Kitap okumaya ve film izlemeye daha çok vakit ayırabilmemi korona günlerinin olumlu etkileri hanesine yazabilirim.
Geçtiğimiz günlerde evde, Ernst Von Aster'in bir kitabını okuyarak Epikürosçu ifadeyle entelektüel haz yoğun bir korona akşamına imza atmaya karar verdim. Kitabın adı, "Ernst Von Aster'in Ders Notları".
Hitler Almanyası'nda Nazi zulmünden kaçarak Türkiye'ye gelen Alman bilim insanlarından biri olan Ernst Von Aster, İstanbul Üniversitesi'nde Felsefe Ord. Profesörü olarak dersler vermişti.
Aster, İstanbul Üniversitesi'nde verdiği dersleriyle Türkiye'de felsefenin gelişimine çok değerli katkılar yapmış, yine aynı üniversitede dersler veren Walter Kranz'ın ifadesiyle, bir Helen bilimcisi ve bilgesiydi.
Bir Helen bilimcisi ve bilgesi olan Aster'in "Ders Notları" değerli katkılarından biri olarak kültür tarihimizdeki yerini almıştır.
Aster'in söz konusu kitabında yer alan "Stoa Okulu" başlığını okurken çağımız insanının yabancılaşma sorununu düşünmeden edemedim.
Evet, yabancılaşma günümüzün en önemli sorunlarından biri. Bizler her gün sayısız uyarana maruz kalıyoruz.
Bununla birlikte modalar, trendler hepimizi oldukça etkiliyor. Kimi zaman da söz konusu modaların, trendlerin peşinden koşarken -ki modalar, trendler belki de meslek seçimimize kadar etkili- kendimizi yeterince tanımadan yaşamımızın tümünü belirleyecek kararlar alabiliyoruz.
Kararlarımızı modaların, trendlerin etkisiyle alınca da farkından olalım ya da olmayalım kendi doğamıza yabancılaşmaya başlıyoruz.
Yani, aslında hiç de doğamıza uygun olmayan şeyleri sadece moda ya da trend oldukları için olumlayabiliyoruz.
Oysa yaşam doldurulması gereken bir özgeçmiş olmadığı gibi takip edilmesi gereken modalardan da ibaret değil. Her şeyden önce her birimizin kendine özgü bir doğası var.
Dolayısıyla hepimiz için geçerli olacak "nesnel" bir yaşam idealinden söz etmek çok da olanaklı değil.
İşte Stoacılar tam da bu düşünceyi savunuyorlardı. Onların gözünde ideal bir yaşam kişinin kendi doğasına uygun bir yaşam sürmesini ifade ediyordu.
Stoacı bir düşünür olan Panaitos'un, "Acaba tüm insanlar için 'aynı' olan bir ideali kabul etmenin anlamı var mıdır?" sorusu bugün de güncelliğini koruyor.
Bunun çok da olanaklı olamayacağını düşünen Panaitos, söz konusu düşüncesini Homeros'un eserlerinde yer alan iki kahramanı karşılaştırarak temellendirmişti.
Bir yanda Hollywood yapımı "Truva" filminden de aşina olduğumuz cesur Archilleus (Aşil), öte yanda zeki Odysseus.
Truva Savaşı'nın baş kahramanı olan Archilleus, cesaretiyle bilinen büyük bir savaşçıydı. Odysseus ise düşmanlarını zekâsı ve kurnazlığı ile yenen İthaka Kralı'ydı.
Truva Savaşı'nda "Truva Atı" fikrini Odysseus ortaya atmıştı.
İşte karakter olarak birbirinden çok farklı olan bu iki insan için "aynı" yaşam idealini göstermek doğru olur mu?
Öyle görünüyor ki doğru olmaz; çünkü Panaitos'un da işaret ettiği gibi, her insanın ideali "kendi doğası"nda bulunur.
Archilleus, Archilleus olarak, yani bir savaşçı gibi; Odysseus de Odysseus olarak, yani bir lider gibi yaşamalıdır. Ne Archilleus Odysseus olabilir, ne de Odysseus Archilleus.
Öyleyse insan önce kendisini, doğasını tanımalı ve kendindeki gizli yapıyı geliştirmelidir.
Sonuçta tüm insanlar için geçerli olan, adeta reçete gibi sunulabilecek tek bir yaşam ideali göstermenin anlamı yoktur.
Çünkü bir insan için doğru ve anlamlı olan, bir başka insan için yanlış, aykırı ya da anlamsız olabilir. Anlamlı bir yaşamın şifreleri hepimizin doğasında saklıdır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish