Ankara'daki çocukluk yıllarında sinemaya ilk gidişim ve o büyülü ortamda izlediğim ilk filmdi "En Büyük Şaban".
Bu isim Şaban bir sahnede boks yaptığı için koyulmuştu belki, ama ringde yumruk atmaya çalışan komik adam hikayede aslında bir kıza aşıktı. Çiçek satan görme engelli bir kıza...
Çocuk aklımla filmi boksör eldivenli, bir gözü mor Şaban afişiyle hatırlasam da, geçen yıllar öğretti ki o filmde en büyük olan Şaban'ın boksörlüğü değil, sevgi dolu yüreğiydi.
Ve çiçekçi kıza olan aşkı...
Kemal Sunal bu toprakların insanıydı. Sokaklarını adımlayarak, hikayelerini özümseyerek büyüdü.
İnsanlarını ve türkülerini çok severek, kahrını çekerek ve aldıklarını vermeye gönüllü olarak yaşadı.
Kah lisede çift dikiş öğrenci,
Kah gizlice iyilik yapan güzel kalpli bir adam,
Kah kamera kapalıyken sessiz kalan bir dev oyuncuydu.
Kamera açıldığında ise ağlasa da, gülse de, küfür etse de, karşılıksız sevse de herkesi güldürebilen bir aktör.
O genç Kemal büyüdü, aşık oldu, evlendi, çocuklarını büyüttü..
Tam yaşlanacaktı, olmadı.
Gideli 20 yıl oldu ama Yeşilçam'da ve bu topraklarda silinmez izler bıraktı.
Ekmek kavgası içinde hayatı alaya alan, mahallenin en güzel kızını seven, olmayacak hayaller kuran, kimseyi incitmeyen, kötü adamları bile dövüyormuş gibi yapan, sonunda ise fakir ama mutlu, fakir ama vefalı, fakir ama komik, bizden birilerini anlatan filmler kaldı geriye...
Hep buralar oldu derdi. İşçiler oldu, köylüler oldu, geçim derdi çekenler oldu.
Film seti hiç holdinglere kurulmadı.
Set ya bir kenar mahalle, ya bir ücra köy, ya bir gecekondu, ya da bir kapıcı dairesiydi.
Kendine yetmeye çalışanların, yokluğa göğüs gerenlerin, umudunu kaybetmeyenlerin hikayesiydi yaşattığı…
Komediyle ve büyük aktörlüğüyle anlattı o insanların haklı davasını.
Hem anlattı, hem az da olsa unutturdu bitmeyen hayat gailesini...
Çoğu senelerce güldü ringde yumruk atmaya çalışan, ya da çiçekçi kıza aşık olan o komik adama...
Tekrar izledi, tekrar güldü, hiç bıkmadı gülmekten.
Onu izleyerek yaşlananlar ise artık hüzünlendi.
Kahkahalar yine vardı, çiçekçi kızın gözleri de açılmıştı ama, filmleri geçmiş zamanları hatırlatıyordu.
Dünyanın en güzel müziğiydi arkada çalan...
O ise İstanbul'un kışında ayazında çekilmiş filmlerinde, çok eski yıllardan kalmış bir fotoğraf karesi gibiydi hüzünlü gülümsemesiyle...
Ekmek kuyruğuna girdiği gündelikçi kız gibi...
Tokadını yediği Kel Mahmut gibi...
Sokakta bulup büyüttüğü Beşiktaşlı çocuk gibi...
Yoksul dünyasına teselli arayan klarnetçi baba gibi...
O eski mahallenin hayalleri umutları gibi...
Kaybolan günlerimiz, yitip giden çocukluğumuz gibi…
Ve hayatı kazıdığı film ruloları gibi hayatımıza kazındı.
İki gözünün çiçeğiydi bu ülkenin...
Bu şen kahkahalar, bu gariban sevinçler,
bu "olsun be"ler, bu içten içe efkarlanmalar ve en sızılı anlardaki sebepsiz gülebilmeler senin eserin...
Bu zenginleşen fakir soframız senin eserin...
Eserinle övün Kemal Sunal.
Hep övün.
Çünkü ne o dev perdeli sinema kaldı artık geriye, ne o mahallenin iyi insanlarını anlatan güzel hikayeler...
Ne de onları güzel yüzleriyle oynayacak arkadaşların…
Ne de sen...
Onlara da sana da sevgiyle ve rahmetle...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish