Bir Netflix yapımı olan "Bir Başkadır" dizisi kısa sürede onlarca tartışmaya konu oldu.
Yazılı ve görsel platformların bir numaralı gündemi haline geldi. Hatta sosyal ortamların en hararetli tartışma konusu oldu.
Tüm ülkeyi toplu bir analiz, sentez ve antitez çabası içine soktu.
Peki bu dizi, bizleri neden bu kadar etkiledi?
Dillendiremediğimiz toplumsal travmalarımız
Diziyi bir solukta izleyip, her yönüyle beğenenler kadar, benimsemeyen, hatta izlemeden sadece tartışmalar üzerinden tepki koyarak asla izlemeyeceğini belirtenler de haliyle kalabalık.
Bu kişiler bile aslında dizinin amaçladığı sorgulatma sürecine çoktan dahil olduklarının farkında değiller.
Hatta verilen tepkilerin farklı yönlerde olması, psiko-politik bir bakış açısıyla, dizinin bilinçdışımızdaki toplumsal travmalarımızı tetiklediğinin ve toplumun her kesiminde duygusal/zihinsel süreçler başlattığının ispatı niteliğinde.
Bu coğrafyada yaşayan insanlar yüzyıllardır kısır bir döngü içerisinde. Gücü eline alanın bastırılmış duygular ve ötekileştirme ile beraber gücü yitirenden bir çeşit intikam aldığı bir kısır döngü.
Bir önceki neslin ve geçmişin acılarının, şimdinin gerçeklerinden daha gerçek zannedildiği kısır bir döngü.
Yakın geçmişte sadece inançlarından dolayı aşağılanan, alt tabaka görülen, ibadetini açıktan yapamayan insanlar oldu bu ülkede.
Sadece Kürt olduğu için veya şiveli konuştuğu için küçük görülen, 'terörist' ilan edilen, kamusal şiddet gören insanlar oldu.
Tıpkı Ramazan ayında oruç tutmadığı için mahalle baskısı gören, kılık kıyafetinden dolayı taciz edilmesi normalleştirilen, klasik öğretinin dışına çıktığı için ateist ilan edilen insanlar olduğu gibi.
Kimisi inancından dolayı eğitim hakkından, kimisi doğum yerinden ötürü çalışma hakkından ve kimisi farklı düşündüğü için ifade özgürlüğü hakkından mahrum bırakıldı.
Trajikomiktir ki, bir zamanlar sadece annesinin başı örtülü diye askeri liseye alınmayan gençlerin olduğu bu ülkede
bugün imam hatip mezunu olmasının avantajıyla müdür yapılan gençler oldu.
Ülkemizde yıllardır mağduriyetler üzerinden diğerleri mağdur edildi. Gücü elinde bulunduran bir ötekinin mağduriyetini yok saydı. Ve bunlar toplumumuzda çok derin travmalara yol açtı.
'Laik' vs. 'muhafazakâr' retoriği
Tamda bu noktada 'Bir Başkadır' dizisi büyük ölçüde farklı kesimlerin birbirleriyle ilişkilerini ele alıyor.
Mağduriyetler çizgisinde geçirgenliğini yitirmiş, toplumun farklı kesimlerine mensup insanlarının birbirlerini nasıl gördüklerini resmediyor.
Temas ettikleri bu nokta bugüne dek toplumun dilinde 'laik' vs. 'muhafazakâr' retoriği arasına sıkıştırılan iki ana algıyı çok net bir şekilde gözler önüne seriyor.
Bunu, mesajın daha net ve anlaşılır olabilmesi için -esasen tenkit ettiği yaklaşımı bizzat kendisi kullanarak- kör göze parmak şeklinde yapıyor.
Yani dizinin ana karakterleri (Meryem ve Peri) temsil ettikleri kesimin tüm tipik özelliklerini -gerçek hayatta karşılaşamayacağımız kadarradikal bir şekilde taşıyor.
Bu durum bu kesime mensup insanları rahatsız etse de esasen diğer tarafın onları bilinçli ya da bilinçdışında nasıl algıladığının anlaşılması adına yerinde bir sunum yapıyor.
Diziyi izledikten sonra konuya dair okumaları, literatür bilgisi ve çözüme dair arayışı olanlar odadaki fili gördüler.
Yani esas sorunun kendimizi nasıl algıladığımızdan ziyade diğerlerini nasıl algıladığımız, nasıl yorumladığımız ve nasıl tanımladığımız olduğu ortaya döküldü.
Diğerlerini tanımlarken kullandığımız etiketlerin nasıl da amiyane ve önyargılardan ibaret olduğu gün yüzüne çıktı.
Enteresandır, çoğunlukla dini hassasiyeti yüksek olan, İslami yaşam tarzını hayatına entegre etmiş kişilere 'muhafazakâr' kelimesi yakıştırılıyor.
Oysaki, bu kelime TDK'nın tanımıyla "tutucu" yani "her türlü toplumsal ve kültürel değişmeye karşı çıkarak, kurulu toplumsal ve kültürel düzenin olduğu gibi sürmesini isteyen, eskiye bağlı, devrimci olmayan (kimse, görüş)" demek ve bu sıfat günümüz Türkiye'sinde atfedilen dini hassasiyeti yüksek kesim kadar kendilerini Kemalist/Atatürkçü/Devrimci/laik olarak tanımlayanlara da uygun.
Yani, her şeyin her an değiştiği ve evirildiği dünyada hala 1920'nin koşullarındaki Kemalist düşüncenin savunuculuğunu yapmaktan ya da hala 1950'li yıllarda yapılan Sosyalist Devrim'in peşinde koşmaktan daha muhafazakâr ne olabilir ki?
Aynı şekilde, günümüzde belli bir kesimin patentini almışçasına kendine mal ettiği 'laik' kelimesi TDK'ya göre "din işlerini devlet işlerine karıştırmayan, devlet işlerini dinden ayrı tutan" demek.
Bir devlet yetkilisinin laikliğini tartışabiliriz. Mesela, ekonomik konjonktür nedeniyle faiz artışının kaçınılmaz olduğu, yapılmaması durumunda milli servete zarar vereceğinin aşikâr olduğu bir durumda İslam'ın faize olan tutumunu baz alarak bu artışı yapmamak laik olmayan bir davranıştır.
Ancak toplumun normlarıyla barışık, mevcut devlet düzeni içerisinde yaşayan başı örtülü-açık, ibadet eden etmeyen, inanan-inanmayan iki vatandaşın laikliği üzerine nasıl bir ölçüyle yorum getirilebilir ki?
İşin özüne inildiğinde Müslümanlar açısından şeriat hukukunu tercih etmeyen herkes özünde laik değil midir?
Yani emekli, Atatürk sevdalısı bir öğretmeni, ülkenin en iyi üniversitelerinde burslu okumuş, yurt dışında yüksek öğrenimini tamamlamış, pozitif bilim üzerine ileri seviye araştırmalar yürüten başı örtülü, beş vakit namazında, Müslüman bir kızdan daha laik yapan nedir?
Kaldı ki ülkemizde Türkiye'de şeriatla yönetim isteyenlerin oranı yüzde 12 ile sınırlı1. Laikliği büyük oranda benimsemiş ve sistem tartışmasını çoktan kapatmış bir toplumda bu kavramın hala ötekileştirilmek için kullanılması ne kadar rasyonel?
Çözüm: Söylemde çeşitlilik, düşüncede özgürlük
Sözün kısası, her gün düşünmeden kullandığımız bazı sıfatlar hem tanım olarak ayakları yere basmayan hem de zaman içinde kullanımı hatalı olarak oturmuş etiketlerden ibaret.
Uzun süre travmatik kısır döngülere dayanılarak kullanılan bu yanlış dil, bugün düşünce dünyamızı da sınırlamış durumda.
Bizi bir amaç üzerinde bir araya gelmekten mahrum bırakan bu sınırların aşılabilmesi için bu tanımlamaların güncellenmesi, çeşitlendirilmesi ve doğru kullanılması gerekiyor.
Laik, Muhafazakâr gibi sıfatların yanına demokrat, Cumhuriyetçi, dindar, liberal, Kemalist, sosyalist gibi sıfatlar da eklenmeli, bu sıfatlar tabu olmaktan çıkarılmalı ve hayatın içine, günlük dilimize entegre edilmeli.
Ayrıca nasıl ki dört ana yön tanımlamalarda yetersiz kalıyorsa ve Güney-Doğu, Kuzey-Batı gibi ara yönler kullanılıyorsa, bu sıfatlardan birden çoğunu hak edenler için sosyal demokrat, laik muhafazakâr, dindar laik gibi ara tanımlamalar yapılmalı.
Bir konuyu netleştirmekte fayda var; buradaki amaç yeni bir etiket üretmek olmamalı. Asıl olan, zaten var olan düşünsel çeşitliliği doğru bir şekilde gündelik dile yansıtmak.
Böylelikle önce kendi düşünce dünyamızda kendimizi sonrasında da ilişki içinde olduklarımızı daha iyi tanıyacak
ve ortak noktalarımızı ya da farklılıklarımızı daha rahat fark edeceğiz.
Söylemde gelecek özgürleşme bugün kendini gerçek anlamda kaybetmiş hisseden, kısıtlı tanımlar içerisinde kendine yer bulamayan, aslında liberal bir şekilde büyüyüp belli bir yaştan sonra mahalle baskısıyla laik ya da muhafazakâr ikilemine itilen genç nesil için kendini tanımak ve tanıtmak adına bir başlangıç olabilir.
Bir bireyin dahil olduğu topluluğa katkıda bulunabilmesi önce gerçek kendiliğini keşfetmesiyle mümkündür.
Ona sunacağımız kavramsal çeşitlilik kendisini daha iyi tanımlamasına ve diğer insanları daha geniş bir yelpazede kabul edebilmesine imkân verecektir.
Tanımların esnekliği kişileri işlevsiz kılan sınırlarından arındıracak ve zihnini daha etkin kullanmasını sağlayacaktır.
Ayrıca bireyler arasında kurulacak aleni ve şemalardan arındırılmış ilişki bireyin ihtiyaç duyduğu toplumsal destek ve güven gereksinimini karşılayacaktır.
Bu tavır 'Bir Başkadır' dizisinin bize armağan ettiği "İnsanlarla gerçek, samimi ilişkiler kurmak istiyorsan kendi olmalarına izin vermen lazım" mottosunun gerçek hayata uyarlamasıdır.
Sonuç olarak, bir diziyle başlayan ve toplumun tüm kesimlerini yeniden düşünmeye iten bu his -bazılarımız için farkındalık, bazılarımız için rahatsızlık- üzerine daha çok konuşmalı, tartışmalı, analiz ve sentezler yapmalıyız.
Bu yüzden, bireysel çabalar ve aydın kitlenin konuya eğilmesi çok değerli. Her birimiz düşünmeliyiz, konuşmalıyız, yazmalıyız. Daha da önemlisi hiçbirimiz kırılmamalıyız.
Ortak kazanımlar ortak fedakarlıklar gerektirir. Böylece, daha önce deneyimlemediğimiz kapsayıcı bir yüzleşmeyle birlikte 'gerçek kendimiz' olarak var olabileceğimiz bir toplumsal barış mümkün olacaktır.
1. The Pew Forum on Religion & Public Life (2013), 'The World's Muslims: Religion, Politics and Society', Washington, USA
*Uzm. Psk. Rüveyda Çelenk Yılmaz
Klinik Psikolog/ Psikoterapist/ Somatik Deneyimleme Uygulayıcısı
*Dr. Huriye Atilgan
Araştırma Görevlisi, Department of Physiology, Anatomy & Genetics, Oxford University
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish