Maraş Katliamı'nın anlamı ve tarih içindeki yeri
...Küçük çocukların ve yaşlı adamların üzerine gaz dökülerek yakılmış, insanlık dışı olaylar işlenmiştir. Toplu katliam olayları, toplu halde ceset bulunmasıyla doğrulanmaktadır. Ölü sayısının resmi miktarının iki yüzü aşacağını tahmin ediyorum.
(Dündar Saner, Dönemin Maraş Savcısı)
Hastaneye getirilen ölülerden elli ikisini inceledim. Bunlardan üç tanesi sopayla öldürülmüş, diğer ölüler mermilerle... Boğularak öldürülenlerin olduğunu söylediler. Yetmişlik yaşlıları, üç yaşında bebekleri vurmuşlardı. Bir cehennem aleminden geldim.
(Mete Tan, Dönemin Sağlık Bakanı)
...Karşımızda oturan ve bir gözü görmeyen 80 yaşındaki, yaşlı Cennet Çimen'in evine gittiler. Bu kadını, 'Gel nene, gel' diyerek elinden tutup dışarıya çıkardılar. Cennet Kadın, gözleri görmediği ve yaşlı olduğu için öldürülenlerden ve yakılanlardan habersizdi. Sanıklardan Cuma Yalçın ve Nuri Boğa tornavida ile gözlerini oydular, sonra silahla öldürdüler. Yakınında bulunan helanın çukuruna baş üzeri atıp, üzerine at arabasını devirdiler...
(Maviş Toklu, Tanık)
Günümüz genç nesillerinin havsalasının alamayacağı bu olaylar Maraş'ta yaşandı. Denebilir ki, Maraş, Maraş olalı böyle bir zulüm ve vahşet görmedi.
Peki neden?
Devrimci değerler yükselişte…
1960'lı yıllar, dünyada ve Türkiye'de eşitlikçi, özgürlükçü devrimci değerlerin yükseldiği yıllardı.
12 Mart darbesi, gelişen devrimci mücadeleyi kesintiye uğratsa da üzerinde geliştiği toplumsal sürecin doğal mecrasına nüfuz edemedi. İki yıllık bir 'sessizlik'ten sonra 1973 genel seçimlerinin ardından, toplumsal siyasi mücadele topraktan fışkırırcasına boy attı.
1973 genel seçimlerinin galibi Ecevit'in CHP'si idi.
Gerçekte seçimin galibi umuttu, halkın geleceğe dair umuduydu.
Halk, Cumhuriyet tarihinde ilk kez geleceğe umutla bakmaya başlamış, her şeyin devletle başlayıp devletle bittiği bir ülkede, kendi kaderini ele alma düşüncesiyle devlet sınıfından kaçmıştı.
"Ne ezen ne ezilen, insanca hakça bir düzen!"
"Toprak işleyenin, su kullananın."
Mevcut düzeni de Ecevit'i de çok çok aşan bir gelişmeydi bu...
'Komünizme karşı Milliyetçi Cephe' (MC)
Genel seçimlerden sonra kurulan CHP-MSP koalisyon hükümeti, Başbakan Ecevit'in Türkiye'ye pahalıya patlayan siyasi hatası nedeniyle dağıldı ve yerine hemen "Komünizme karşı Milliyetçi Cephe"(MC) adı altında, asıl misyonu, her türlü devrimci, ilerici düşünceyi ve de Altın Hilal'den başlayarak Alevi inanışını yok etmek olan bir hükümet kuruldu.
MC, Süleyman Demirel başkanlığındaki Adalet Partisi, Necmettin Erbakan başkanlığındaki Milli Selamet Partisi, Alparslan Türkeş başkanlığındaki Milliyetçi Hareket Partisi, Ferruh Bozbeyli başkanlığındaki Demokratik Parti ve Turan Feyzioğlu başkanlığındaki Cumhuriyetçi Güven Partisi'nin bir araya gelmesiyle kurulmuştu.
Merkezinde Amerika'nın olduğu emperyalist-kapitalist sistem ile Sovyet sistemi arasında süren soğuk savaşta, bu partiler ve lider kadroları Türkiye'nin Amerikancı, sermaye yanlısı, faşist ve gerici unsurlarından oluşuyordu.
MC hükümeti konseptine göre, Başbakan Demirel bürokrasi ve meclisi, Başbakan Yardımcısı Alparslan Türkeş ise sokağı kontrol edecekti.
Sınırlı bir oy tabanı ve üç milletvekiliyle faşistler artık hükümet ortağıydı.
İlk elde, İstanbul ve Ankara gibi büyük kent merkezlerinden başlayarak lise ve üniversiteleri işgal edeceklerdi.
İlerici-devrimci öğrenciler okula alınmayacak, "tarafsızlar" faşist beyin yıkama mekanizmasının bombardımanına tabi tutulacaktı. Direnenler dövülecek, mücadelede ısrar edenler öldürülecek, polis olan biteni görmezden gelecek, faşistlerin yetmediği noktada yedek destek gücü olarak hazır bekletilecekti.
Türklüğün bekası için…
Kamuoyuna da yansıdığı gibi toplumsal uyanış, Çorum, Amasya, Tokat, Sivas, Erzincan, Elâzığ, Malatya, Maraş gibi Türkeş'in "Altın Hilal" diye adlandırdığı kentlere, ilçelere ve köylere kadar yayılmıştı.
Türkeş'e göre Altın Hilal, tarihsel ve kültürel olarak Türklüğün köklerini derinlere saldığı topraklardan müteşekkildi. 'Komonist' ideoloji ve 'Alevi Kızılbaşlar' bu köklere zarar veriyordu. 'Öze dönüş ve etnik temizlik şarttı.'
Türklüğün ve Türk milliyetçiliğinin Anadolu'daki bekası da bir yerde buna bağlıydı.
Kapalı kapılar ardında alınan kararlar uyarınca bu 'temizlik' yapılacaktı.
Doğrudan Kürtlük istismarı netameliydi.
Bu kadar da büyümemişti, uyandırmamak gerekiyordu…
Bu topraklar, binlerce yıldır farklı mezheplerden kesimlerin iç içe yaşadığı, dinsel duyarlılıkları hassas topraklardı. Sonuçta Alevi-Sünni çelişkisinin körüklenmesi öne çıktı.
Maraş Katliamı'na doğru…
Elazığ, Malatya ve Sivas'ta yapılan ilk denemeler, gelişen güçlü direnişler nedeniyle istedikleri sonucu vermemişti, ama Alevi-Sünni çelişkisi üzerinden hızlı bir kutuplaşma yaratabileceği düşüncesinin verilerini de ortaya koymuştu.
Bu çerçevede en kapsamlı katliam Maraş'ta düzenlendi.
Yaşanan olaylar bu kanlı hesabın, yalnızca Türkeş'in ideolojik tutumundan kaynaklandığını düşünmenin yanlışlığını gösterdi.
Neticede Rockefeller destekli olup, 'derin devlet çekirdeğine' uzak mesafede değildi Türkeş…
Alparslan Türkeş ile NATO ve Gladio'nun geri planında olan Rockefeller Grubu arasındaki ilişki:
Türkeş'in ABD'de bulunduğu dönemde en yakın dostu Ruzi Nazar ile NATO ve GLADIO operasyonlarının gerçek hamisi sayılan Rockefeller ailesi tarafından desteklendiğini aktarmakta fayda var. 1
Pek de reddedilmeyen bir iddia şuydu; "Türkeş'in Rockefeller ailesinin bursunu kabul etmesi". Bunun bir anlamı olmalıydı.
MC'nin kurulduğu tarihlerde Altın Hilal'in kent ve ilçelerinde bir yabancı dolaşıyordu.
ABD büyükelçiliğinde İkinci Kâtip olarak görünen CIA ajanı Robert Alexander Peck'ti bu isim.
