Ölüler konuşmaz.
Ancak kurbanı tanımak kolaydır; sonuna bakmak yeter.
Jorge Mercado'nun son anları da Monterrey Teknik'in girişlerinden birine bakan siyah beyaz bir güvenlik kamerasına takılıyor.
Panik halde koşarak çıkmaya yelteniyor. Karanlıkta ne gördüğünü bilmiyoruz. Ama aynı hızla geri dönüyor. İşte o zaman kameraya yüzü yansıyor.
Kurbanın bütün hikayesi orada yüzünden okunabiliyor. Kişisel varlığıyla bağdaştıramadığı, nedensel bir temele dayandıramadığı anlamsız bir ölüm onu kovalıyor.
Olay Meksika'nın en önemli özel üniversitelerinden birinde gerçekleşiyor.
25 yaşında mekatronik mühendisliği okuyan iki genç; Jorge Mercado ve Javier Arreondo 19 Mart 2010 gece yarısı saat 12.30'da üniversitenin kütüphanesinden çıkar.
Ana kapıya doğru ilerlerken dışarıdan gelen silah seslerini duyarlar ve geriye dönüp binaya doğru koşmaya başlarlar.
Üniversitenin kapısının açıldığı caddede orduya bağlı kuvvetlerle uyuşturucu çeteleri arasında bir çatışma yaşanmaktadır.
İçeriye giren askerler uzun namlulu silahlarla iki gencin ardından ateş ederler. Kampüse kadar onları kovalar ve içeride sıkıştırıp vururlar.
Fakat o anda vurdukları kişilerin kendilerine ateş edenler olmadığını anlarlar. Hatalarını onları kurtarmaya çalışarak değil yakın mesafeden gençlerin suratlarına sıktıkları kurşunlarla kapatırlar.
Çantalarını ve kimliklerini alırlar. Sonra da cesetlerin eline iki otomatik silah tutuşturup polise haber verirler.
Olay yargısız infazla sınırlı kalmaz. Çocukları eve dönmeyen iki gencin ailesi sabah beş buçukta üniversiteye gelerek onları sorar.
Fakat üniversite yönetimi olaydan habersizmiş gibi davranır. Üstüne üstlük kayıp olan çocukların suçlu olduğu için kaçtığını söyler.
Aileler morga gittiklerinde başka kişilerin cesetleri gösterilir. Meksika Ordusu ve bölge savcılığının yaptığı açıklamada öldürülenlerin kesinlikle öğrenci olmadığının altı çizilir.
Sonuçta tanıklar, kamera kayıtları ve kimsesizler mezarlığında ulaşılan cesetler suçun gizlenmesini engeller.
Aradan yıllar geçer.
Gençlerin anne babaları bile hayata veda eder ama dava bitmez. 2019'da hükümet sekreteri özür diler ve olay böylece kapanır.
Jorge ve Javier'in katledilmesi belki de Meksika gerçeğinin en iyi göstergesi. Bir genç sokakta, bir yürüyüşte, bir kavgada ya da bir eğlence çıkışında öldürülebilir.
Bir kaza kurşunundan bahsetmiyoruz. Özel bir üniversitenin içinde kampüsde bir öğrencinin askerler tarafından öldürülmesi sadece Meksika'da yürütülen gizli bir "Kirli Savaş"la açıklanabilir.
Bu savaşta ordu rastgele ya da suçlu olduğuna inandırmak istediği kişileri rahatça öldürebilmektedir. Ülkenin her yanında istediği operasyonu yapan silahlı kuvvetleri denetleyen hiçbir yargı, sivil bürokrasi bulunmamaktadır.
Hatta Monterrey Teknik katliamında olduğu gibi masum insanları yargısız infaz ettiği kanıtlandığında bile cezasız kalmaktadır.
Meksika Ordusu kendi yurttaşlarına karşı suç işleme yetkisini "Uyuşturucuya Karşı Savaş"tan alıyor. 2006'dan bu yana kayıplarla beraber 400 bin cana mal olan bu savaşın sonunda ne karteller zayıfladı ne de uyuşturucu ticareti düştü.
Dahası uyuşturucu parası, rüşvet ve yolsuzlukla beraber Meksika sistemini domine etmeye devam ediyor.
Öyle ki bu savaşı yöneten ve 2012-2018 yılları arasında Savunma Bakanlığı yapan General Salvador Cienfuegos, geçtiğimiz 16 Ekim günü ABD'de uyuşturucu ticareti ve kara para aklamaktan tutuklandı.
Karteller tutuklanan generale "Baba" dedikleri için operasyonun ismini "The Godfather" koymuşlar. Üstelik Uyuşturucuya Karşı Savaş'ın ABD'de tutuklu tek beyni General Cienfuegos değil.
2006-2012 yılları arasında Kamu Güvenliği Sekreterliği yapan Genaro Garcia Luna da geçen yıl 10 Aralık'ta Dallas'da tutuklanmıştı.
Yani şu anda "Uyuşturucuya Karşı Savaşı" 13 yıl boyunca yöneten iki en üst düzey yönetici kartellerle bağlantıları sebebiyle ABD'de tutuklu bulunuyor.
Garcia Luna, Anabel Hernandez'in 2010'da basılan "Los Señores del Narco" kitabında anlattığına göre, Sinaloa Karteli şefi "El Chapo" ile çok yakın ilişkilere sahip.
CISEN adlı istihbarat kurumunda on yıl görev yaptıktan sonra yine 1999'da kurulan önleyici federal polis teşkilatının "PFP"nin başına geçti.
2001'de El Chapo'nun firar ettiği Puente Grande Cezaevi'ndeki operasyondan da aynı teşkilat sorumluydu. Daha sonra yargı polisi PJF'nin operasyonlarından sorumlu olan Garcia Luna devlet başkanı Vincente Fox'un kurdurduğu istihbarat teşkilatı AFI'nın şefi oldu.
Onun döneminde AFI'nin adı Avrupa ve ABD'nin modern istihbarat kuruluşlarıyla beraber anılmaya başlandı.
2006'da "Uyuşturucuya Karşı Savaş"ı başlatan başkan Felipe Calderon tarafından da en üst mevki olan Kamu Güvenliği Sekreterliğine(SSP) getirildi.
2012'de bir uyuşturucu çetesinin lideri Édgar Valdez Villarreal mahkemede Garcia Luna'ya rüşvet verdiğini söyledi.
PFP'nin terörizm masası şefi Facundo Rosas Rosas tarafından da El Chapo ve bir başka Sinaloa karteli Beltran Leyva'ya hizmet ettiğine dair mahkemeye rapor yazılmasına rağmen yargılanmadı.
Eldeki bilgiler Meksika güvenlik otoritelerinin on yıllardır uyuşturucu çeteleriyle istikrarlı bir ilişki geliştirdikleri, hatta bu çeteleri güçlendirip çatışmayı yükseltme stratejisiyle ülke yönetiminde daha etkin hale getirildiklerini gösteriyor.
Başka türlü 400 bin Meksikalının canına mal olan Uyuşturucuya Karşı Savaş'ın mimarlarıyla kartellerin koruyucusu olan otoritelerin aynı kişiler olması açıklanamaz.
Devlet bürokrasisi ile karteller arasındaki ilişki çıkar ortaklığıyla sınırlı değil. Ortada çok daha vahim bir tablo bulunuyor. Çünkü bu bir yönetim modeli.
26 Eylül 2014'te gerçekleşen "Ayotzinapa Katliamı" bize bu modelin nasıl işlediğini gösteriyor.
Ayotzinapa'daki "Escuela Normal" öğrencileri her yıl "Tlatelalco Katliamı"nda ölen gençleri anmak için başkent Meksiko'ya gider.
Bu okul Köy Enstütüleri'ne benzeyen bir yapıya sahiptir. Kır bölgelerine öğretmen yetiştirir. Öğrencilerin hepsi yoksul köylü çocuklarıdır.
Yatılı kaldıklarından aralarındaki kardeşlik bağı çok güçlüdür. Ayrıca her biri militan derecede vatansever ve sosyalisttir.
1960-70'lerin iki önde gelen devrimcisi Lucio Cabañas ve Genaro Vazquez, Ayotzinapa'daki bu okuldan çıkmıştır. Yani güvenlik birimlerinin pek de sempatiyle bakmadığı bir gruptan bahsediyoruz.
Bu çocukların başkente gidecek yol paraları olmadığından her sene kendilerine en yakın merkez olan Iguala'dan otobüslere bilet vermeden doluşmaları gelenek haline gelmiştir.
Öğrencilerin araçlara zarar vermesinden çekinen şoförlerin de onları taşımaktan başka çareleri yoktur. O gece öğrencilerin işgal ettiği beş otobüsün önü değişik noktalarda yerel polis tarafından kesilir.
Fakat polis doğrudan otobüslere ateş eder. Hatta sadece onlarınkine değil oradan geçen başka otobüslere de ateş açar.
Bunların birinde üç futbolcu öldürülür. Olay yerlerinde otuz dolayında yaralı ve dokuz ölü bulunur. Polisin tutuklayıp götürdüğü 43 öğrenciden ise haber yoktur.
Üç gün sonra Iguala valisi Jóse Luis Abarca olanları yalanlar. Ateş emri verdiğini, tüm ölü, yaralı ve kayıpları inkar eder.
Fakat kentte eşinin başkanı bulunduğu Aileden Sorumlu Enstitü'nün (DIF) yayımladığı bildiride yer alan "Ayotzinapa'dan Iguala'ya olay çıkarmaya gelen bir grup" ifadesi dikkat çeker.
Olaylardan 11 gün sonra Meksika Devlet Başkanı Enrique Peña sorumluların cezalandırılacağını söyledi. Bu arada araştırmalar sırasında Guerrero bölgesinde onlarca toplu mezarda yüzlerce ceset bulundu.
Öğrencileri ararken nereyi kazsalar ceset çıkıyordu. Fakat hepsi uzun süre önce öldürülüp kaybedilmiş kişilere aitti.
Peña'nın partisi PRI'den olan vali Abarca'nın "Guerreros Unidos" adlı kartelle ilişkisi olduğu biliniyor. Karısı Maria de los Angeles Pineda'nın kardeşleri ise "Beltran Leyva Karteli" üyesi.
Valiye bağlı polis 43 öğrencinin "Guerreros Unidos" karteline bağlı birkaç çete üyesi tarafından öldürülerek komşu Cocula kent çöplüğünde yakıldığı üzerine inşa edilmiş bir senaryo kurguladı.
Hükümete bağlı Cumhuriyet Başsavcılığı (PGR) da bu tezi destekledi. Yakalanan çete üyeleri ağır işkence altında bu senaryoyu üstlendiler.
Çöplükte araştırma yapan ve Amerika kıtasının en deneyimli Arjantinli adli tıp ekibi EAAF günlerce hiçbir iz bulamadı.
Bir hafta sonra PGR'ye bağlı ajanlar nehir kenarında bir çöp poşeti içinde biraz kül ve kemik parçaları bulduklarını açıkladılar.
EAAF'a göre buluntular adı geçen öğrenciye ait değildi ve kesinlikle o çöplükte yakılmamıştı.
Zira 43 öğrencinin cesetlerinin açık havada yakılabilmesi için en az 33 ton odun ve 995 araba lastiği ile 2,5 ton çeliğin 60 saat boyunca yanması gerekliydi.
Ortalama 1500 derece sıcaklıkta bu çelik eriyecek ve cesetleri tamamen küle çevirecekti. Üstelik bu durumda bile küllerin tamamen yok edilmesi olanaksızdı.
Oysa Cocula çöplüğünde taze kül ve insan kalıntısı bulunmamıştı.
Öyleyse öldürülen 43 öğrencinin cesedi neden, nerede, nasıl ve kim tarafından yok edilmişti?
Kayıp öğrencilerden biri Abel García Hernández, olay gecesi babasını arayıp başka iki arkadaşıyla beraber hastanede olduklarını söyler.
Kayıp yakınlarının avukatları çocukların hastaneden askerler tarafından götürüldüğüne dair tanıklara ulaşır.
Aynı sıralarda bir başka kayıp genç Jorge Luis González Parral, ailesine attığı iki SMS mesajında askerlerin onları gözaltına aldıklarını ve cep telefonlarını toplayacaklarını söyler.
Beş ayrı noktaya ordu ve emniyet birimlerinin ortak operasyon yapabilmesi için orada bulunan 27. Piyade Tabur Komutanlığı'nın eşgüdüm sağlaması gerekiyordu.
Mantıklı senaryoya göre vali Abarca, komutanlığı arayıp bunu talep etti. Polis ve askerler tarafından Valiye bağlı kartel üyelerine teslim edilen öğrencilerin cesetleri yine ordunun kullandığı krematoryumlarda imha edildi.
Bağımsız uzmanlar kurulu "GIEI" 27. Tabur Komutanlığı'nda araştırma yapılmasını talep etti. Fakat Başkan Enrique Peña buna izin vermedi.
O günlerde bazı medya organları bu kararın alınmasında zamanın savunma bakanı ve şu anda ABD'de uyuşturucu ticaretinden hapiste bulunan General Salvador Cienfuegos'un etkili olduğunu yazdı.
43 kayıp gencin cesetleri yakıldı, asit bidonlarında eritildi ya da bilinmeyen bir yere gömüldü mü bilmiyoruz. Kesin olan şey yerel otoritelerin uyuşturucu ağını yönettikleri.
Çünkü vali, polis, ordu ve kartelin birlikteliğinden kurulu bu yerel iktidar modeli Meksika'nın her yerinde en geçerli.
O gece öğrencilerin işgal ettikleri otobüslerin ikisinde yüklü miktarda para ve uyuşturucu olduğu söyleniyor. Öğrencilerin buna tanıklığı ve yerel otoritelerle geçmişten beri çatışmalı olmaları öldürülmeleri için yeterli bir sebep.
Çünkü Meksika bu suç düzenini yıllardan beri tolere ediyor.
Ayotzinapa Katliamı da farklı biçimde sonuçlanmadı. Olayı örtbas etmek için sayısız usulsüzlük yapıldı. 43 genci öldürdüklerini itiraf eden kişilere yapılan işkencenin video kaydı bile ortaya çıktı.
Bu nedenle Milli Güvenlik Kurulu'nun sekreterlik görevini yürüten ve istihbarat teşkilatı AIC'in şefi Tomás Zerón De Lucio Kanada'ya kaçtı. Hakkında Kırmızı Bültenle uluslararası yakalama kararı çıkarıldı.
Sonuç olarak 9 kişinin öldürülmesi ve 43 öğrencinin kaybedilmesi ile ilgili kimse ceza almadı. Vali Abarca sadece rakip partinin PRD'nin adayını öldürtmek ve suç örgütüyle ilişkide olmaktan dolayı tutuklandı.
Geçen hafta eski Savunma Bakanı General Salvador Cienfuegos'un ABD'de tutuklanması Meksika siyasetinde henüz gerçekleşmemiş depremlerin habercisi, fakat Meksika ordusunda general düzeyinde daha önce de bazı komutanlar uyuşturucu kartelleriyle ilişkisi sebebiyle yargılandılar.
Hemen ilk akla gelenler General Jesús Gutiérrez Rebollo ve General Mario Arturo Acosta Chaparro. Her ikisi de Juarez Karteliyle ilişkiliydi ve bu kartelin rakiplerine yaptıkları operasyonlarla tanındılar.
Bu üç generalin profiline baktığımızda yalnızca "Uyuşturucuya Karşı Savaş"ın yarattığı komutan tipini görmüyoruz. Bunlar esas olarak 1968 sonrası Meksika rejimine damgasını vuran "Kirli Savaş"ın yetiştirdiği askerler.
Meksika toplumsal hareketin her dönem devrimci karakterini koruduğu ender ülkelerden biridir. Belki de 20'nci yüzyılda gerçek anlamda toplumsal devrimin gerçekleştiği ilk ülke de Meksika'dır.
68'de en kitlesel gençlik hareketleri de yine burada ortaya çıkmıştır.
1968'de Meksika Olimpiyat Oyunlarına ev sahipliği yapıyordu. Ülke "Kent ve Köpekler"in yazarı Mario Vargas LLosa'nın "Mükemmel Diktatörlük" olarak tanımladığı "Kurumsal Devrimci Parti" PRI'nin idaresi altındaydı.
İşçi hareketi sert biçimde bastırılmış, sendika kurmak bile yasaklanmıştı. Bu koşullarda öğrenci hareketi patladı. Meksika 1968 yazına öğrenci grevleriyle girdi.
Öğrenci hareketi o kadar iyi örgütlenmişti ki ülkedeki 70 üniversite "Ulusal Grev Konseyi"(CNH) adında tek bir çatı altında toplanmıştı.
Talepleri ise ülkenin demokratikleşmesine yönelikti. Üç kişiyle sınırlayan toplantı yasasının ve baskı aracı olan güvenlik birimlerinin kaldırılmasını talep ediyorlardı.
PRI iktidarı öğrenci hareketine karşı yalnızca devlet aygıtını değil çeteleri de kullanıyordu. CIA ve ordu bağlantılı paramiliter çeteler öğrenci eylemlerine saldırıyordu.
Yine de yüz binlerce öğrencinin katıldığı bu hareket durdurulamıyordu.
2 Ekim günü Grev Konseyi başkent Meksiko merkezine yakın bir noktada Tlatelolco'da ki "Üç Kültür Meydanı"nda toplanma çağrısı yaptı.
On bin öğrencinin toplandığı alan 200 tank ve beş bin askerle ordu birlikleri tarafından kuşatıldı. Akşamüzeri saat 5.55 ile 6.15 arasında meydandaki öğrencilerin üzerine çevre binalardan ve havadan helikopterlerle ateş edildi.
O gün Tlatelolco Meydanı'nda sayısı hiçbir zaman tam olarak tespit edilemese de 400 dolayında öğrenci öldürüldü. Binlercesi tutuklandı.
İşte Meksika'da "Kirli Savaş" böyle ilan edildi. Uyuşturucuya bulaştığı kanıtlanmış adını andığım üç general o dönemde ilan edilen 27 güvenlik bölgesinin komutanları arasındaydı.
O yıllarda birçok katliama katıldılar. Ayotzinapa Okulundan çıkmış Lucio Cabañas ve Genaro Vazquez'in öldürüldüğü operasyonlara imza attılar.
Ve bu başarılarından dolayı da iktidar tarafından madalya ile ödüllendirildiler.
Onlar için 1970'lerde toplumsal harekete karşı "Kirli Savaş" ne idiyse 2000'lerde kartellere karşı yürütülen "Uyuşturucuya Karşı Savaş" da oydu.
Onlara göre esmer bir Meksikalı 70'lerde "yıkıcı" 2000'lerde "çete üyesi" olarak öldürülmeye layıktı. Köylü çocukları kaybedilmeyi ve öğrenciler değişik nedenlerle katledilmeyi hak ediyorlardı.
Ve ailelerinin bile onları arama hakkı yoktu.
Çünkü dünyanın en çok kazanan yargıçları, en zengin askerleri ve en komplocu politikacılarının doğduğu bu topraklarda tek bir özgürlükten bahsedilebilirdi.
Şeytanın özgürlüğü.
Pobre México, tan lejos de Dios y tan cerca de Estados Unidos
Zavallı Meksika, Tanrıya o kadar uzak Birleşik Devletler'e o kadar yakın.
(Tarihçi Nemesio García Naranjo, 1937)
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish