ulusoy Ailesi" kitabının yazarı İzmir Demokrasi Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Meral Salman Yıkmış; yüzlerce yıl geçmesine rağmen Çelebiler olarak bilinen Ulusoy ailesinin kutsiyetini korumasının önemine dikkat çekiyor: "Benim ilgimi çeken yüzyıllara dayanan bir geleneğin, kendi halinde, hiç kimse dokunmadan yaşıyor olmasıydı. Ailenin kutsallığının nasıl devam ettiği, nasıl değişikliklere uğradığını merak ettim. Osmanlı döneminde dergâh ve vakıf olarak, 16. Yüzyıl’dan beri devlet tanınan bir kurumsallaşma, Cumhuriyet’le birlikte bunu yitirdi. Ben Cumhuriyet sonrasında bu kutsallığın nasıl yeniden üretildiğine odaklandım."
Kuşaktan kuşağa aktarılan bir kutsiyet bağı olduğunu ve bu bağın dışarıdan bir gözle anlatılmasının zor olduğunu söyleyen Yıkmış sözlerini şöyle sürdürüyor: "Bu bağ karşılıklı sevgi ve saygıyı içeriyor. Aile Alevi-Bektaşi yolundaki pozisyonlarını hiç kaybetmedi. Çünkü soydan gelen bir kutsallık söz konusu. Kendilerine bağlı taliplerle ilişkilerini sürdürmelerinin en önemli paydası ise mekan. Hacı Bektaş kutsal bir mekan olarak kabul ediliyor ve evlatları olarak çok uzun zamandır yaşadıkları konakları var. O mekanlarda efendiler ile talipler arasında bağ, bir tür akrabalık gibi, iki parçanın birbirini tamamlaması gibi. Bu saygıda özdenetim çok fazla ve bunca yüzyıl sonra bu saygının korunması çok önemli. Çünkü hepsi Hacı Bektaş Veli’nin evlatları olarak ve elbette onun kutsallığının bedenlenmiş hali olarak görülüyorlar."
Peki, evlatlarının bile kutsal olarak görüldüğü Hacı Bektaş kimdir, 800 yıla yakın bir süredir neden dilden dile, bellekten belleğe onun öğretileri aktarılıyor?
Hacı Bektaş, Alevi-Bektaşilerin inanç önderlerinden biridir. Her ne kadar Hacı Bektaş Veli’nin emanetleri Hacı Ahmet Yesevi’den aldığı ifade ediliyorsa da gerçekte ikisinin yaşamı arasında bir asırlık bir fark vardır. Bu ilişki sadece manevi bir ilişkidir. Gerçek olan şudur ki, Hacı Bektaş Veli, Ahmet Yesevi dergâhında Lokman Parende’den aldığı eğitim sonrasında 13yy. savaş ve kargaşa ortamında bir barış simgesi olarak Anadolu’ya gelmiştir. Güvercin barışın simgesi olduğu için Hacı Bektaş Veli mecazi olarak güvercine benzetilmiştir. Çünkü o Anadolu’ya hoşgörü, sevgi ve barışı getirmiştir.
Hacı Bektaş Veli’nin "İncinsen de incitme", "Karşısındaki insanın iyi olmasını isteyen önce kendisi iyi olmalıdır", "Kendi nefsine ağır geleni başkasına uygulamayın" ifadeleri ile "Eline, diline, beline sahip ol", "Yolumuz ilim, irfan ve insanlık üzerine kurulmuştur" deyimlerinin yanında "Yetmiş iki milleti bir gör" gibi düşünceleri Hacı Bektaş Veli felsefesinin temel ilkelerini oluşturur.
Düşüncelerinin etkisi yüzyılları aşan Hacı Bektaşı Veli; ‘Makalat’ olarak da bilinen eseri Vilayetname’ye göre, 12 imamdan biri olan İmam Musa Kazım neslinden Horasan’ın hükümdarı olan Seyyid İbrahim Sani ile Hatem Hatun’un oğludur, Nişabur’da dünyaya gelmiştir. Ayrıca Vilayetname’de Hacı Bektaş’ın doğumu, Horasan’daki çocukluk devresi, Ahmet Yesevi ile ilişkisi, Anadolu’ya gelişi de anlatılır.
Eğitimini ve manevi terbiyesini Horasan’da tamamladığı anlaşılan Hacı Bektaş-ı Veli, 40 yaşlarına yakın kardeşi Menteş’le Anadolu’ya Babai isyanının önderi Baba İlyas’ı görmek için gelen Horasan erenlerinden biridir ayrıca. Tarihçi Fuat Köprülü; o yüzyılda dini hayata ilişkin "Babailik, Abdallık, Bektaşilik, Hurufilik, Kızılbaşlık, Kalenderilik, Hayderilik adı altında Batıniye zümresine girebilecek pek çok mezhep ve tarikatın teşekkül ettiğini" yazar.
Vilayetname’de, Horasan’dan yola çıkan Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu’ya gelmeden önce Necef, Mekke, Medine, Kudüs, Halep, Elbistan, Kayseri, Kürdistan gibi yerleri gezdiği, erbainler (40 günlük çile) çıkardığı, Mekke’de üç yıl mücavir kaldığı yazıyor.
Hacı Bektaş’tan kitaplarında bahseden tarihçi Aşıkpazade, Hacı Bektaş Veli’nin, bu yolculuğu tamamlayarak kardeşi Menteş ile Anadolu’ya gelişini şu sözlerle aktarıyor:
"Hacı Bektaş Horasan’dan gelmişti. Menteş adında bir kardeşi vardı. Beraber kalkıp geldiler. Doğru Sivas’a oradan da Baba İlyas’a geldiler. Kırşehir’e vardılar ve oradan da Kayseriye’ye geldiler. Kardaşı Menteş, Kayseri’den yine Sivas’a vardı. Ecelinin orada geleceği yazılı imiş, onu şehit ettiler. Bunların hikâyesi çoktur, ama hepsi de bilgim dâhilindedir. Hacı Bektaş Kayseri’den Karayol’a (Karaöyük) geldi. Mezarı şimdi oradadır."
Hacı Bektaş’n, Babai ayaklanması zamanında Anadolu’da yaşadığı ve bu ayaklanmanın lideri konumunda olan Baba İlyas-i Horasani ile ilişkisi olduğunda bütün kaynaklar hemfikir. Yalnız ayaklanmaya katılıp katılmadığına dair, görüş ayrılıkları hala varlığını koruyor. Fakat, Baba İlyas’ın torununun oğlu olan Elvan Çelebi’den nakledildiğine göre, Hacı Bektaş Baba İlyas’ın halifelerindendir. Elvan Çelebi, Hacı Bektaş’ın ayaklanmanın son devresine katılmadığını da belirtir.
Aşıkpaşazade’nen "meczup bir derviş" olarak tanıttığı Hacı Bektaş, yaşarken değil ölürken ünlenenlerden. Ve onun fikirlerinin yayılmasında da, Aşıkpaşazade’nin de zikrettiği üzere Kadıncık Ana ile Abdal Musa en ön sıradalar. Tarihçi Fuat Köprülü, "Abdal Musa bugün Alevi Bektaşi kesiminin inançlarında yaşayan mitolojik Hacı Bektaş-ı Veli’nin yaratıcısıdır" iddiasında da bulunur.
Alevilikle ilgili araştırmalarıyla tanınan tarihçi Irene Melikoff da, "Milyonlarca insanın en büyük halk velisi olarak gördüğü Hacı Bektaş Veli, başlangıçta ön sırada biri değildir ve Babai Hareketi ile ilgili olarak adları geçen babalardan biridir. Baba İlyas ve Baba İshak tarih olaylarına adlarının damgasını vurduklarında Hacı Bektaş’ın ancak ikinci derecede bir yeri vardır" diye yazar.
Yakın tarihte yapılan araştırmalar, Melikoff’un belirttiği ‘ön plana’ Hacı Bektaş’ı hatta ölümünden sonra çeken kişilerden ilkinin Kadıncık Ana olduğu yönünde. "Yol Kurucusu Kadıncık Ana" kitabının yazarı Gülfer Akkaya, bu konuda şu bilgileri veriyor ve düşünürün esas unvanının ‘Hace’ olduğunu öne sürüyor:
"Şurası çok kesin Hace Bektaş Veli, Anadolu’ya geldiğinde Baba İlyas’a gidiyor ve onun müridi oluyor, ama bu çok çarpıtılıyor. Hace Bektaş Veli gelmeden hacca gitmiştir diyenler var. Vilayetname’de bile bu geçer. İşte oraya gittiği için Hacı falan derler ama aslında Hace Bektaş Veli hacca gitmiş biri değildir. Direkt Anadolu’ya gelmiştir ve Baba İlyas’ın müridi olmuştur. Birkaç yıl onun yanında eğitimini almıştır. Kardeşi Menteş ile beraber Babai İsyanında yer almıştır. Kardeş Menteş Sivas’taki savaşta ölmüştür. Babai İsyanı’nın sonucunda yenileceklerini gördüklerinde bu yolun devam etmesi için Hace Bektaş Veli için, "sen şimdi çıkıyorsun, bu yolu burada sürdüreceksin. Biz yenileceğiz ama bu yol burada kalacak" deniliyor ve ondan sonrasında Kadıncık Ana ve Hace Bektaş Veli’yi birlikte Anadolu’da görüyoruz. Çünkü Hace Bektaş Veli Kayseri’de kalıyor. Ahilerle çok yoldaşça bir ilişkisi var. Birlikte zaten Selçuklu’ya da karşı geliyorlar. Selçuklu devleti Babaileri katlettikten sonra Ahi toplumunu da 10-15 yıl içinde biçiyor ve o dönemde Hace Bektaş Veli’nin yok edilememesinin nedeni de Kadıncık Ana ile beraber Anadolu’da var olması ve Kadıncık Ana ile beraber bu yolun kendisini kurması. Zaten Hace Bektaş Veli öldüğünde aslında herhangi bir kurumsallaşma olmuyor. Bu işin devamlılığının sağlanması gerektiği kararını veren kişi de Kadıncık Ana. Aynı Kerbela olayı gibi. Nasıl ki Zeynep olmasaydı biz bilmezdik, Kerbela’yı. Burada da Kadıncık Ana bu yolu taşıyan kişi aynı zamanda. Ama şöyle bir farkı var Kadıncık Ana’nın. Kadıncık Ana, Hace Bektaş’la beraber bu yolun kurucusu. Sadece kazan kaynatıp yemek pişiren kişi değil. Bu Yol’un kurucusu, Yol’un sürdürücüsü, Yol’un bundan sonra nasıl devam edeceğine dair karar veren ve devam ettirecek olan kişileri seçendir Kadıncık Ana."
Vilayetname’de Kadıncık Ana ile ilgili "Müşfik, merhametli, zeki, ferasetli, yardımsever, çözümcü, beceri sahibi, yetenekli" gibi tarifler yapılıyor ve aynı zamanda cömertliği şu sözlerle anlatılıyor:
"Kadıncık’a atasından çok mal kalmıştı. Hünkâr Sulucakaraöyük’e yerleşince bütün malını, mülkünü erenler yoluna harcadı, hiçbir şeyi kalmadı, eğninde yalnız bir gömlek kaldı."
Vilayetname’de anlatılan Kadıncık Ana portesi, etkisi ve varlığı günümüze kadar devam eden bir inanç sisteminin kuruluş aşamasında kadının konumu ve rolü hakkında bilgi edinmemizi sağlamaktadır. Bektaşilerde Kadıncık Ana, Hz. Fatma’dan sonra en çok bilinen ve kadınların rol modeli olan tarihi kişiliktir. Bu rol model, inancın kurucusunun hayatında ve inanca hizmette birinci derecede etkilidir. Onun bu etkinliği Bektaşi toplum yapısında, kadının ibadet meclisi, karar meclisi, günlük hayat uğraşıları gibi her alanda erkekle birlikte var olması gerektiği inancının kaynağını oluşturması açısından da önemlidir.
16. yüzyıla doğru Alevi Bektaşi düşün dünyasının çok önemli bir figürü haline gelen Hacı Bektaş felsefesi, Hatai mahlasıyla şiirler yazan Safevi şahı Şah İsmail tarafından da saygı ile anılmış ve Şah İsmail onu ‘inancın ser çeşmesi’ olarak kabul etmiştir ve bunu şu dizelerle ifade etmiştir:
"Tuttuğumuz bir gerçeğin elidir / Gittiğimiz imamların yoludur / Ser çeşmemiz Hacı Bektaş-ı Velidir / Mihman canlar bize sefa geldiniz."
Her şeyi insanda arayan, Hakk’ı kendi özünde, kendi özünü ise Hakk’ta bulan bir anlayış ile "Bilimden gidilmeyen yolun karanlıktır", "Kadınlarınızı okutun" ve "Okunacak en büyük kitap insandır" diyerek ilim ve inancı hurafelerden arındıran akla, mantığa ve sevgi temeline dayanan kadın ve erkek eşitliğini savunan ve Kadıncık Ana önderliğinde kurulan Anadolu Bacıyan teşkilatına büyük destek veren bir düşünce adamı olan Hacı Bektaş Veli, birleştirici/bütünleştirici bir anlayışla ayrımcılığa karşı çıkar. "Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde, /Hak’kın yarattığı her şey yerli yerinde. / Bizim nazarımızda, kadın erkek farkı yok, / Noksanlıkla eksiklik, senin görüşlerinde" sözleriyle cinsiyet ayrımını yüzyıllar önceden reddeder.
Hacı Bektaş’ın hayatı ile ilgili en tartışmalı ve etkisi günümüze kadar devam eden, bir konu ise Kadıncık Ana ile evlenip evlenmediği. Hacı Bektaş’ın evlenip evlenmediği önemli bir sosyal harekete de neden teşkil etmiş, çünkü onun evlenmediğine inanan Bektaşiler, buna uyarak evlilikten kaçınmışlar.
Hacı Bektaş’ın evlendiğine inananlar ile mücerret yani ömrü boyunca bekâr kaldığına inananlar, toplulukta da bir bölünmeye yol açmış. Evlendiğine inananlar ve onun soyu olduğunu söyleyenler Çelebiler olarak tanınırken, Babagan kolu ise onun dünya nimetlerinden elini çeken bir mücerret derviş olduğuna inanarak inançlarını yaşamışlar.
Kadıncık Ana ve Abdal Musa’nın, Hacı Bektaş’ın ölümünden sonra yaydığı felsefesinin temeli insan sevgisi ve hoşgörüye dayanır. Hacı Bektaş Veli’nin insana atfettiği değeri "Altın ve gümüş ocakları gibi insanın zatı da maden ocaklarıdır" sözlerinden anlamak mümkündür. Ona göre, maden ocağına benzettiği insanın da tıpkı altın ve gümüş rezervleri gibi işlenmesi gerekmektedir.
Hacı Bektaş Veli, cehalet konusunda Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye adlı eserinde şu sözlere yer vermektedir:
"Su tufanında her ne kadar su bela ise de vücutlara yönelik olduğu için ondan kurtulmak kolaydır. Ancak cehalet tufanı ondan daha zordur, daha kötüdür. Çünkü onda boğulan kimse ilelebet kurtulamaz."
Devamında ise cehaletten kurtulmak ve hedeflenen insana ulaşmak için akıl temelli bir yol izlenmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
"Akıl bir sultandır ki sultan tahtına oturmuş ve anlama onun yardımcısıdır. Bu sultanın komutanları vardır. Deniliyor ki bu komutanların birincisi ilim, ikincisi perhiz (sakınma), üçüncüsü edep, dördüncüsü nezaket, beşincisi iyi ahlâktır. Bu beşi tamamlanınca yüce Allah ona marifet verir."
Hacı Bektaş Veli’nin insan yetiştirme modelinin temelini ahlaki değerler oluşturur. Kitâbü’l Fevâid adlı eserinde şu beyit yer almaktadır:
"Efendi bil ki insanın bedeninde can olan şey edeptir. İnsanların gözlerinin, gönüllerinin nuru edeptir." Ayrıca insanın aradığı gerçeği ancak kendi içinde bulabileceğini "Muhiplerin söyledikleri hakikat insanın kendi içindedir. Başka yerde arayan asla bulamaz. Bu yüzden kendisini tanıyıp bilmeyen Tanrı’yı nasıl bilecek ve görecek?" sözleriyle belirtmiştir.
Hacı Bektaş’ın felsefesi, insan-ı kâmil olmaya doğru bir yol rehberliğidir. Hacı Bektaş Veli’nin tasavvuf öğretisinde, kişi basitten karmaşığa doğru giden belli basamaklardan geçerek eğitilir. Her biri onar makamdan oluşan şeriat, tarikat, marifet ve hakikat kapılarını Hacı Bektaş Veli Makalat isimli eserinde ayrıntılarıyla anlatmıştır. Şeriat kapısı; imanın ispatı, Kur’an ve hadislerde geçen hükümlerin yerine getirilmesi esaslarına dayanır. Tarikat kapısı; insan-ı kâmil olmak için bir yola girmeyi; marifet kapısı duygu ve ilimde en yüce düzeye ulaşmayı, arif olmayı; hakikat kapısı ise Allah’a ulaşmayı, ilahi aşkla yok olmayı tanımlar. Burada şeriat ve tarikat kapılarında kişinin kazanması beklenen hedefler ibadet etmek gibi daha somut bir yapıdayken marifet ve hakikat kapılarında daha içsel ve gözlemlenemeyen bir şekil kazanmaktadır. Görüldüğü gibi kademeli bir ilerleme söz konusudur. İnsan ancak bu basamakları eksiksiz bir şekilde çıktığında tanımlanan olgun insan idealine ulaşabilir.
Düşünür, Makalat’ta insanları yaradılışlarına göre dört kısma ayırmıştır. Bunlar; abidler, zahidler, arifler ve muhiplerdir. "Bu dört türlü topluluğun dört türlü ibadetleri ve dört türlü arzuları ve dört çeşit hâlleri vardır" diyerek bu grupların farklı özelliklerini vurgulamaktadır: "Abidler (ibadet edenler), şeriat ehli olup asılları yeldir. Gece gündüz Hakk’a ibadet ederler. Kalplerinde kibir, haset ve düşmanlık bulunmamalıdır. Zahidler, tarikat ehli olup asılları ateştendir. Bu kişiler nefislerini yakarak ahirette azaptan kurtulurlar. Arifler, marifet ehli olup asılları sudandır. Bununla ilgili olarak, "‘Bilindiği gibi su temizdir ve temizleyicidir. Öyleyse ariflerin de temiz ve temizleyici olması gerekir." Dördüncü bölük olan muhipler (sevenler) ise hakikat ehli olup asılları topraktandır. Bununla ilgili olarak Hacı Bektaş Veli, "Toprak teslimiyet ve rıza demektir. Muhip de zaten daima teslim ve rıza halindedir" ifadelerini kullanmaktadır. Hacı Bektaş Veli, insanları yaradılışlarına göre dört bölüğe ayırarak bireysel farklılıklara işaret etmektedir. İnsanların öğrenirken kullanacakları yöntem, karşılaşacakları güçlükler birbirinden farklıdır. Varacağı sonuç da yine kendine özgü olacaktır.
Hacı Bektaş Veli, yaşamın her alanında insanlara karşı adaletli olunmasını öğütlemiştir. Bunu, hakikat kapısının ikinci basamağını "Yetmiş iki millete bir gözle bakmak ve eşit hizmet etmektir" şeklinde tanımlayarak ifade eder. Bu düşünceden hareketle eşitlikçi, paylaşımcı ve adil bir toplum modeli önermektedir.
Kitâbü’l Fevâid adlı eserinde ise buna dair şu nasihatleri eder:
"Her zaman Allah tarafından güvende olmak istersen eğer, bu nasihati can kulağıyla dinle. Buyurdular ki: Hak’la saadet ile halkla insaf ile büyüklerle hürmet ile, düşkünlerle şefkat ile, düşmanlarla yumuşaklık ile, dostlarla vefa ile, nefsine kahır ile, dervişlerle cömertlik ile, âlimlerle alçakgönüllülük ile, cahillerle susmak ile güven bulursun."
Bugün Anadolu Alevi/Bektaşi felsefesinde dedeler ve babalar taliplerine Hacı Bektaş buyruğundan hareketle şunları öğütler:
"Ey evlat ara bul, incinse de incitme, doğruluktan sapma, dünya malına tapma, gördüğüne bin katma, herkesi kardeş, bacı bil, görmediğine kulp takma, yokuşta yorgunu yorma, düzlükte canları darda koyma, eline, diline, beline sahip ol, yetmiş iki millete bir gözle bak, güçlünün yanında olup mazlumu ezenlerden olma, ilme uyan, karanlığı kovan, ışığa koşanlardan ol" diyerek hakikat yolcularına telkinde bulunurlar.
© The Independentturkish