Bir ülkede "asgari utanma" hali ortadan kalkmışsa, o ülkenin bütün frenleri patlamış, önüne gelen duvara toslamaya mahkum olmuş demektir.
Evsiz bir vatandaşa, sokağa çıkma yasağını ihlal ettiği gerekçesiyle 3 bin 150 lira ceza yazan polis, bizim "asgari utanma" bariyerlerini nasıl aştığımıza tipik bir örnek oldu.
Emniyet Genel Müdürlüğü ondan sonra istediği kadar "özür" yayımlasın. Bir vatandaşın cep telefonundan sosyal medyaya yayılan o görüntüler olmasa özür falan yayımlanmayacaktı, bunu hepimiz biliyoruz.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Nitekim, her gün, "yurdun dört bir yanında" vatandaşlara çeşitli bahanelerle ceza kesiliyor.
Çok değil, bir ay kadar önce uyarmıştık. Bir "ceza ekonomisi" oluştuğunu vurgulamıştık.
Öyle ki, "zamlı" asgari ücret, sokağa çıkma yasağına uymama cezasının bile altında!
Asgari ücrete yüzde 21,5 zam yapılan ülkede, cezalara neredeyse yüzde 50 zam yapılıyor.
Bu yılın ilk yarısında İstanbul'da bir aracın yanlış yere park edilmesi sonucu çekilmesi 90 lirayla ücretlendiriliyordu. Yıl geçmeden çekme ücretine zam geldi.
Yediemin otoparkına çekilen aracınızı çıkartabilmek için, otopark ücretinin yanı sıra 130 lira çekme parası ödemek zorundasınız. Evet, neredeyse yüzde 50 zam!
Büyük kentlerde trafik polisleri trafiği rahatlatmakla değil, harıl harıl araç çekmekle uğraşıyor.
Sokakta dolaşan kolluk kuvvetleri, virüs salgını dolayısıyla zaten canı burnuna gelmiş olan vatandaşa durmadan ceza kesmekle meşgul. Mahkemeler, ha keza...
Vatandaşa milyarlarca lira ceza kesmek zorundalar; çünkü bunu şimdiden öngörerek önümüzdeki yılın bütçesine bir "gelir kalemi" olarak koymuş durumdalar.
"Gelir"in "gider"i neresi?
Elbette devlet ihalelerinde dünya rekoru kıran malum müteahhit grupları, dolara bağlanmış garanti ödemeler, dünyanın en yüksek faiziyle borçlanabildiğimiz uluslararası tefeciler ve devlet kurumlarında "yenen" para...
Cinnet, "reel" hayat, "din"lenme...
Her gün ülkenin farklı yerlerinden cinnet geçiren vatandaş görüntüleri internete düşüyor. Kimileri çöp konteynerlerini tekmeleyerek, kimileri sokakta gördüğü kameralara isyan ederek "patlıyor".
Sosyal medyada yardım çığlıkları yaygınlaşıyor. Boş buzdolaplarının fotoğraflarını paylaşarak "Açız" diye haykıran ailelerin sayısındaki artış inanılmaz.
Ve Aile, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, önce Türkiye'de yoksul kalmadığını açıklıyor, sonra asgari ücret bilgilendirme toplantısında asgari ücreti reel olarak artırdıklarını savunuyor.
"Reel olarak" ne demek, hangi kriter kullanılıyor, buna dair hiç kimsenin bir fikri yok.
Dolar, avro, altın karşısında "reel olarak" gerileyen tüm maaşlar, bizim bilemediğimiz bir kriterle yapılan hükümet değerlendirmesine göre bir buçuk kat artmış!
Aynı ülkede başka "reel"likler, başka gerçeklikler yaşıyoruz!
Aynı ülkede, adam başı ceza kesilenler kıt kanaat, "kuru ekmekle" geçinmeye çalışırken, ne işe yaradığı belli olmayan devlet kurumlarına doldurulmuş bir sürü "yönetici" milyonluk makam otomobilleriyle, harcırah takviyesiyle dolaşıp duruyor.
"Cumhurbaşkanlığı Külliyesi"ndeki davetlerde Arapça şarkılar eşliğinde sunulan mönülerden bahsedip aynı "israf örneği"ni milyonuncu kez tekrarlamış olmak istemem.
Daha küçük birkaç örnek verip konuyu kapatmak istiyorum.
İki yıl önce kurulan ve sadece 2020'de 25 milyon lira "gömülen" Türk Uzay Ajansı, aradan geçen iki yılda bırakın uzaya çıkmayı, uzay projesi yapmayı, bir internet sitesi bile yapamadı. Site hâlâ "yapım aşamasında"!..
Bir başka örnek: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı diye bir resmi müessesemiz var. Bu müessesenin 2020'de harcadığı para, tabii eğer bütçeyi aşıp ek bütçe kullanmamışsa, "Uzay Ajansı"ndan da fazla, 45,3 milyon lira.
Bu müessese ne yapar?
Değerli el yazması eserleri tercüme ve muhafaza etmesi beklenir, değil mi?
Devasa bir bürokrasinin hakim olduğu bu müesseseye 2020 yılında ayrılan 45,3 milyon liralık bütçenin 17,6 milyon lirasının "Genel Kamu Hizmetleri" başlığında harcanması öngörülmüş.
Peki, geri kalan 27,7 milyon lira nereye gidiyor?
Bu para da "Dinlenme, Kültür ve Din Hizmetleri"ne harcansın diye veriliyor!..
"Bu neyin bütçesi?" diye sormayın, benim bir yanıtım yok, muhtemelen yanıtı kimse bilmiyor.
Ama durun!
Söz konusu müessesemiz bu konuda son derece mütevazı kalıyor.
Devlet Opera ve Balesi'nin 2020'deki toplam 401 milyon liralık bütçesinin sadece 35,8 milyon liralık kısmı "Genel Kamu Hizmetleri"ne ayrılırken, bu müessesenin yıllık "Dinlenme, Kültür ve Din Hizmetleri" 365 milyon lira olmuş!..
Bir sürü müdür, bir sürü makam aracı, bir sürü seyahat, bir sürü harcırah, bir sürü dinlenme, aşırı yoğun "kültür" ve elbette "din" masrafı!..
Başka örnekleri sıralayıp okurun moralini bozmak istemem.
Halkımız yoklukla uğraşırken, bir kesim de bu halkın vergileri ve ödediği cezalar üzerinden dinleniyor, ayrıca "din"leniyor ve kültür kültür kültürleniyor...
Geçtiğimiz hafta medyada görüntüleri yayılan ve çöp konteynerini tekmeleyerek, "Lanet olsun bu düzene! Lanet olsun! Lanet olsun!" diye sokaklarda bağırarak dolaşan vatandaşımızın cümle içinde kullandığı "bu düzen" tam olarak yukarıdaki manzaradır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish