Her yıl sanat dünyasının en etkili/güçlü listesini yayınlayan ArtReview Dergisi, bu sene sanatçı ve gazeteci Zehra Doğan'a da yer verdi. Açıklanan 100 kişilik listenin ilk sırasında Black Lives Matter var. Tüm dünyada çok ses getiren Me Too ise dördüncü sırada yer alıyor. Listede Judith Butler 10. Banksy 59. Byung - Chul Han 62. sırada yer aldı. Listede yer alan yegane Kürt isim ise 97. sırada bulunan sanatçı ve gazeteci Zehra Doğan.
ArtReview Doğan'ın sanat kulvarında olduğu kadar politik alanda da aktif olduğunu, çalıştığı JINHA Ajansı'nın 2016'da yetkili kurumlar tarafından kapatıldığını yazdı. Bunun yanı sıra sanatçı Doğan, suluboya ile yaptığı Nusaybin resminde "eleştiri sınırlarının ötesine" gittiği için yargılandı ve ceza aldı. "Eleştiri sınırlarının ötesinde"ki bu çalışma gerekçesiyle de Mardin, Tarsus, Diyarbakır cezaevlerinde hapis yattı.
Yine geçtiğimiz günlerde Kıraathane'de açılan Zehra Doğan sergisi beğeniyle karşılandı. Nehatîye Dîtin / Görülmemiştir ismiyle açılan sergide Doğan'ın hapishanedeki çalışmaları sergilendi. Pandemi koşullarında olmasına rağmen büyük bir ilgiye mazhar olan sergi, sanatçının Türkiye'deki ilk kişisel sergisi aynı zamanda... Bu sebeplerle Doğan ile sanatını, gazeteciliğini ve Avrupa'daki çalışmalarını konuştuk.
ArtReview'in kendisini seçmesi hakkında değerlendirmede bulunan Zehra Doğan, "Bir yandan kendi ülkemde sanatımdan dolayı hala bir şekilde özgürlüğüm ve hareket alanım kısıtlanırken bir yandan da tüm bu enkazın altından başvurduğum sanat yöntemim dünyada en etkili ilk yüze giriyor. Açıkçası bu durum bende tuhaf bir his yaratıyor" diyerek yaşadığı ikilemi anlatıyor.
Nehatîye Dîtin / Görülmemiştir sergisindeki çalışmalarına baktığımızda Doğan, sanatında savaş nedeniyle travmatize olmuş bireylerin bilinçdışına yolculuk yapıyor. Nihayetinde sergideki odalardan birinin girişindeki kavram da Musallat! Bu kavram günümüzü tarif etmek açısından da son derece güncel. Çünkü bugünlerde hemen herkes kendine musallat olmuş bir şeyle uğraşıyor. En başta pandemi nedeniyle herkesin sağlığına musallat olan coronavirus, beraberinde gelen ekonomik kriz, politik ve ekonomik baskılar, muhaliflere yönelik baskınlar… Herkese musallat olacak kadar bereketli olan bu ifritler diyarı, tabi ki sanatçıları da rahat bırakacak değil. O yüzden serginin kuratörleri olan Wenda Koyuncu ve Seval Dakman'ı da başarılı çalışmalarından dolayı ayrıca kutlamak gerekir.
Yine bu iki ismin seçtiği diğer bir kavram olan Psişik Tutkal kavramı da sanırım ülkenin sosyal ve siyasal durumunun yine sanatsal bir tarifi… Zira bize musallat olan bu tatsızlık hali her türlü sevincimize de psişik tutkal gibi yapışmış durumda… Ne dostların kahvehanesi ne de muhabbet bahanesi hiçbirimizin daralan yüreklerine bir nebze ferahlık veremez durumda… Herkesin kursağı hayal kırıklığına uğramış heveslerle dolu… Doğan'ın resimlerine baktığımızda her tablo bizi daha karamsar bir tabloya götürüyor. İçerikler bizi karanlıktan karanlığa sürüklese de eserlerin hikayeleri ve yastıktaki "Ez ne poşmanim" anlatısı baskılara karşı direncin de en net ifadesi…
Doğan'ın çalışmalarının seyrine baktığımızda karşımıza çıkan diğer bir dönüşüm de renkler üzerinden... 2015 yılı öncesine kadar ürettiği eserlerinde doğanın, baharın ve Kürtlerin kültüründe hakim olan renklerin canlı ve cıvıl cıvıl halleri ön planda. Ancak Nusaybin resmiyle Doğan'ın resmine musallat olmaya başlayan ‘karanlık' gittikçe siyahlaşarak ilerliyor. Bunun hapishaneyle mi ilgisi var diye sorduğumdaysa Doğan, "Evet, seninle ilk konuştuğumuzda da bir savaşın içindeydim.(2015) Nusaybin resmini henüz yapmamıştım. Daha çok kadın teması üzerinden çalışıyordum ki halen kadın temalı eserler yapıyorum. Ama o dönem daha rengarenk, cıvıl cıvıl resimler yapıyordum. Daha her yer yakılıp yıkılmamıştı. Bir umut vardı ve ben hep kadınlarla ilgili çalışmalar yapıyordum. O kadınların söylediği şeyler ve o kadar güçlü bakıyorlardı ki… Ve doğanın içindeydim. Doğayla bütünleşen bir yaşamım vardı. Kendini doğadaki biçimlerle ifade eden kadınlarla beraberdim. Ama Nusaybin resmiyle beraber biçimim de değişti. Çok karamsar ve çok karanlık. İlk başlarda da sana söylüyordum. Kırmızı ile çok ilgileniyordum. Mavi ve doğanın renkleriyle ilgilenirdim. Yani bu kadar canlı renklerle çalışan ben, nasıl bu kadar siyahla çalıştım? Bunu kendime de sordum. Belki de Nusaybin'i yaşamasaydım, o kaybedilen insanları görmeseydim, arkadaşlarımı kaybetmeseydim, dışarıdan biri olarak bunu yapsaydım… Belki bu olayları farklı renklerle ifade edebilirdim. Sonuçta ben de yaşadım ve belki ben de travmatize oldum. Benim de korkularım oldu ve çıkamayacağımı düşünürdüm. Belki de umutlarımın karamsarlaşma hali beni buna yönlendirdi. Cezaevinde boyalar yoktu. İçeriye kalemi gizlice koymuştuk ve onunla yapıyorduk. O yüzden çizgi yoğunluğu daha fazla kendini gösterir oldu…" diyerek hapishane sürecindeki bazı yokluklar ve onları karşı geliştirilen yöntemlerin de biraz etkili olduğunu ancak bu karanlığı çizmeyi daha Mardin'deyken çizmeye başladığını söylüyor.
Doğan'ın resminde ağır basan temalardan biri de kadın. Yastık üzerindeki "Ben pişman değilim" kavramı hakkında da konuşan başarılı sanatçı, "Bir kadın olarak pişman değilim. Çünkü kadın olarak hep bizi pişman hale getirdiler. ‘Onunla evlenmeseydin bu olmazdı, bununla beraber olmasaydım bu başıma gelmezdi. Geç eve gitmeseydim beni taciz etmezdi vs' Bize hep bunu aşıladılar ve aşılamaya çalıştılar. Evet, o bir cezaevi çarşafı ve ranza. Ama o cezaevi yatağı her yerde… Her yere o yatak bizimle geliyor kadınlar olarak. O yüzden beyaz yazma üzerine bilerek adet kanını döktüm. Beyaz yazma sadece dini bir şey değil aynı zamanda kültürel direnişin de bir formu. Bir kadın ne zaman regl olmaz, hamileyken. Yani biz kadınları kuluçka makinasına çevirmişler…" diyerek toplumda kadına biçilen rollere karşı tavrını açıklıyor.
Peki Doğan Avrupa'ya gittikten sonra hayatında neler değişti? Oradaki sanat ortamını mayınlı bir alana benzeten Doğan, Avrupa'da çok başarılı ve protest sanatçıların da olduğunu söylüyor. Doğan, "Ben Avrupa konusunda ön yargılıymışım. Belki hep direniş alanlarından geldiğim için Avrupa'ya gelince tam bir kapitalizmin ortamına düşeceğimi sanırdım. Oysa öyle değil. Avrupalıların ne kadar doğayla iç içe olduğunu görüyorsun. Sanatçıların ne kadar protest işler yaptığını ve ne kadar gündeme hakim olduklarını görüyorsun… Yine hata yapabileceğin şeyler içine de seni çekmeye çalışıyorlar. Mesela bir süre önce International Film Festival Lido Adriatico 2021 için davet ettiler. Bu İtalya'daki Venedik Festivali ile kalite olarak neredeyse eşdeğer bir film festivali. Bunun içerisinde sanat, gazetecilik gibi çok alanlar ve ödüller var. Gazetecilik alanında beni davet ettiler. Ama bunun içinde Kevin Spacey, Woody Allen gibi isimler var. İkisi de daha önce cinsel taciz ile gündem oldular ve Me Too hareketinin nedeni olmuş isimler. Ama bakıyorsun çağırdıkları isimler Nadia Murad, Zehra Doğan vs… Bu insanları çağırarak bu isimlerle yan yana koymaya çalışıyorlar. Bunu hiç safiyane bulmuyorum..." diyerek dikkat etmeye çalıştığını vurguluyor.
Gazeteciliğe tekrar dönüp dönmeyeceği hakkında da konuşan Doğan, "Çok seyrek olsa da JINHA'ya yazmaya çalışıyorum. Ama sanata çok döndüm. Hiç zamanım olmuyor. Ama ben gazeteciliğim ile sanat işimi harmanlamayı istiyorum. Mesela sokak sanatı var. Banksy'den ve birçok sanatçıdan bunu biliyoruz. Sokak gazeteciliği neden olmasın? Fanzinlerden örneklerini biliyoruz. Mesela duvara tam cephe gazeteler yapabiliriz. Bunun üzerinde çalışıyoruz. Mesela tüm dünya ülkelerinde oradaki yolsuzlukları ifşa eden bir gazeteyi insanlar sabah uyandıklarında duvarlarında görebilirler. Oradaki yolsuzlukları, kadına yönelik şiddeti ifşa eden bir gazete olabilir. Çok protest bir tavrı olan bir sokak gazetesi tasarlıyoruz" diyerek hedeflerinden bahsediyor.
© The Independentturkish