Entrikalı hayatların coşkulu, kör çalgıcılar ve fırıncının hazin şarkısı

Dr. Ekrem Saltık Independent Türkçe için yazdı

Bağdat'ın yoksul mahallerinden birinde dünyaya gelip, henüz çocukluk çağlarında kör annesini kaybetmiş olan Nâzem Ghazâlî [Nâzım el-Gazâlî], değirmen ve fırınlarda işçi olarak çalıştığı ilk gençlik yıllarında, Irak'ta musiki âlemlerinin yapıldığı, birer eğitim kurumu işlevi gören Divanhaneler'e devam etmişti.

Bir yandan yokluk ve yoksullukla mücadele ederken, tiyatrolarda oyunculuk yaparak başladığı profesyonel sahne kariyerine, şarkı söyleyerek devam eden el-Gazâlî, zarif ve güçlü sesiyle Irak tarihinin en popüler şarkıcılarından biri haline gelecekti.

Irak'taki kadim halk ezgileri ve popüler şarkıları, kendine has üslubu ve tenor sesiyle yorumlayarak, tüm Arap dünyasında tanınıp, sevilir hale gelmesini sağlamıştı.

Kariyeri boyunca dönemin önemli Iraklı müzisyenlerinden çeşitli eğitimler almış, birlikte çalışmıştı.

Sadece güçlü sesiyle değil, aynı zamanda dönemin Arap dünyasında tanınan önemli müzisyenlerden oluşan orkestrasıyla da büyük bir hayran kitlesine sahip olan el-Gazâlî'nin sahnesi, şarkı söylerken yaptığı zarif hareketleri ve orkestrasının birer parçası olarak, hemen arkasında oturan kör müzisyenlerle de meşhurdu.

Yokluk ve yoksulluğun dayattığı ağır yaşam koşulları yüzünden gözlerini kaybetmiş, biri kanun, diğeri flüt çalan kör çalgıcılarla sahneye çıkan el-Gazâlî, sahip olduğu ikonik imajı, sahnesinde kendisine eşlik eden kör müzisyenleriyle perçinliyordu. 
   


Irak Radyosu'nda bir fırıncı şarkısı

Bir zamanların yoksul fırın işçisi Nâzım el-Gazâlî, kendisi gibi geleneksel halk ezgilerini ustalıkla icra eden Salima (Paşa) Murad'la hayatını birleştirecek, Salima ile birlikteliği, müzikal yetenekleri ve kariyerini daha ileriye taşımasında etkili olacaktı.

El-Gazâlî'nin dönemin Arap dünyasının en saygın ve ünlü kadın şarkıcısıyla tanışarak evlenmesine giden süreç, içinde bulunduğu ağır hayat koşullarına rağmen, birbiri ardına meşhur olan şarkılarının dilden dile yayılmasıyla başlamıştı.

Bu meşhur şarkılarının arasında Yâ Ümme'l-uyûni's-sûd [Ey Kara Gözlü Yar] da bulunuyordu.
 


Aynı zamanda el- Gazâlî'nin, şöhretini borçlu olduğu coşkulu şarkılarından biri olan Yâ Ümme'l-uyûni's-sûd ve diğer el-Gazâlî şarkıları, 1948 yılından itibaren Irak Radyosu'nda çalınır hale gelmiş, aynı yıl, el-Gazâlî de bu radyo bünyesinde ses sanatçısı olarak çalışmaya başlamıştı.

Irak Radyosu, ülkenin İngiliz mandası olmaktan çıkıp bir süre sonra Birleşmiş Milletler tarafından da tanınan bağımsız bir krallık olarak yapılandığı 1930'lu yılların başında, Iraklı yönetici elitlerin radyo yayınlarına duydukları ilginin bir sonucu olarak kurulmuştu.
   


El-Gazâlî'nin de adını duyurmaya başladığı Irak Radyosu'nun yayınları, başlangıçta, öncelikle yönetici elitlerin yaşadığı saraylar ve radyonun yayınlarına ulaşabilen sınırlı sayıda zenginin lüks ve şatafat içindeki konakları ve o konaklardaki ziyafet sofralarını tamamlayan sesli bir aksesuar olarak düşünülmüştü.

Irak Radyosu aracılığıyla dinleyenlerini coşturan el-Gazâlî'nin şarkıları, halkın radyo yayınlarına ulaşabildiği sınırlı mekânlarda çalındıkça dilden dile, kulaktan kulağa yayılıyordu.

Bu süreçte zamanla kült bir şarkı haline gelerek, zengin eğlenceleri ve sofralarını coşturan Yâ Ümme'l-uyûni's-sûd şarkısının el-Gazâlî'nin şöhretine şöhret kattığı yıllar, Irak tarihi açısından yıkıcı siyasi ve askeri çatışmaların yaşandığı bir döneme de karşılık geliyordu.

1948 yılından başlayarak 1970 yılına kadar devam edecek olan bu süreçte, Arap ülkelerinde yaşamakta olan yaklaşık 1 milyon Yahudi, tüm mal varlıklarını geride bırakıp, İsrail başta olmak üzere farklı ülkelere göç etmek zorunda bırakılmıştı.

Bu döneme kadar, Irak da dâhil, çeşitli Arap ülkelerinde yaşayan Yahudilerin geride bıraktığı mal varlıkları, hazineye aktarılarak, buralardaki yönetici elit ve soylu ailelerin zenginliğine zenginlik katmıştı. 
    


Aynı sürecin sebep olduğu siyasi ve askeri gerilim, yerli, yaygın ve alternatifsiz halk kitlelerinin, asırlardır maruz kaldıkları yoksulluk ve yoksunluk sarmalını, içinden çıkılamaz hale getirecek, zengin sınıf ve yoksullar arasındaki uçurum daha da büyüyecekti.

Bu süreçte yaşananların, yönetici elitlerin iktidar oyunları ve bu oyunların karmaşıklığı oranında katlanan rant hesaplarıyla da ilişkili olduğunun ayrımına varmak, Yâ Ümme'l-uyûni's-sûd şarkısındaki o coşkunun, arka planındaki hazin hikâye ve sınıfsal gerçeklikleri görmek kadar zordu.

Üstelik bu sırada Arap dünyasında dolaşıma sokulmuş araçsal dini söylemlerin çatışmacı etkisi, tehdit unsuruna dönüştürülen etnik farklılıkların tedirginliği ve bir somun ekmeğe dahi muhtaç olmanın çaresizliğiyle manipüle edilmeye açık olan halk, büyük sosyokültürel ve ekonomik sorunlar yaşıyordu.

Dolayısıyla kitleler, dimağlarına doldurulan şarkılar ve çalgıların coşkusuna kapılarak avunurken, neyi anlatıp aslında hangi gerçekleri gizlediğine aldırmaksızın, gündemlerine boca edilen retorikler ve nutuklarla kolaylıkla idare edilebiliyordu. 

Ortadoğu'daki zengin sofraları "vur patlasın çal oynasınla" şenlendikçe, yoksulluğu daha da kronik hale gelen ve o dönemde yaklaşık 150 bin Yahudi'nin yaşadığı Irak'ta; "Yahudilerden kurtulmanın ülkenin yararına olduğu" şeklinde çeşitli propagandalar yapılıyordu.

Söz konusu düşmanca propagandaların, kitleleri "cambaza baktırarak", yönetici elitlerin, aslında halka borçlu oldukları konforlu yaşamlarını, nihayetinde yine halkın geleceğinden çalarak sürdürmekte olduğunun ayrımına varılmasını engelleyen şuursuzlaştırıcı etkileri de vardı.

Geleceği ipotek edilmiş halkların, yapay tehditlerle yaşayamaz hale getirildikleri şimdiki zaman ve sonraki kuşaklarının elinden alınan yarınların hesabını sormamaları için, düşman icat edip, sürekli nefret pompalamak, tarih boyunca her coğrafya ve zaman diliminde işe yarayan, kitlesel bir oltaydı.

Tüm Ortadoğu'da olduğu gibi, zaman içerisinde üst üste atılan türlü oltaların birbirine karıştığı Irak'ta da Yahudilerin sınır dışı edilmesini, ülke gündemine sokulan komünizm tehdidi ve halkın, etnik milliyetçilik üzerinden birbirine karşı kışkırtılması takip edecekti.

Yönetici seçkinlerin, tınılarıyla lüks sofraları coşturan Yâ Ümme'l-uyûni's-sûd şarkısı gibi şarkılarla coşmaktan hiçbir zaman geri kalmadığı bu sürecin, Irak tarihi açısından, yoksulluk içinde kıvranan halkların kolektif hafızasında hazin çağrışımları vardı.

Devlet hazinesinin har vurulup harman savurulduğu bu yıllar, Irak'taki siyasi ve askeri çalkantılar kadar, sosyoekonomik sorunların da daha girift hale geldiği, kaotik bir dönemdi.

Normalleşmeye, şeffaflığa, hak, hukuk ve eşitlik talebine dair en ufak aykırı seslerin dahi Yahudi sempatizanlığı ya da Sovyet casusluğu yaftasıyla sindirildiği bu atmosfer, aynı zamanda, bölgede 1940'lı yılların başından itibaren güç kazanmaya başlayan Baas Hareketi'nin, 1963'ten 2000'li yılların başına kadar Irak ve çevresinde tutunabilmesini sağlayan toplumsal karakterin de yerleşmesine neden olacaktı.

Arapçada "(yeniden) diriliş" anlamına gelen "baas" ifadesini, ideolojik yapılanmalarını isimlendirmek için kullanan Baas Hareketi, temelde Ortadoğu'da tek bir Arap devleti kurma iddiası ile ortaya çıkmıştı.

Hareketin "diriliş" ve "birlik" iddiasıyla çıktığı yolculuk, Irak da dâhil bölge ülkelerinde; yönetici elitlerin şahsi hırslarına, kutsal retorikler kullanılarak kurban edilen kuşaklar, parçalanış ve yıkımdan başka bir şey getirmeyecekti.


Yâ Ümme'l-uyûni's-sûd [Ey Kara Gözlü Yar]

Baas Hareketi'nin Irak ve çevresini toplumsal katma değerin tüm imkânlarıyla birlikte adeta esir aldığı bir dizi darbe ve cebir sürecinin başlangıcı olan 1963 yılı, Yâ Ümme'l-uyûni's-sûd [Ey Kara Gözlü Yar] şarkısının, sadece saray sofraları açısından coşkulu hikâyesinde, hazin bir sayfa açacaktı.

O yıl Avrupa ve Arap coğrafyasındaki çeşitli ülkelerde onlarca konser verip, Yâ Ümme'l-uyûni's-sûd da dâhil, ikonik şarkılarını seslendirdiği televizyon kayıtları gerçekleştirmiş olan el-Gazâlî, geçirdiği ani bir kalp krizi sonucunda, henüz 42 yaşındayken hayatını kaybetmişti.

Irak müziğinin altın çağının zirve noktası olarak görülen el-Gazâlî'nin "kalbine yenik düşerek" öldüğü haberi, o güne kadar sadece Irak Ordusu'nun darbe haberleri için yayın durduran Irak Radyosu'nun yayın akışı kesilerek verildiğinde, büyük bir üzüntüyle karşılanmıştı. 
     


Nâzım el-Gazâlî'nin ikonik bir şarkıcı olarak, sanatının zirvesine ulaştığı bir sırada gerçekleşen ani ölümünün ardından, doğal yollarla değil, zehirlenerek öldürüldüğüne dair çeşitli söylentiler ortaya çıkmıştı.

El-Gazâlî'nin hem aşk hem de bölgedeki siyasi gerilimlerle ilgili bazı entrikalara kurban edilmiş olabileceğine işaret eden bu iddiaların merkezinde, kendisinden yaşça da büyük olan eşi Salima Murad bulunuyordu.

Söylentilere göre, Salima'yı ellerinden aldığı düşüncesiyle el-Gazâlî'ye fanatikçe bir nefret duyan kıskanç Salima hayranları ve eski aşıkları, arkalarında iz bırakmayacak şekilde bir suikast düzenleyerek el-Gazâlî'yi öldür-t-müş ve kalp krizi süsü vermişti.

Bir başka iddiaya göre, aslında Iraklı Yahudi bir aileye mensup olan Salima Murad ile el-Gazâlî arasında, Irak Yahudilerinin sınır dışı edilmesinden sonra bazı dini ve siyasi görüş ayrılıkları yaşanmış ve el-Gazâlî'nin ölümü bu ayrışmanın sebep olduğu entrikaların bir sonucu olarak gerçekleşmişti.

El-Gazâlî'nin ölümüyle sonuçlanan entrikalardan sorumlu tutulan Salima'nın, eşinin ölümünden sonra renkli ve hareketli hayatıyla birlikte şarkı söylemeyi de bırakarak evine kapanmış olması, söz konusu iddiaları tutarsız hale getiriyordu.

Nitekim el-Gazâlî'nin "Bağdat'ın Sesi" olarak adlandırılan "kara gözlü" eşi Salima da hayatının sonuna kadar Irak'tan ayrılmayacak, 1974 yılında vefat ettiğinde Bağdatt'taki Müslüman mezarlığına defnedilecekti.

Nihayetinde birer şehir efsanesinden öteye gidemeyen çeşitli suikast ve zehirlenme iddiaları zamanla unutulacaksa da el-Gazâlî'nin ölümü, tüm ikonik isimlerin ani ölümlerinin ardından yaşandığı gibi, şüpheyle karşılanmıştı. 
    


Nâzım el-Gazâlî, Bağdat'ın yoksul mahallerinden birinde dünya gelip, bir dönem fırın işçiliği de yaptıktan sonra, aslında hem zengin hem yoksul sofralarının temel gıdası olan somun ekmekle de pekâlâ doyabilen insanların hayranlığını kazanmıştı.

Öfke, nefret ve yıkımdan beslenen Baas Hareketi'nin başaramadığı dirilişi, özellikle Irak makamı açısından, zarafet, bilgelik ve insani değerleri yücelterek başaran el-Gazâlî, Irak müziğinin, birbirine karşı katmanlı ayrılık ve nefret duyguları besleyen Arap dünyasının tamamında sevilip popüler hale gelmesini sağlamıştı.

Ölümünden sonra bile her yankılandığında, dimağlarda hoş bir seda bırakan şarkılarıyla hatırlanan el-Gazâlî, kibar, mahcup karakteri ve tenor sesiyle söylediği şarkılarıyla, birleştiriciliği Arap dünyasının sınırlarını aşan, kuşağının en önemli ses sanatçısı olarak tarihe geçmişti. 

Hayranı olduğu "kara gözlü" bir kadına, kendisine bir somun ekmek vermesi için seslenen yoksul bir âşığın duygularını konu eden Yâ Ümme'l-uyûni's-sûd şarkısının coşkulu tınısı, farklı ülkelerde farklı dillere uyarlanmasını ve yepyeni şarkılara ilham kaynağı olmasını sağlamıştı.

Kerkük'te dünyaya gelip, -tıpkı el-Gazâlî gibi- Divanhaneler'de yetişmiş olan Abdurrahman Kızılay'a ait Yazmalı Gelin türküsünün, söz ve melodisindeki varyant farklılığına rağmen, Yâ Ümme'l-uyûni's-sûd'u çağrıştırıyor olması da muhtemelen böyle bir tesirin sonucuydu.

Nitekim Yazmalı Gelin türküsü de özellikle Ahmet Kaya'nın, ölmeden önce çıkardığı Dosta Düşmana Karşı adlı son albümünün son ezgisi olarak, kendine has üslubuyla seslendirmesinden sonra, halk müziğinin kült eserlerinden biri haline gelecekti. 

Birçok farklı ülke ve dilde farklı varyantlarına rastlamanın mümkün olduğu Yâ Ümme'l-uyûni's-sûd şarkısı, coşkulu tınısına rağmen, aslında sınıfsal sebeplerden imkânsız ve vazgeçilmezliği, "somun ekmek" metaforuyla sembolleştirilen hazin bir aşk hikâyesini anlatıyordu.

İçli sesiyle bu hikâyeye büyük bir samimiyet katmış olan el-Gazâlî'nin yaşam hikâyesi, şarkısında bahsini ettiği gibi "kara gözlü" olan eşi Salima Murad ile birlikte Irak müziğinde çığır açarak hem kendilerini hem de dinleyenlerini doyurdukları bir sanat yolculuğuydu aslında.

El-Gazâlî, Yâ Ümme'l-uyûni's-sûd şarkısını okuduğu uzun yıllar boyunca, karnını somun ekmekle doyurmaktan başka çaresi olmayan ve bunun için de yine alın teriyle somun ekmek ürettiği çocukluk ve ilk gençlik yıllarını da beraberinde taşımış, geçmişine ihanet etmemişti.

Söz konusu yıllar boyunca Ortadoğu'da, Yâ Ümme'l-uyûni's-sûd şarkısının yankılandığı topraklar ve kendi söylem geçmişlerine ihanet ederek, konfor ve imkânlarını, somun ekmeklerini dahi borçlu oldukları halklarla adil bir şekilde bölüşmeyen hiçbir lider kalıcı olamamıştı.

Yâ Ümme'l-uyûni's-sûd, Irak Radyosu'nda duyulduğu ilk günden bu yana, kör çalgıcılar eşliğinde her çalındığında, toprağı ve değerlerine samimiyetle sarılan sıradan insanlar kadar, toprağına ve değerlerine, kutsal retoriklerin arkasına sığınarak ihanet eden hilekârları da coşturmuştu.

Tarihe ve topluma mal olan birçok ezgi gibi, Ey Kara Gözlü Yar şarkısı da hafızasında, hem artık ipliği pazara çıkmış entrikalı hayatların coşkulu hem de yönetici seçkinlerin şahsi hırslarına kurban edilerek her geçen gün daha da yoksullaşan halkların hazin hikâyesini taşıyordu.

Sonra "şenlik dağıldı, bir acı yel kaldı bahçede yalnız."

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU