Bu hafta, Abbasiler devrinde Bağdat'tan Endülüs'e giden dünyaca ünlü Kürt kökenli Ziryab isimli şair, müzisyen, şarkıcı, botanikçi ve coğrafyacı hakkında yazmayı planlıyordum.
Fakat Cezayir'in Fransız sömürgeciliğinden kurtuluşu hakkında çekilmiş bir filmin hikâyesini okuyunca fikrimi değiştirip, önceliği bu konuya verdim.
Olayı benim için güncel kılan şey, Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülmecid Tebbun'un müsteşarı Abdülmecid Şeyhi'nin 30 Ekim'deki konuşması oldu:
Fransa, katlettiği milli direnişçilerimizin kemiklerini sabun imalatında ve Marsilya'daki şeker rafinerisinde kullanmıştır. Fransız toplumu, sömürgeciliğin takıntı ve kompleksini hâlâ taşımaktadır. Gayet ciddi ve hassas bir konu olan bu mesele hakkındaki gizli arşivler, kilitli tutulmak yerine hemen açılmalıdır ki hem Cezayir halkı bu kemiklerin kimlere ait olduğunu bilsin, hem de Fransızlar bu ağır tarihi yükten/vebalden kurtulsunlar. Böylelikle demokrasiye ve insan haklarına dayalı uygar bir ülke olduğundan dem vuran Fransa'nın dünyadaki imajı da lekelenmekten ve zedelenmekten kurtulmuş olur.
Emmanuel Macron ile Abdülmecid Tebbun arasında giderek sıkılaşan ilişkilere rağmen bu bahsedilen konuşma, Fransa yönetimince "sürpriz" olarak karşılandı.
Cezayirli hukukçu Abid Numan, "Cezayir-Fransa ilişkisinin pragmatizme dayalı dostluk çerçevesinden çıkıp tarihi arka planının şeffaflaştırılması temelinde açık ve samimi bir ilişki aşamasına geldiğini…" belirtti.
Fransa'nın Kuzey Afrika ülkeleri ve özellikle Cezayir'deki sömürgecilik tarihi konusunda uzmanlaşmış Prof. Olivier Le Cour Grandmaison ise, şunları söyledi:
Fransa 1830-1962 yılları arasındaki sömürgeci yönetimi sırasında bölge halklarına karşı topyekûn bir savaş yürüttü. Bu süreç içinde insanlık suçları kapsamına giren yerli halkları imha planı uyguladı, toplu kırımlar yaptı. Yasa gereğince, 50 yıl geçtikten sonra açılması gereken gizli arşivler, eski Başbakan François Fillon tarafından alınan 2011 tarihli kararla tekrar yasaklanıp gizlendi.
Fransız siyaset bilimci ve tarihçi Grandmaison, daha önce de şu bilgileri kamuoyuyla paylaşmıştı:
Fransa'nın sömürgeci yetkilileri, Cezayir'de meydana gelen ayaklanma ve halk hareketlerini bastırmak uğruna 1830-1872 yılları arasında toplam 875 bin kişiyi imha etmişlerdi. Aynı Fransa 1830-1962 döneminde topyekûn savaş ve toptan imha politikası gütmüş; tam anlamıyla insanlık suçu işlemiştir.
Bu yöntemler arasında baskınlar, operasyonlar, köy ve şehirlerin yakılıp yıkılarak halkın zorla yerinden yurdundan sürülmesi, katliamlar ve toplu yangınlar da vardı. Bu yüzden Cezayir halkının nüfusunda büyük bir azalma olmuştur.
1841'de General Thomas Bugeaud, Cezayir'e sömürge valisi tayin edilmişti ki, o güne dek kanun ve kuralları ihlal etmekle nam salmıştı. 8 Mayıs 1845'ten itibaren sadece Setif, Qalima (Guelma) ve Herrata (Kheratta) gibi şehirlerde toplam 45 bin kişi katledilmiş; 1871'deki halk ayaklanmaları kanla, ateşle bastırılmıştı.
1954'teki bağımsızlık mücadelesi sırasında yüz binlerce insanın katledilmesi veya faili meçhul cinayetlerle ortadan kaldırılması bağlamında somut bir örnek verelim:
Matematikçi ve komünist parti üyesi Maurice Audin, 63 yıl önce Fransız Ordusu tarafından tutuklandıktan sonra ortadan kaybolmuştu.
Fransa hükümeti, Audin'in işkencede öldürüldüğünü 2018 yılında kabul edebildi.
Zalimliğiyle bilinen bir askeri şahsiyet ise, 1954-62 yıllarındaki katliam ve her türlü mezalimin baş müsebbibi özel kuvvetler komutanı Tuğgeneral Jacques Massu idi.
O, Kamu Güvenliği Komisyonu üyesi olması sıfatıyla siyasi ve sivil işleri koordine etmekten sorumluydu.
Fransa, 1830 yılında Cezayir'i işgal etti. 132 yıllık Fransız sömürgesini sonlandıracak bağımsızlık mücadelesi ise Cezayir Milli Kuruluş Cephesi (MKC) tarafından 1 Kasım 1954 yılında başlatıldı. Kurtuluş Savaşı sekiz yıl sürdü.
Fransız Ordusu ve derin devleti, silahlı direnişi bastırmak amacıyla elinden gelen her türlü baskı, zulüm, işkence, katliam, imha, faili meçhul cinayet gibi gayrimeşru yöntemlere başvurdu.
Bu süre içinden 1 milyondan fazla Cezayirlinin öldürüldüğü iddia ediliyor. Sözgelimi Anadolu Ajansı, -biraz da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Fransız mevkidaşı Emmanuel Macron arasındaki söz düellosunun etkisiyle- savaş kurbanı olan Cezayirli sayısını "1,5 milyon kişi" olarak vermişti.
Arap dünyasında bu mücadele, "Sawrat-u milyon şehid" (1 milyon şehit veren devrim) diye bilinir.
Okuduğum yabancı nesnel/tarafsız kaynaklara göre:
Kurban sayısı yüz binleri bulmasına rağmen bir milyon değildir.
Doğru rakamın, Fransız gizli arşivlerinin kamuoyuna açılmasından sonra ortaya çıkacağı muhakkaktır. Kanımca mesele sayı değil, direnen bir halkın iradesinin yok sayılıp tümüyle imha edilmek istenmesidir.
Bu sayı 100 veya 1000 yahut 10 bin olsa bile!
Cezayir'in sömürgecilerle olan acılı serüvenine dair bilgilendirmeyi burada kesip, 1954 Bağımsızlık Savaşı'nı anlatan filmin hikâyesiyle devam edelim.
Film çekme sürecini kaleme alan gazeteci İbrahim el Aris'in Independent Arabia gazetesinde sunduğu bilgiler genelde tatmin edici bulunuyor.
Bunları kontrol ederken farklı kaynaklardan, özellikle Fransızca ve Arapça kaynaklardan doğrulama işlemi sırasında yeni bilgiler de edindim.
Filmin Arapça adı Muareket-ul Cezayir (Fransızca La Bataille d'Alger; İngilizce The Battle of Algiers; Türkçe Cezayir'in Savaşı) olarak bilinmekle birlikte, halk arasında bu savaş, Waqai'ul Senewat-il Camr (Fransızca Chronique des années de braise, İngilizce Cronicle of the Years of Fire ve Türkçe Ateş Yıllarının Olayları) diye anılır.
Bu kavram sadece bahsedilen savaş filminin değil, ülkenin her kritik döneminde yaşanan büyük ve dramatik olaylar için de kullanılmaktadır.
Örneğin, sinema dünyasının meşhur şahsiyeti Cezayirli yönetmen Muhammed Lahdar-Hamina'nın, "Chronicle of the Years of Embers" adıyla 1966 yılında çektiği, Cezayirlilerin destansı bağımsızlık mücadelesini anlatan film, 1975'te Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ödülünü almıştı.
Altı farklı bölüm halinde gösterime sunulan bu film, Arap dünyasının büyük ödül alan ilk filmi unvanına sahip oldu.
Belirtmekte yarar var: Muhammed Lahdar, sıradan bir film yönetmeni değildi. 1959 yılında Fransız sömürgeciliğine karşı direnişçilerin serüvenini konu edinen "Cezayiruna" (Cezayirimiz) adlı belgeseli de büyük beğeni toplamıştı.
1967'de çekilen "Aures Rüzgârları" başlıklı filmi, aynı yıl düzenlenen Cannes Film Festivali'nde En İyi İlk Çalışma (sanat ürünü) ödülüne layık görülmüş; Temmuz 1967'de düzenlenen 5. Uluslararası Moskova Film Festivali'nde de gösterime girmişti.
1981 tarihli "Son Resim" (İngilizce The last image, Arapça El Sura El Ahira) filmi, 1986'da Cannes Film Festivali tarafından takdire şayan bulunmuştu.
Ayrıntısını vereceğimiz filmin yapılması fikri ve Cezayir yönetiminin bunu beğenip desteklemesinin öyküsü ise şöyle:
Fransız işgaline karşı direniş dönemindeki El Qasba (Casbah-Kasaba) şehrindeki direnişin önde gelen isimlerinden Yasif El Saadi, halk içinde büyük itibarı ve siyasi etkisi olan bir siyaset ve sanat adamıydı.
Bağımsızlık sonrasında Cezayir yönetimi, iktidar çevresinden uzak tutmak amacıyla El Saadi'yi devlet adına kurumsal bir film şirketi kurmakla görevlendirdi.
Şirket, El Qasba ve çevresindeki direniş mücadeleleri hakkında dizi film çekmekle işe koyuldu.
Ardından, şirket sorumlusu El Saadi, Arjantinli yönetmen Fernando Solanas'tan (Fernando Ezequiel 'Pino') film senaryosunu yazma sözü alır almaz meşhur İtalyan film yapımcısı Luchino Visconti'yle görüştü.
Ancak o, bu tür filmlerin kendi projelerine aykırı olduğunu belirterek teklifi reddetti. Bir müddet sonra, İtalya Komünist Partisi'ne yakınlığıyla bilinen ünlü yönetmen Gillo Pontecorvo ile görüşmeler yapıldı.
Pontecorvo, daha önce de Almanya'daki Nazi toplama kamplarında yüz binlerce Yahudi ve diğer muhaliflerin imha edilmelerine dair bir film (Kapò) yaparak Batı kamuoyunda uzun süren tartışmalara yol açmakla gündeme gelmiş; siyasi anlamda insan haklarından yana ve her türlü zulme karşı tavrıyla bilinen bir şahsiyet olarak sanat dünyasındaki yerini almıştı.
Filmin müziğini ise o zaman kadar hemen hiç tanınmamış olan ama filmin gerçekleşmesinden sonra dünya kamuoyunun dilinden düşmeyen İtalyan besteci Ennio Morricone üstlenecekti.
İlkin, her iki isim hakkında, bağımsızlık sonrasının devlet başkanı Ahmed bin Bella'nın bulunduğu Cezayir yönetiminin onayı alındı.
Buna karşılık, yönetimin talebi üzerine filmin siyasi kurgusundan bazı tavizler verildi.
Mesela El Qasba Ayaklanması'nın teorisyen önderi Ramadan (Ramazan) Abban ile Yusuf Bin Hidde ve ve Kerim Belqasım gibilerinin rolü tümüyle göz ardı edildi; senaryoya girmedi.
El Sammam Kongresi de anılmadı. Nedenine gelince, çünkü sömürge sonrası Cezayir'de iktidar kavgası had safhadaydı.
Tek partideki her kanat, diğer muhaliflerini dışlama veya tasfiye etme derdindeydi.
Bağımsızlık direnişinin efsane komutanı ve dönemin genelkurmay başkanı (1965'ten sonra da devlet başkanı olan) Albay Huwari Bumedyen, bu amansız rekabet ortamında sahneye atıldı ve her ne pahasına olursa olsun film projesinin gerçekleştirilmesi için sınırsız destek verdi.
Film için gerekli olan askeri malzeme, mekân, er ve komutanların derhal hazırlanıp seferber edilmesini emretti. Başka bir mıntıkada görevli olduğundan, El Qasba Ayaklanması'nda bizzat bulunamayan Bumedyen, yurtseverlik icabı, bu halk isyanının mutlaka ülke ve dünya tarihine film yoluyla damgasını vurmasını istiyordu.
Film ekibi derhal kolları sıvadı; başkent Cezayir ile El Qasba bölgesine çekim için setler kuruldu. Çekim başladıktan bir müddet sonra, 19 Haziran 1965 tarihinde Bumedyen, başarısız bulduğu Başkan Ahmed bin Bella'yı iktidardan indirip yerine geçti.
Buna rağmen film çekimi durmadı; hiçbir şey olmamış gibi faaliyet devam etti.
Kimi tarihçilerin iddialarına bakılırsa;
Film çekimleri, askerin kışladan çıkıp iktidarı devirmesi operasyonunun kamufle edilmesine dolaylı biçimde yardımcı oluvermiş! Zira halk ve kamuoyu, kışladan çıkan askerleri ve ağır silahları, sanki film senaryosunun bir parçasıymış gibi düşünmüş. Darbe ihtimali hiç akıllarına gelmemiş?!.
Bu görüş, hâlâ tartışılıyor; ancak bugüne kadar hiç kimse, bu iddiayı kanıtlayacak delil ve ciddi kanıt gösterebilmiş değil.
1965 yılında çekimi yapılan film, bir yılda bitti. Film, "Cezayirlilerin Savaşı" ismiyle katıldığı Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan ödülünü kazandı.
İngiliz Empire dergisinin yaptığı anket sonucunda sinema dünyasının en iyi 120 filmi arasındaki yerini aldı.
Filmin ana konusu, 1955-57 yılları arasında Fransız Paraşütçü Komando birliğinin özellikle başkent Cezayir'de halka reva gördüğü zulüm ile ona karşı halkın, özellikle kadınların direnişiydi.
Film gösterime girer girmez Fransa resmi ve sivil kamuoyunda kızılca kıyamet koptu. "Fransız ordusunun imajı/şanı zedeleniyor" gerekçesiyle protesto sesleri ortalığı kapladı.
Filmin ülkede gösterimi yasaklandı. Fransız demokrat kamuoyunun baskısıyla filmin gösterilmesine ancak 1970'te izin alınabildi.
Film o kadar gerçekçi çekilmişti ki, o yıllarda birçok ülkenin askeri akademilerinde ders müfredatı çerçevesinde özel gösterime sunuldu.
ABD Savunma Bakanlığı, Pentagon'daki konferans salonunda seçkin askeri komutanlar, istihbarat elemanları ve özel birlik komutanlarının filmi seyretmelerini zorunlu kıldı.
Eski Savunma Bakanı Donald Rumsfeld de izleyenler arasındaydı. Sözüm ona, ABD'nin 2003'te işgal etmesinden sonra Irak'taki direnişçilerin savaş tekniklerinden haberdar olacak ve onlarla nasıl baş edeceğini öğrenecekti.
Belli ki dersine iyi çalışmamış; ne kadar iyi bilse bile, haksız bir savaşı yürüttüğü müddetçe işgalcilerin başarı elde edemeyeceği yönündeki tarihi dersi yeterince bellememişti.
Yeri gelmişken belirtmeliyiz; filmin kahramanlarından biri olan Ali le Pointe lakaplı Ali Omar, bir köylü çocuğu olarak tarım işlerinde çalışırken, taşındığı başkent Cezayir'in yoz ortamında organize suç işleriyle uğraşan çetecilik faaliyetine bulaşmış; o sıralarda boks kurslarına devam etmiş.
Boksörlük ve çete reisliği yaparken direnişçilerle tanışma sürecinde hapse atılmış; oradan militan bir devrimci olarak çıkmış, fedai eylemlerinin başını çekerek çok sayıda karakol ve kışlaya karşı ses getiren fedai eylemleri gerçekleştirmişti.
Ali le Pointe ve biri kadın (Hasibe Bint BuAli) dört fedai arkadaşıyla birlikte gizlendiği ev, sömürgeci Fransız istihbaratçıları tarafından 8 Ekim 1957'de havaya uçurulmuştur.
Amerika'daki Kara Panterler hareketinin önderlerinden olup o tarihlerde Cezayir'de sürgün hayatı yaşayan Eldridge Cleaver, filmin tümünü izledikten sonra Ali le Pointe ile Amerikalı siyahilerin hak arayışının destansı önderi olan Malcolm X arasında benzerlik kurarak şunu söylemiştir:
Eskiden uyuşturucu satıcılığı ve çetecilik işleriyle uğraşan Malcolm X de, cezaevine bu sıfatıyla girmiş, ancak kararlı bir devrimci olarak çıkmıştı oradan.
Uluslararası alanda ve Arap dünyasında pek çok ödül kazanan "Cezayir'in Savaşı" filminin tek profesyonel ve yabancı aktörü, Jean Martin adlı Fransız vatandaşıdır.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilere karşı direnişe katılan ve 1960'ta Cezayir Bağımsızlık Savaşı'nı destekleyen "121'ler Manifestosu" isimli bildirgeyi imzalayan Martin, 90 kadar televizyon filmi ve programında yer almıştı.
Kendisi, zalim Fransız işgal komutanı Tuğgeneral Jacques Massu'yu canlandırıyordu. Onun dışındakilerin hepsi Cezayirli amatör oyuncular ile figüranlardı.
İyi rol yapmışlardı, zira daha önce yaşadıklarını tekrar canlandırmışlardı. Yerli sanatçılar arasında kamuoyunda bilinen tek kişi ise, yukarıda adı geçen film şirketi sahibi ve dizi yapımcısı Yasif El Saadi'dir.
Kaynakça:
ملف الذاكرة يهدد بـ"تفجير" العلاقات بين الجزائر وفرنسا- علي ياحي- independent Arabia, 31 Ekim 2020.
باحث فرنسي: استشهاد 875 ألف جزائري ما بين 1830-1872- وكالة مهر للأنباء-Mehr Haber ajansı, 31 Ekim 2020.
فرنسا شنّت في الجزائر حربا شاملة لإبادة السكان الأصليين/ المساء gazetesi, 31 Ekim 2020-Cezayir
Anadolu Ajansı: Cezayir'in bağımsızlık mücadelesinin 64. Yılı, 1 Kasım 2020 bülteni.
معركة الجزائر" الحكاية الحقيقية خلف الفيلم الروائي/ إبراهيم العريس/independent Arabia, 13 Ekim 2020.
Wikipedia (Fransızca ve İngilizce): "la Bataile d'Alger" ve "The Battle of Algiers" maddeleri
Wikipedia: "Jan Martin" maddesi,
Wikipedia: "Muhammed Lahdar-Hamina" maddesi.
ظهور ابن علي لابوانت.. بين الحقيقة والزيف!-Ultra Cezayir sitesi
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish