Dünya genelinde etkisi her geçen yıl daha fazla hissedilen iklim krizine pandemi koşullarının da eklenmesiyle birlikte tarımsal üretim ve gıda alanı gerek üreticiler gerekse tüketiciler açısından daha da kritik hale geldi.
Türkiye'de ise üretimdeki girdi maliyetlerinin yüksekliğinin de etkisiyle bir yandan üreticiler ürünlerine sunulan fiyattan ve kazançlarının düşüklüğünden yakınırken, diğer yandan da temel gıda maddelerinin fiyatlarında yaşanan enflasyon tüketicileri giderek daha fazla zorluyor.
Türkiye'de her geçen yıl yaygınlaşan sözleşmeli tarım uygulamaları ise tarımsal üretimin karşı karşıya olduğu belirsizliklere yönelik piyasa koşularında hayata geçirilen bir üretim planlaması olarak öne çıkıyor.
Her gün televizyon ekranlarında karşımıza çıkan zincir marketlerin reklamlarında "bizden satın aldığınız ürünleri sizin için tohumdan reyonlarımıza kadar takip ediyoruz" minvalli ifadelerin arkasındaki sözleşmeli tarım üretimini Independent Türkçe olarak üreticilere ve uzmanlara sorduk, uygulamanın ortaya çıkardığı avantajları ve dezavantajları araştırdık.
Ordu Üniversitesi Ünye İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Dr. Öğr. Üyesi Umut Ulukan, sözleşmeli tarımı "tarımsal ürünü hammadde olarak işleyen tarım-gıda endüstrisi firmaları (örneğin salça-konserve, meyve suyu, süt, baharat vb..) veya tarımsal ürünü işlemeden doğrudan taze olarak satışa sunan gıda perakende firmaları (çoğunlukla süpermarketler) ile doğrudan üreticiler arasında yazılı veya sözlü olarak o ürünün ekimi, dikimi hasadını kapsayan üreticinin ürünü teslim edeceğini taahhüt ettiği ve firmaların da ürünü satın alacağını kabul ettiği bir tarımsal üretim şekli" olarak tarif etti.
Birçok açıdan sözleşmeli tarımın sanayideki sözleşmeli (fason) üretim ile benzerlik taşıdığını söyleyen Ulukan, " Sonuç olarak sözleşmeli tarım sermayenin uluslararasılaşması, emek ve üretim süreçlerinde denetim rejimlerinin yeniden düzenlenmesinin tarımsal alandaki yansıması olarak değerlendirilebilir." ifadelerini kullandı.
Sözleşmeli tarım üreticiler ve firmalar için ne ifade ettiğini açıklayan Ulukan, şunları söyledi:
"Tarım-gıda firmaları gereksinim duyduğu tarımsal ürünlere ya piyasadan doğrudan satın alma yoluyla ya da kurumsal üretim dediğimiz o ürünü doğrudan kendisi üreterek (toprak kiralayarak vb) ulaşabilir. Bu iki yola alternatif olan sözleşmeli tarım modelinde ise tarım-gıda şirketleri gereksinim duyduğu tarımsal ürüne kendisinin belirleyebildiği miktar ve kalitede daha düşük maliyetle ulaşabiliyor. Şirketler bir yandan üretim girdilerini (tohum, fide, gübre vb..) belirleyebiliyorken diğer yandan sözleşme yaptığı üreticinin tarımsal üretim sürecine müdahale edebiliyor ve denetleyebiliyor. Öte yandan tarımsal üretime ait bir çok riski ise (sel, kuraklık, don, tarım zararlıları vb) üreticiye devretmiş oluyor. Kısaca şirketlerin avantajları: üretim sürecinin denetimi, istenilen kalitede ürünün sağlanması, sürekli ve güvenilir hammadde akışı, emek maliyeti ve denetiminden kaçınma, tarımsa üretime ait risklerden kaçınma ve fiyat üzerinde denetim olarak sıralanabilir."
"Üreticiler ile firmalar arasında bir bağımlılık ilişkisi doğmaktadır"
Tarımdaki Neoliberal politikaların etkisiyle özellikle küçük üreticiler için sözleşmeli tarım modeli bir seçenekten çok zorunluluk haline geldiğini kaydeden Ulukan, "Üretime devam edebilmek için gerekli olan üretim girdilerini ve zaman zaman nakit desteğini bu model ile şirketlerden elde edebilen üreticiler ile firmalar arasında bir bağımlılık ilişkisi doğmaktadır. Özellikle küçük üreticiler açısından bu bağımlılığın artması onları kendi topraklarında firmaların işçisi konumuna indirgemektedir." dedi.
"Küçük üreticiler sermaye birikiminden çok borç biriktiriyorlar"
Sözleşmeli tarımın sonuçlarına da değinen Ulukan, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Aslında bu nasıl bir sözleşmeli tarım modeli inşa ettiğinize de bağlı. Bugün konu üzerine yapılan saha araştırmalarında hem dünyada hem de Türkiye'de sözleşmelerin özellikle küçük üreticiler açısından eşitsiz bir ilişkiyi yansıttığını görebiliyoruz. Bu eşitsiz ilişkide küçük üreticiler sermaye birikiminden çok borç biriktiriyorlar ve bu da onların mülksüzleşmesine ve işçileşmesine yol açabiliyor."
Uşak'ın Eşme ilçesinde tütün üretimi yapan Esat Yıldız, üreticilerin artık tütün ekmek istemediğini ve tütünden kaçış olduğunu söylüyor ve ekliyor; "üreticiler alternatif arıyor ve şansını başka ürünlerde denemeye çalışıyor".
Tekel'in tütün alanından çekilmesiyle birlikte tütün üretiminin de oldukça zorlaştığını ifade eden Yıldız, sözleşmeli tarımdan önce tercih şanslarının olduğunu fakat artık böyle bir şanslarının olmadığını, sözleşme yaptıkları şirketlere mahkum olduklarını dile getiriyor.
"Sözleşmeler üreticilerin aleyhine"
Tütün randımanına göre 7 ayrı fiyatın uygulandığını ve bu fiyatı sigara üreticisi şirketlere aracılık yapan 7 tane şirketin anlaşarak belirlediklerini söyleyen Yıldız, sözleşmelerin üreticilerin aleyhine olduğunu ve şirketlerin istedikleri zaman cayma haklarının olduğunu ifade ediyor.
Tütün üreticilerinin karşı karşıya olduğu olumsuzlukların başında tütün sözleşmelerinin yapıldığı tarihlerin geldiğini belirten Yıldız, "Tütün üreticileri örneğin Nisan ayında ekecekleri tütün için tarlasını bir önceki yılın Eylül ayında hazırlamaya başlıyor. Tütün için hazırladığı tarlaya başka bir şey ekemiyor. Tütün şirketleri ise alım fiyatlarını Nisan ayında yani ekim zamanında açıklıyor. Fakat üretici artık nohut, buğday, haşhaş gibi ürünlerin ekim zamanı geçtiği için ve tarlaya başka bir şey ekemeyeceği için zarar etme pahasına şirketlerin fiyatına razı gelerek mecburen anlaşıyor ve tütününü ekiyor" şeklinde konuştu.
Sözleşmeli tarımın kalkması gerektiğini söyleyen Yıldız, fiyat politikasında ve üretimin her aşamasında üreticilerin de söz sahibi olacağı şekilde TEKEL'in geri gelmesi gerektiğini ifade ederek şirketlere ve diğer kurumlara karşı üreticiler adına sendikanın muhatap olması gerektiğini vurguladı.
İzmir'in Kınık ilçesinde sözleşmeli tarım ile domates üretimi yapan çiftçi Murat Büyükadam ise fabrikalar ile üreticiler arasında yapılan sözleşmelerin tek taraflı olduğunu söyleyerek üreticilerin yaşadıkları mağduriyetlere değindi.
"Belirlenen fiyatlar üreticinin zarar etmesine sebep oluyor"
100 dekar arazide domates üretici domates üretimi gerçekleştiren Büyükadam, istisnalar dışında genellikle fabrikaların üreticilerle yaptığı sözleşmelerde uygulanacak fiyatın belirtilmediğini ve fiyatların piyasa koşullarına göre fabrikalar tarafından belirlendiğini söyleyerek iklim koşullarına bağlı olarak gerçekleşen üretim miktarına göre oluşan fiyatların üreticilerin zarar etmesine sebep olduğunu vurguladı.
Geçtiğimiz sezonda fiyatların düşük olarak belirlenmesi sebebiyle üreticilerin zarar ettiğini ifade eden Büyükadam, "sizin anlayacağınız biz bu sene fabrikaları zengin ettik" şeklinde konuştu.
Üreticiler ile fabrikalar arasında yapılan sözleşmelerin tek taraflı olduğunu ifade eden Büyükadam, yapılan sözleşmelerin bir nüshasının üreticilerde olmadığını ekleyerek sözleşmelerin çift taraflı olması gerektiğini ve üreticilerin de haklarını koruması gerektiğini vurguladı. Üreticilerin birlikte karar vererek birlikte davrandıklarında daha güçlü olacaklarını söyleyen Büyükadam, "Çiftçi ayrı olduğu sürece para kazanamaz" diyerek sözlerini sonlandırdı.
"Küçük çiftçileri şirketlere bağlamanın yolu sözleşmeli üreticiliktir"
Çiftçiler Sendikası (Çiftçi-Sen) Genel Başkanı Ali Bülent Erdem ise çiftçilerin karşı karşıya kaldıkları zorlukları değerlendirerek sözleşmeli tarım ile ilgili şunları söyledi:
"Endüstriyel üretime zorlanmış, yüksek oranda girdi ve enerji kullanmaktan başka çare bırakılmamış çiftçiler her geçen gün pahalılaşan girdi ve enerji fiyatları karşısında giderek daha zor koşullarda üretmek zorunda bırakılmıştır. Üstelik ürettiği ürünleri hasat zamanlarında ithalat yapılması nedeniyle değerini bulmamaktadır, üstüne bir de pazar sorunu yaşayan çiftçiler çaresizlik içindedir. Hedeflenen, uygulanan tarım politikalarına rağmen ısrarla üretmek isteyen, üreten çiftçileri şirketlere bağlamaktır. Küçük çiftçileri şirketlere bağlamanın yolu ise sözleşmeli üreticiliktir."
"Ortaya çıkan, tohumunu bile kaybetmiş, kendi toprağında işçileşen, marabalaşan çiftçilerdir"
Tarım ve Orman Bakanı ile Hazine ve Maliye Bakanının çiftçilere çare olarak sözleşmeli üretimi gösterdiğini belirten Erdem, " Çiftçilerden şirketler için, şirketlerin istediği biçimde üretim yapmaları istenmektedir. Üretebilmek için önce çok uluslu şirketler veya yerli ortaklarıyla sözleşme imzalayarak şirketlere bağlanan çiftçiler tohumu, kimyasal gübre ve ilaçları aynı şirketten almakta ve ürettiği ürünü yine aynı şirkete teslim etmektedir. Artık çok uluslu şirketlerin kölesi haline gelmiş çiftçiler, tarlalarına hangi ürünü ekeceklerine veya ekecekleri ürünün hangi türünü seçeceklerine karar verme hakkını bile kaybetmiş durumdadır. Toprağa ve üretim araçlarına sahip olmalarının bir önemi kalmamıştır, çiftçilik bilgileri değersizleşmiştir, emekleri üzerindeki denetimlerini kaybetmiş, emek harcayarak elde ettiği ürünleri de kendilerine yabancılaşmıştır. Ortaya çıkan, tohumunu bile kaybetmiş, kendi toprağında işçileşen, marabalaşan çiftçilerdir." şeklinde konuştu.
Giderek her üründe yaygınlaşan sözleşmeli üretimin, tütün üretiminin bütününde 2002 yılından itibaren uygulanmakta olduğunu ifade eden Erdem, Tütün bu topraklar için önemli bir üründür. Sağlığa verdiği zararlar nedeniyle tütünün üretimi, işlenmesi ve pazarlanması bizzat devlet denetimiyle yani TEKEL aracılığıyla yapılmıştır. Sigaradan alınan yüksek vergiler, 1960'lara kadar dış satım ürünlerinin başında gelmesi nedeniyle Cumhuriyet sonrası ülkenin inşasında büyük rol oynamıştır. Liberal politikaların uygulanmaya başlanmasıyla TEKEL'i yok edecek adımlar atılmaya başlanmıştır." dedi.
"Üreticileri her yıl daha kötü koşullar altında tütün üretmek zorunda bırakılmıştır"
2002 yılının Ocak ayında yasalaşan ‘Tütün Yasası' ile birlikte TEKEL'in devre dışı bırakılarak özelleştirme kapsamına alındığını ve destekleme alımı yapmaktan vazgeçirildiğini hatırlatan Erdem, sözlerine şöyle devam etti:
"Tekel'in alım garantisi olmadığı piyasada tütün ve tütüncülüğümüz çok uluslu şirketler ve yerli ortaklarının denetimine girmiş, tütün üretiminde ‘sözleşmeli üreticilik' dönemi başlamıştır. Şöyle ki küresel sigara kartellerinin talep ettikleri tütün miktarlarını bildirdikleri alıcı firmalar köylere giderek üreticilerle tek tek sözleşme imzalamaya başlamışlardır. Tek yanlı olarak dayatılan bu sözleşmelerde karşılıklı pazarlık, anlaşma ve uzlaşma olduğu zannedilmemelidir. Üretici önüne getirilen sözleşmeyi imzalarsa, ancak tütün üretebilmektedir. Üstelik tütünün tesellümü aşamasında alıcı firmalar tarafından getirilen sözleşmeleri imzalamayan üreticilerin tütününün alımında zorluklar çıkartılmaktadır. Sözleşmeli üretimde hiçbir üreticinin, alıcının belirlediği kiloya, alıcının belirlediği fiyata ve parasını zamanında alamamasına itiraz etme şansı yoktur; itiraz mekanizmaları üreticilerin tek başlarına yürütemeyeceği kadar zordur. Üstelik alıcı firmalar arasındaki ilişkiler öyle güçlüdür ki sorunlu ilan edilen bir üretici her an tütün üretemez duruma düşürülebilmektedir. Sözleşmelerdeki yıllık bazda fiyat artışının enflasyon oranı kadar olması nedeniyle tütüncülerin durumunun bir önceki yıla göre daha iyi olması mümkün değildir. Açıklanan enflasyon oranlarının girdi fiyatlarının çok daha altında olması da üreticileri her yıl daha kötü koşullar altında tütün üretmek zorunda bırakılmıştır."
"Tarım ve gıdanın az sayıda şirketin eline geçmesi yeni salgınları hazırlamakta, gıda krizini tetiklemektedir"
2000 yılında 507 bin üretici tütün üretirken, sözleşmeli üretim sonrası üretici sayısının 50 binlere düştüğünü söyleyen Erdem, sözlerini şöyle sonlandırdı:
"Şirketlerin gıda sistemi inşa edildikçe çiftçilerin büyük bir bölümü üretemez duruma düşerek toprağını terk etmek zorunda kalırken, üretmekte ısrar edenler sözleşmelerle şirketlere bağlanmaktadır. Ülkenin ürün deseni şirketlerin istediği biçimde şekillenmektedir. Şirketlere bağımlı hale getirilen sadece çiftçiler değildir. Az sayıda şirketin eline geçmiş gıda sistemi tek tek bireyleri de teslim alacak bir süreci işletmektedir. Dayattığı üretim tarzıyla ve tarım ve gıdanın az sayıda şirketin eline geçmesi yeni salgınları hazırlamakta, gıda krizini tetiklemektedir.
Oysa pandeminin insanlığa verdiği ders, şirketlerin gıda sistemi karşısında halkın kendi gıda sistemini kurmasının zorunluluğudur. Gıdayı şirketlerin elinden alacak, köylülerin ve küçük çiftçilerin kendi topraklarında yerel tohumlarıyla, doğayla dost, sağlıklı gıdalar üretmesini, herkesin sağlıklı gıdaya ulaşmasını sağlayacak halkın gıda sistemini, yani gıda egemenliğini inşa etmesidir."
© The Independentturkish