1971’de resmi olarak başlayan Türk-Çin ilişkileri günümüze kadar dalgalı bir seyir takip etmiş, özellikle Uygur konusu ve ticaret açığı meselesi iki ülkenin en çok öne çıkan konuları haline gelmiştir. İlişkilerin tarihi seyrine baktığımızda, Uygur konusu pek çok kez iki ülke arasında tansiyonun yükselmesine sebep olurken, 80’li yıllarda Doğu Türkistanlı muhaliflerin faaliyetleri nedeniyle 1990 ve 2000 yılları ilişkilerin durma noktasına geldiği yıllar olmuştur. AK Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte yeniden ivme kazanan ilişkiler, 2009’da patlak veren Urumçi olaylarıyla ciddi bir yara almıştır. Türkiye 2009 yılındaki olaylara çok sert tepki gösterirken, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan yaşananları soykırım olarak nitelendirmiştir. Türkiye ile ilişkilerine önem veren Çin yönetimi, Türkiye tarafından yapılan açıklamalara düşük tonda bir karşılık vererek geçiştirmiş, dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun çabaları ile ilişkiler kısa bir süre sonra tekrar normalleşmiştir.
2010-2019 yılları Türk-Çin ilişkilerinin altın yılları olarak adlandırılabilir. Özellikle 15 Temmuz 2016 hain darbe girişimi sonrası ve YPG’nin ABD tarafından açıkça desteklenmesi Türkiye’yi yeni arayışlara itmiştir. Türkiye bu dönemde Rusya-Çin cephesine yaklaşırken, Çin ile ilişkiler de tarihinin belki de en iyi dönemlerini görmüştür. Karşılıklı üst düzey ziyaretler gerçekleşmiş, ekonomik, kültürel ve eğitim anlaşmaları imzalanmıştır. Çinli firmaların da Türkiye’ye ilgisi artarken, 2018 rakamlarına göre Türkiye’de faaliyet gösteren Çinli şirket sayısı 1000’i geçmiştir. 2015 yılında ICBC, Tekstilbank’ı 300 milyon dolara satın almış, sonrasında ise Bank of China Türkiye’de ilk şubesini açtığını duyurmuştur. Çinli e-ticaret devi Alibaba ise Türk e-ticaret şirketi Trendyol’un %75’lik kısmını 728 milyon dolara alarak Türkiye’de faaliyetlerine başlamıştır.
Çin’in “Kuşak ve Yol” girişiminde de önemli bir yeri bulunan Türkiye, projeye desteğini her platformda dile getirmiştir. Mayıs 2017’de Pekin’de gerçekleşen “Kuşak ve Yol Forumu”na Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan üst düzey bir heyetle katılırken, Erdoğan Pekin’de yaptığı konuşmada Türkiye olarak girişime her türü desteği vermeye hazır olduklarını söylemişti. Bu dönemde iki ülke arasındaki tek sorun devasa ticaret açığı olmuştur. Zira 2016 rakamlarına göre Türkiye ile Çin arasındaki ticaret açığı 23,1 milyar doları bulmuştu ki bu Türkiye gibi bir ülke için ciddi bir sorundu. Türkiye konuyla ilgili rahatsızlığını çoğu kez dile getirirken, en son Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak Çin ile aralarındaki ticaret açığını vurgulayarak “Türkiye’nin aleyhine bir resim var. Ya birlikte kazanacağız ya da başka adımlar atacağız” demiş ve konunun sürdürülebilir olmadığını ifade etmiştir.
İlişkilerin tarihi seyri böyle inişli çıkışlı bir seyir izlerken, yaşanan son olay Çin ile aramızın tekrar gerginleşmesine neden oldu. 7-8 Şubat tarihlerinde ünlü ozan Abdurrehim Heyit’in Çin kamplarında hayatını kaybettiği iddia edilmiş, sosyal medyada hızla yayılan olay Türk kamuoyunda ciddi bir öfke patlamasına sebep olmuştu. Kamuoyu baskısı (rivayetlere göre MHP lideri Devlet Bahçeli’nin de etkisi) sonrası 9 Şubat tarihinde Dışişleri Bakanlığından sert bir açıklama yapıldı. Türk kamuoyu açıklama sonrasında biraz da olsun tatmin olmuşken, Çin’in sonraki gün Abdurrehim Heyit’in yaşadığını gösteren bir video yayınlaması, Türk Dışişlerini zor durumda bırakmıştı. Ölüm haberinin onaylanmadan bu derece sert bir açıklama yapılması sonrası, Çin tarafı rahatsızlığını önce sözlü bir şekilde dile getirmiş sonrasında ise Türkiye’ye mesaj içerikli bazı somut adımlar atmıştı. Çin Dışişleri sözcüsü Hua Chunying: "Video Heyit'in hayatta olduğunu kanıtlıyor. Türk tarafı çok sorumsuzca ve çok kötü bir hata yaptı. Heyit'in öldüğünü nasıl söyleyebilirler" diyerek Çin’in tepkisini dile getirmişti.
Tarafsız bir gözle konuyu irdelediğimizde, olayların bu noktaya gelmesinde Türkiye’nin aceleci tavrının yanı sıra, Çin tarafının da ciddi hataları olduğunu söylemeliyiz. Her şeyden önce Çin’in bilgi konusunda bu kadar ketum davranması ve kamuoyunu aydınlatıcı hiçbir açıklama yapmaması insanlardaki tedirginliğin daha da artmasına neden olmuştur. Fakat her şeye rağmen en azından Türk devlet aklının daha soğukkanlı olması gerekiyordu. Zira Dışişlerimizin vefat haberini onaylatacak kaynaklarının olduğunu hepimiz biliyoruz ve açıklamanın da olayı doğruladıktan sonra yapılması gerekiyordu. Karşılıklı sert açıklamalar sonrası Çin ilk adımı atarak, İzmir'deki konsolosluğunu 28 Şubat 2019'dan itibaren kapatmaya karar verdiğini duyurdu. Türk şirketler üzerindeki baskıyı da arttıran Çinliler, Xiamen'da 50 ülkeden 2 bin firma, 150 bin kişinin katıldığı dünyanın en büyük mermer fuarına operasyon düzenleyerek 3 Türk işadamını kaçakçılık yaptığı gerekçesiyle gözaltına aldı. Fuarda görevli başka Türklerin anlattığına göre operasyon yapılan firma resmi bir şekilde çalışıyor ve bu işlerle ilgisi bulunmuyordu. Öte yandan Türkiye’deki mermer piyasasını tamamen ele geçiren Çinli bazı şirketlerin vergi kaçırmak için Türk firmalardan düşük fatura istedikleri biliniyor. Türkler de ihracat yapabilmek için Çinlilerin bu isteklerine boyun eğmek zorunda kalıyor. Yani Çin’deki operasyon tamamen Türklerle alakalı değil fakat gözaltına alınanlar sadece Türk. Gözaltına alma olayı ve İzmir konsolosluğunun kapatılması, Heyit olayı ile birlikte okununca fazlasıyla manidar hale geliyor.
Çin’in Ankara Büyükelçisi Deng Li de Reuters’a verdiği bir demeçte, “dostlarınızı kamuya açık yerlerde eleştirmek yapıcı bir davranış değildir. Eğer yapıcı olmayan bir yol tercih ederseniz, bu sizin ticari ve ekonomik ilişkilerinizi etkileyecektir” dedi. Ankara Büyükelçisinin Türkiye’yi ekonomi ve ticaretle tehdit etmesi Ankara’da hoş karşılanmazken, şimdilik ilişkilerdeki gergin hava devam ediyor.
Abdurrehim Heyit olayı sonrası patlak veren bu gerginlik uzun süreli olmayacaktır. Tıpkı 2009 olaylarında olduğu gibi kısa bir süre devam edecek gerginliğin yerini yumuşamaya bırakması bekleniyor. Zira Çin’in özellikle “Kuşak ve Yol” vizyonu için önemli bir yere sahip olan Türkiye’ye yönelik bu agresif tavrını uzun süre devam etmesi sürdürülebilir bir durum değil. Her şeyden önce Çinli bankaların son dönemde Türk banka ve şirketlerle anlaşmaları ve ciddi kredi destekleri bulunuyor. Mesela Ziraat Bankası China Development Bank’tan 600 milyon dolar, İş Bankası The Export-Import Bank of China’dan 400 milyon dolar, Türk Telekom Bank of China’dan 200 milyon dolar kredi almış vaziyette. Yine ICBC’nin; Sultan Selim Köprüsü, Kuzey Marmara Otoyolu Projesi ve THY olmak üzere Türkiye’deki bazı projeler için yaklaşık 7 milyar dolarlık bir kredi imkanı sağladığı biliniyor. Asıl büyük proje ise üçüncü nükleer santral projesi. Üçüncü nükleer santral projesi konusunda Türk ve Çin tarafı arasındaki görüşmeler sürerken, projenin toplamda 22 milyar dolara mal olması bekleniyor ki bu anlaşma hayata geçerse mega nükleer santral Kuşak ve Yol’un en maliyetli projelerinden biri olacak.
Abdurrehim Heyit olayı sonrası yaşanan gerginlik Türk-Çin ilişkilerinde yeni bir ivme kaybına neden olmuş durumda. Fakat her şeye rağmen iki devletin de kısa bir süre sonra yaşananları unutacaklarını bekliyoruz. Bununla birlikte Heyit olayı, Uygur Türkleri meselesinde Türk kamuoyunun daha dikkatli olması gerektiğini ortaya koydu. Bundan sonra birçok insan Uygur sorunuyla ilgili her habere daha şüpheli bakacaktır. Zira insanların zihninde dezenformasyon algısı oluşturuldu ve her yeni haber ya gerçek değilse diye kafalarda soru işaretlerine neden olacaktır. Sonuç olarak yaşanan krizin soğukkanlılıkla yürütülmediğini ve Çin ile ilişkilerimizde Uygur meselesinin her zaman problem oluşturacağını hesaba katarak bundan sonra yaşanacak krizlerde daha dikkatli davranmamız gerektiğini söyleyebiliriz.
© The Independentturkish