Ortaya çıkan kayıtlara göre Peck, Maraş'ta AP'li ve MHP'li il başkanları ve yöneticilerle, milliyetçi patronlarla, eşrafla, toprak sahipleriyle toplantılar düzenliyor, tam da Türkeş'in söylediği gibi Altın Hilal'de "etnik temizliğin" gereğinden söz ediyordu. 2
Her katliam ve 'sorunlu' olay öncesinde ortaya çıkan CIA ajanı Peck, katliamın arifesinde de Maraş'taydı. Bu unsur 1979'da Amasya'da, 1980 Çorum Katliamı'nda da görüldü. Kısa bir süre sonra 12 Eylül darbesi gerçekleşti. Peck, kendisine verilen görevi fazlasıyla yerine getirmiş ve ortadan kaybolmuştu.
Ecevit'in özel arşivinden gün yüzüne çıkan yeni belgelere göre, katliamlarla ilgili tek derin bağ Peck değildi. 1975 yılında kurulan MC'nin başbakan yardımcılığına Alparslan Türkeş getirilmiş, MİT ona bağlanmıştı. Bir süre sonra MİT, asıl görevinden kopacak, doğrudan kontrgerilla ve MHP ile ortak bir çalışma içine girecekti.
1978 Ocak ayında hükümet olan CHP, MİT'e 'iki istihbarat elemanının bilgilendirmelerini' değerlendiremeyen Ecevit'in basiretsiz tutumu yüzünden hâkim olamayacaktı. 'Türkeş, Hukuk Müşavirliği, Psikolojik Savunma Başkanlığı; İstanbul, Ankara ve Diyarbakır Bölge Daire Başkanlıklarındaki yandaşları aracılığıyla MİT'i kontrol ediyordu.'
Maraş Katliamı'ndan aylar önce 'Türkeş, MİT'teki üst düzey ilişkileri aracılığıyla, MİT'in Güney bölgesini kontrol altına almıştı.' MİT'teki yandaşları üzerinden Maraş Katliamı'ndaki rolünü rahatlıkla oynayabilecekti.
Bölgeden merkezi hükümete istihbari bilgi akışı kesilecek, her şeyi sola bağlarken sağ ile ilgili masumane tasvirler çizen manipülatif bir bilgilendirmeyle hükümet "uykuya yatırılarak", tezgahlanan kanlı plan uygulamaya konulacaktı.
Maraş Katliamı'nın planlamasını, 'Türkeş'in dünürü de olan MİT Hukuk Müşavirinin içinde bulunduğu dört MİT mensubu yapmıştı.' MİT'in katliamın içinde olması sağlıklı istihbarat akışını engellerken, vahşete varan sonuçlara yol açacaktı.
Siyasi sonuçları da vardı; Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'in emriyle Eylül 1978'de başlayan Cunta planlamasının temel bir kademesi olarak 13 ilde sıkıyönetim ilan edilecek, iki yıllık bir iç savaş süreciyle toplum "can güvenliği" derdine düşürülecek ve 12 Eylül'de yapılan darbeyle ülke kendi askeri üzerinden Amerika ve Pentagon dış politikasının bir parçası olacaktı.
Demografik sonuçları da… Katliamdan sonra, yüzde 70-80 Alevi Kürt nüfus 'göç yollarına' düşecek, Maraş'ın demografik dengesi değişecek, 'Türkçü/milliyetçi, Sünni devletçiliğin' hakimiyeti sağlanacaktı.
MİT görevlileri, katliamdaki rolünü katliam sonrasında da sürdürdü. Faşistlerle ilgili raporlar mahkemelerden gizlenirken, sol gruplar hakkında gerçek dışı raporlar düzenlendi.
Nitekim 12 Eylül darbesinden sonra Maraş Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Recep Haznedaroğlu, bu tek yanlı raporlara dayanarak katliamı tersine çevirip, işkenceyle sol bir gruba mal etmeyi deneyecekti. Raporların bu şekilde tanzim edilmesi, bizzat Türkeş'in talimatı ile olmuştu.
MİT'in rolüne yakından bakalım...
Eski Başbakan Bülent Ecevit'in 1979'dan beri saklamakta herhalde 'ulusal yarar'(!) gördüğü belgeye göre, katliam o dönemin MİT görevlilerince planlanıyor.
İşte Ecevit'in üzerine "çok ciddi bir kaynaktan verilmiştir" notu düştüğü belgede yazılanlar:
CHP iktidarı devraldıktan sonra vuku bulan büyük olayların (Malatya, Sivas, Maraş) çıkacağına dair bir iki ay evvelinden haber verilmediğinden yüzlerce vatandaşımızın can ve mal kaybına sebebiyet vermişlerdir.) Önceden haber vermek bir tarafa, olayın yaratılmasında en etkin rol oynamışlardır. (Nitekim Kahramanmaraş olayı MİT'ten .... 'in müşterek planlamaları ile çıkarılmıştır. Türkeş oraya ...'in tavassutuyla …'u tayin ettirerek (MİT'in Bn.) Güney Bölgesi'ni ele geçirmiş ve Maraş olayını rahatlıkla tertip ettirmiştir. MİT olayın içinde olmasaydı, Maraş'tan her türlü istihbaratı aylar evvel alır ve olayın zuhur etmesine meydan vermezdi.
Katliamın 'kurmaylarına' gelince…
12 Eylül darbesi ile katliam arasında doğrudan ilişki olduğu tartışılmaz...
Amerika, "yerli" tekelci sermaye ve kuruluşları TÜSİAD, ırkçı, milliyetçi işbirlikçileri ekonomik olarak 24 Ocak Kararları'nı ve buna uygun düşen siyasi kararları, darbe üzerinden engelsiz uygulamada kararlıydılar.
Amerika için hayati olan, Ortadoğu'daki petrol çıkarları ve İsrail'in güvenliği esprisi içinde, Sovyet sistemini çevreleme siyasetinin tahkimi idi.
Amerika bu konuda engel tanımıyordu. Yapılmak istenenin ayırdında olan insanları ortadan kaldırmakta bir an için tereddüt edilmiyordu.
Türkiye'nin içerideki siyasetçileri üzerinden istikrarsızlaştırılması ve darbe koşullarının olgunlaşması için, hala hesabı verilmeyen, beş bin gencin katli buydu.
Birçok aydının, akademisyenin ve Milliyet gazetesi yayın yönetmeni, gazeteci Abdi İpekçi'nin öldürülmesi de buydu…
İpekçi, ülkenin darbeye sürüklendiğini görüyordu. Amerika'nın Türkiye İstasyon Şefi CIA ajanı Paul Henze'nin görüşme talebi üzerine yapılan görüşmede, İpekçi'nin bildiklerini ve değerlendirmelerini aktarması hayatına mal olacaktı. Görüşme 13 Ocak 1979'da oldu, çok geçmedi 1 Şubat 1979'da öldürülecekti.
İpekçi, Maraş Katliamı'nın "Kontrgerilla" adlı CIA bağlantılı NATO kuruluşu tarafından örgütlendiğini, katliama bir CIA ajanının karıştığını belirlemiş, "Özel Harp Dairesi" veya "Kontrgerilla" olarak adlandırılan NATO kuruluşunun MHP ile iç içe çalıştığına dair ise kanıtlar elde etmişti.
İpekçi'nin öldürülmesinden hemen sonra, emekli Amiral Sezai Orkunt'un aktarımına göre, "Abdi, askerlerin arazide bazı sivillere kontrgerilla eğitimi verdiğini öğrenmiş. CIA şefi ile bunu konuşmuş. Ardından vuruldu. Halbuki Genelkurmay'ın haberi olmadan böyle talimler yaptırılmayacağını bilmesi lazımdı."
Katliamın 'personeline' gelelim…
Darbe koşulları yaratmak için Türkiye'yi istikrarsızlaştırma siyaseti güden, darbeyi "kendi çocuklarına" yaptıran Amerika'nın ve simgesel olması bakımından CIA ajanı Peck'in;
Katliamın göstere göstere geldiğini görmeyen, istihbari uyarıları basiretsiz bir tutumla ciddiye almayan Ecevit'in;
Alparslan Türkeş'in ve MHP'nin;
Dönemin adı geçen MİT yetkililerinin;
Bölgedeki AP'li ve MHP'li il başkanları ve yöneticilerinin, iş adamlarının, toprak sahiplerinin, eşrafın;
Susurluk Çetesinin;
Katliamı seyreden, isteyerek yada istemeyerek katliamcılarla bir şekilde suç ortağı olan toplumun bir kısmı var.
Bütün bunların sorumluluklarının kamuoyunun gündemine gelmediği, sorgulanmadığı ve bir yakın tarih hesaplaşması yaşanmadığı açıktır.
Hukuksuz yargı…
12 Eylül sonrasında Maraş Olayları hakkında açılan davalar ise tam bir hukuk skandalıydı.
Katliamın faili olarak 804 kişi yargılandı. Katliamda birinci dereceden rol oynayan 68 kişi ise hiç yakalanmadı.
379 kişi beraat etti.
1 ila 15 yıl arasında mahkûmiyet cezası ile yargılanan 314 kişinin cezalarında önce 1/6 oranında indirim yapıldı, sonra hepsi mahkeme sürecinde salıverildi.
29 kişi hakkında verilen idam ve yedi kişi hakkında verilen müebbet hapis cezası Yargıtay tarafından bozuldu.
1991'de çıkan Terörle Mücadele Yasasında yapılan değişiklikle de katliam sorumlularının hepsi salıverildi.
Böylece Maraş Katliamı dava dosyası sessiz sedasız kapatılmış oldu. Bundan sonra da bu dosya hiç açılmadı. Tarihe kara bir leke olarak geçen katliam unutulmaya bırakıldı.
Ama… Unutulmadı!
Tarih unutmaz!
Büyük insanlık unutmaz!
İnsanlık suçları ve suçluları için zamanaşımı yok!
Her şey zaman meselesi, her şey devran meselesi...
Vicdani yargı ve adalet…
Maraş'ta yaşananları bugünkü kuşakların havsalasının alamayacağı gerçeğini hep ifade ettik.
Bu denli unutkanlık, umarsızlık, mazisizlik nasıl bir şeydir, nasıl yaşanır?
Canıyla kanıyla yaşayan bir insandan, hem-türleri tarafından işkenceyle, tecavüzle, gözleri oyularak, boğularak, yakılarak öldürülen bir insanın yokluğuna nasıl geçilir, insandan caniye geçişte hiç mi evrim olmaz? Yok mudur? Olması gerekmez mi?
Evet, bunlar 'bozulmamış' genç kuşakların havsalasının alamayacağı şeylerdir ama gerçektir.
Kim bilir, belki Maraş Katliamı başta bizim kuşağımız olmak üzere, toplum olarak hepimizin yüzünü kızartıyor, vicdanımızı kanatıyor. Zayıflığımızla, güçsüzlüğümüzle, çaresizliğimizle yüzleşmekten korkuyoruz.
Belki de bu yüzden kimsenin, hatta kendimizin dahi ulaşamayacağını düşündüğümüz derinlerimize gömdük Maraş Katliamı'nın izlerini. Nesneleştirdik, yabancılaştık katliama ve öldürülen insanlarımıza…
Bu ruh hali, bir şekilde katliamla ve katliamcılarla suç ortaklığı yaptığımız gerçeğinin üstünü örtmüyor.
Belki de kanıksıyoruz ama bu katliamın suç ortağı partinin yıllar yılı Maraş'ta en güçlü parti olduğu, böylece 'doğruyu bilir' halkımızın katliamcılığı ödüllendirdiği, isteyerek ve istemeyerek katliamcılarla suç ortaklığı yaptığı gerçeğini değiştirmiyor.
Katliamda yer alan bir insan zavallısının basit bir soyadı değişikliği ile kendini unutturduğu(!), hatta halkın temsilcisi olarak TBMM'ye girdiği gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Katliamı kontrgerilla, dönemin bir kısım MİT görevlileri ve MHP'nin ortaklaşa düzenlediğini pekâlâ iyi bilen namı diğer 'vicdanlı ve dürüst" Ecevit'in MHP'yi iktidara taşıdığı gerçeğini de değiştirmiyor.
Maraş'ta öldürülenlerin çocukları, eşleri, anne, babaları katliamdan nasıl etkilendiler? Ve bugün nerede ve nasıl yaşıyorlar, bilmiyoruz.
Maraş'taki solcu, Kürt Alevi halkın yüzde 80'i, büyük kentlere ve yurt dışına göçerek köklerinden koptular. Bu insanların yaşadığı köksüzlük nasıl bir haldir; yarattığı kırılmalar, eziklikler, travmalar nedir ve nasıl yaşanır, araştırmadık.
Maraş'ın filmini, tiyatrosunu yapamadık. Romanını yazamadık. Maraş Katliamı üzerine kaç şiir yazıldı, bilemiyoruz ama bir şiir kitabının olmadığını biliyoruz. Maraş üzerine bir ağıtımız bile yok.
Ağlayamıyoruz.
…
Zalimle ve zulümle bir hesaplaşma, bir vicdani yüzleşme dahi olmayacaksa adalet nasıl sağlanacak?
Vicdanlar soğumuş, adalet göğe çekilmişse, insan nasıl insanileşecek, demokrasi ve özgürlük nasıl olacak?
Bir daha aynı şeylerin yaşanmamasının mahşeri vicdanı hangi zamanlarda ve nasıl oluşacak?
Yüzleşilmeyen ya da yaptırımı olmayan bir suç, her daim işlenmeye açık değil mi yoksa?
Ve 2 Temmuz Sivas Katliamı, aynı makus tarihin tekerrürü değilse, nedir?
***
1. Korku imparatorluğu, Zihni Çakır, Profil yayınları
2. "Yıl 1979. Şiddet dorukta… İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş'in telefonu çalar. Arayan Amasya'nın CHP'li Belediye Başkanı Gündüz Türen'dir:
- "Sayın Bakanım buralarda Robert Alexander Peck diye bir Amerikalı dolaşmakta..."
- "Neciymiş?"
- "ABD Büyükelçiliğinde ikinci katip. Ama ziyaret ettiği kişilere garip sorular soruyor... Bana da geldi. Çok tuhaf sorular sordu:
1. Amasya'da Sünnilerle Alevilerin oranı ne?
2. Amasya'da genel nüfusa göre işçilerin oranı ne?
3. Amasya'da solcular mı sağcılar mı ağır basıyor?
4. Amasya'daki çatışmaların nedeni mezhepsel mi? Etnik mi? İdeolojik mi?"
Bakan görüşmenin ardından Amasya Valisi Aydemir Ceylan'ı arar. Peck onu da ziyaret etmiş, benzer sorular sormuş.
…
Robert Alexander Peck bir CIA ajanıydı. Görev yeri Kıbrıs olmasına rağmen ABD Büyükelçiliği'nde ikinci katip olarak çalışıyordu. Yani dokunulmazlığı vardı. Eşi de CIA ajanıydı. Ankara'da çok geniş bir siyasi çevre edinmişlerdi.
12 Eylül sonrasında bir siyasi partinin genel merkezinde ele geçen evrak arasında Peck adına sıkça rastlanmıştı. Peck emekli bir generalle de sıkı fıkıydı. Bazı örgütlerce düzenlenen toplantılara konuşmacı olarak katılmıştı...
Amasya Valisinin Peck'le ilgili raporu Hasan Fehmi Güneş'e ulaştığında Karadeniz gezisindeydi. Gazeteciler yörede dolaşan esrarengiz Amerikalıyı sordular bakana.
"Sadece yörede dolaşmakla kalmıyor, her şeye karışan, ortalığı bulandırmaya çalışan biri gibi davranıyor. Amerikalı diplomatı yakından izliyoruz..."
Güneş daha sonraları, "adamın gittiği yerlerde o ayrılır ayrılmaz olaylar çıkıyordu. Özellikle belirli bir kesimle görüşüyor, onlarla yakın ilişki kuruyordu..." diyecekti.
Olay kamuoyunun hiç dikkatini çekmedi; kimse üzerinde durmadı... ABD Büyükelçiliğinin dışında! Bakanın Amerikalı diplomatı izliyoruz lafı Büyükelçi Spain'i çok kızdırmıştı. Bunu bir diplomatik skandal olarak nitelendirdi, Bakanın sözlerini geri alarak özür dilemesini istedi…"
İnsan düşünemeden edemiyor: İçişleri Bakanının o özel olayı acaba Büyükelçi Spain'in marifeti mi?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish