Sibel Öz'ün, Türk sinemasının en tanınmış kadın oyuncularından Adile Naşit üzerine yaptığı çok kıymetli, "Oyuncu Yeşilçam Yıldız Sisteminde Bir Anti-Yıldız: Adile Naşit" isimli monografi çalışmasını hülasa ve tahlile cüret edeceğiz.
Türk sineması üzerine oto/biyografi çalışması çok az. Öz'ün, dönemin yayınlarına, tanıkların yazdıklarına ve hatıratlara yaslanarak hazırladığı mevzuu bahis çalışması, eksiği dolduran cinsten.
Türk tiyatrosu ve sinemasında mümtaz bir yeri olan Adile'nin hayat hikayesi ile giriş yapmasıyla onun oyunculuğunun istinatgahını gözler önüne sermiştir.
İkinci kısımda tahkir mahiyetini haiz biçimde yüzüne vurulan "çarpık bacakları, bücür boyuyla" hiç mi hiç şans verilmediği sinema serüvenine yer verirken üçüncü bölümde ise fiziksel özelliklerinin dezavantajına karşın "yıldız sistemi" içerisinde bir "anti-yıldız" olarak tatlı inatçılığı sayesinde sürdürdüğü sessiz sedasız isyanın altını çizmiştir.
Temelde tiyatrocu olan, Naşit Özcan Bey'in 1926 yılında evlendiği Amelya Hanım'dan Selim (1928) ve Adile (1930) isminde iki çocuğu olur.
Tiyatrocuların, Türk sinemasına hükmettiği 1930'lar ve 1940'lı yılların ortalarına sarkan dönemde birçok filmde oynayan Naşit Bey, takriben 35 yıl çok sevdiği, tozunu yuttuğu sahnelere 1940 yılında zoraki olarak veda etmek durumunda kalır.
Çünkü erken Cumhuriyet döneminde "modern" tiyatro sanatı, gelenekselliği kenara iterek Batılı anlamda örnekleri daha güçlü ve donanımlı bir sesle sahnelemesiyle tiyatro izleyicisinin merkez sıkleti haline gelmiş ve buna mukavemet eden "tuluat ve tuluat sanatçılarının" çabalarını boşa çıkarmıştır.
Buna direnmeye çalışan Naşit Bey de er geç "menfur" gidişattan nasibini almış, tası tarağı toplayarak hiç de alışık olmadığı bir alana yönelir, piyango bayiliğini açar.
Ancak, eski izleyicilerden gelen tarizlere fazla dayanamayan Naşit Bey, bu mesleği de bırakmak durumunda kalmıştır.
İşsizlikten, evdeki eşyaları satarak ayakta kalmaya çalışan Naşit Bey, geçirdiği ağır hastalık neticesinde 1943 yılında ebediyete intikal eder.
Naşit Bey'in ölümünün ardından sırtına ağır yük binen Amelya, lokantalarda çalışarak hayatını idame etmeye çalışmıştır.
Ancak çocuklar da sorumluluk bilinciyle hareket ederek annelerini yalnız bırakmamışlardır; Selim, okulu yarıda bırakarak tamirhanede çalışmaya başlar, Adile ise Muhsin Ertuğrul'un, "rıza" göstermesiyle Şehir Tiyatrosu'nda küçük rollerde sahneye çıkmıştır.
Tiyatroda bir gün oyunculardan biri hastalanıp gelmeyince, henüz 12 yaşında olan Adile Naşit, makyajla 65 yaşında bir kadına hayat vererek üzerine yapışacak anne rolünde sahneye çıkmıştır.
Bu ilk ciddi rolün ardından, 1945 yılında "Nar Tanesi Nur Tanesi" oyununda başrol oynamasını müteakiben ünlü tiyatrocu Muammer Karaca'nın teklifiyle şans kapıyı çalmıştır artık.
Karaca'nın yanında, tiyatro hayatının baharını yaşayan Adile, kısa sürede Şevket Rado, Fikret Adil, Ercüment Ekrem Talu gibi birçok duayen gazetecinin dikkatini çekerek kendinden bahsettirmiştir.
Öz'ün deyimiyle, Adile, ustalaşmış ve "babasının gölgesinden çıkarak" kendi izleyici kitlesini yaratmıştır.
Tiyatronun yanı sıra henüz emekleme aşamasında olan sinemaya yumuşak bir geçiş yapan Adile, babasının, "Vakıa sahnede halka karşı kaşıya durmaktan zevk alırım, ama film daha rahat ve halk üzerinde tesiri daha iyi" sözlerini nasihat addederek 1947 yılında oynadığı "Yara" filmiyle "40 yıl" sürecek sinema yolculuğuna böylelikle ilk adımı atmıştır.
Bunu takriben üç yıl sonra, Ömer Lütfi Akad'ın yönettiği "Lüküs Hayat" (1950)'ın kadrosuna seçilmesiyle şeytanın bacağını kırarak bir adım daha öne çıkmıştır.
Dönemin ünlü oyuncuları Sezer Sezin, Settar Körmükçü, Halide Pişkin ve Hulusi Kentmen ile kameranın karşısına geçme şansını yakalamıştır.
Ancak Lüküs Hayat'tan sonra, 1957'de yönetmen Nişan Hançer'in "Kahpe Kurşun" ve 1959 yılında yönetmenliğini Semih Evin'in yaptığı "Abbas Yolcu"da üstlendiği önemsiz rolleri saymazsak 1950'lilerde onun sinema hayatına dair kayda değer bir eylem yoktur.
Bir sene sonra ise, Peyami Safa'nın, "Server Bedi" imzasıyla kaleme aldığı romanını, "Cumbadan Rumbaya" şeklinde beyaz perdeye aktaran Nuri Demirağ'ın güçlü oyuncu kadrosunun içerisinde yer almanın heyecanını yaşamıştır.
Ertem Eğilmez ile Adile Naşit'in yolunun kesişmesi
1960'lar, Adile Naşit için 1950'lerin devamı niteliğinde "fetret devri"dir. Ama zaten sinemada bambaşka bir ortam vardır.
"Sinemacılar" olarak da bilinen Metin Erksan, Atıf Yılmaz, Halit Refiğ, Ertem Göreç ve Ömer Lütfi Akad vd. filmlerini, Ayhan Işık, Ediz Hun, Göksel Arsoy, Hülya Koçyiğit, Türkan Şoray, Fatma Girik gibi "yıldız sistemi" içerisinde yer alan oyuncularla yapmışlardır.
Fakat şunu ilave etmek lazımdır ki bu durum onu yeise sürüklemek şöyle dursun bilakis daha da hırslandırmış, sinema aşkı, dipten, sızıntı halinde akmaya devam etmiştir.
Annesini ve evladını kaybettikten sonra eşsiz haileler içinde kıvranırken ızdırabını teskin edecek çareler arıyordu.
Selim ve Adile Naşit kardeşler, giderek kemikleşen sisteme direnmeye çalışarak 1961'de, Naşit Tiyatrosu'nu kurmuşlardır.
Ancak üç ay ayakta kalabilen tiyatronun "iflasının" ardından Adile Naşit, Gazanfer Özcan'ın ekibine katılmıştır. Burada Gönül Ülkü ve Adile Naşit sırayla "başrol" oynamışlardır.
Uzun yıllar sanatını bu şekilde icra eden Adile, 1971 yılında "Beyoğlu Güzeli" filmini çeken yönetmen Ertem Eğilmez ile tanışmasıyla sinema serüveni yeni bir boyut kazanacaktır.
Sinemadan bu kadar uzak kalmanın ardından gelen bu tanışma, yılbaşında çıkan büyük ikramiye kadar değerlidir.
1960'ların tersine 1970'li yıllar, Adile Naşit sinema hayatı açısından mümbittir.
O yıllarda genellikle Münir Özkul, Tarık Akan, Halit Akçatepe, Şener Şen, Ayşen Gruda ve Kemal Sunal'ın rol aldığı, çoğunlukla senaryonun Sadık Şendil'e ait olduğu ama farklı farklı yönetmenlerin kadrajından çıkan "Bizim Aile" "Gülen Gözler", "Aile Şerefi", "Neşeli Günler", "Oh Olsun", "Sev Kardeşim", "Ah Nerede" ve "Bizim Aile" filmlerinde Adile Naşit, anne şefkatiyle "güvenli, korunaklı ve sevgiye dayalı bir dünya"yı izleyiciye sunmuştur.
1970'lerin kaotik, çatışmalı ortamında. İsmi geçen filmlerin değişmez mihenk taşı haline gelmiştir.
Unutulmaması gereken önemli nokta, Hababam Sınıfı serisinin "müstahdem" "Hafize Ana"sı en akılda kalan karakterlerdendir.
Yıldız sistemine sessiz bir isyan
Güzelliklerinin yanı sıra yetenekleriyle de, Türkan Şoray, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit Fatma Girik'in, Türk sinemasında neredeyse tüm önemli rolleri domine ettikleri dönemde Adile'nin şansı hiç yok gibidir.
Öz, Adile'nin "yıldız sistemi"ne sessiz sedasız meydan okuyuşu üzerinde münhasıran durmuştur.
Farklı şekilde de yıldız olunabileceğini, "unutulmaz"lar arasına girilebileceğini, oynadığı "yardımcı rollerle", "başrol"de oynayanları ikinci plana itebileceğini gösterdiğinin altını kalın çizgilerle çizmiştir.
Öz, çalışmasında Adile Naşit'in "yıldız sistemi" içerisinde "fiziksel" olarak yıldız özelliklerine sahip olmasa da oynadığı mütevazı, yan rollerle seyircinin, onun vecd içinde oynadığını görünce "başrol" oynuyormuşçasına hakkını teslim ettiğini ifade eder.
Coşku ile bağlı olduğu mesleğinde üstlendiği rollerin hakkını vermesiyle yönetmenlerin dikkatini kamçılamıştır.
"Star sistemi" imtiyazının sefasını sürenlerin hilafına, o, oyunculuğu ile kendisini kabul ettirmiştir.
Sinema çevrelerinde salgın halindeki kıskançlık ağına kendisini kaptıran kişiliklerden olmamış hiçbir zaman.
Bağlı olduğu mesleğini, tıpkı yağmurun sürekliliğindeki sabır gibi, icra ederek Türk sinemasında var olmuş bir oyuncudur Adile Naşit.
Hakkını teslim etmek lazımdır ki Sibel Öz, "etnik vurgu" ve "toplamsal cinsiyet"i diğer mühim yorum/bilgiyi gölgede bırakacak cinste verse de Adile'nin şanına layık bir tercüme-i hali'ni okurun hizmetine sunmuştur.
Adile'nin temayüz eden vasfı, onun yetenekle işini kotarmasıydı.
Metinde, mutlu bir beşeriyet inşa etme amacı karşısında, insan hayatının kifayetsizliği yüzünden mağlubiyetine bir türlü razı olmayan bir ruhun isyanını duymamak kabil değildir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish