Sonra dedi ki...

Prof. Dr. Mehmet Çelik Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Pixabay

Kelimelerin kalbine anlamı vahyeden
Allah'a hamdler ve senâlar olsun

(İbn-i Arabî)


"Su için ne dersin üstâd?" dedim.

"Su" dedi. "Su iki âsinin aşk ile rahmete dönüşmesidir. Yani yakıcı hidrojen ile yanıcı oksijen birleşip, harareti söndüren, yeşillendiren, hayat veren bir sıvıya dönüşürler. Bunda aslolan hidrojen ve oksijenin kavuşma sevdasıdır. Allah her şeyi sudan yarattığını söyler, bak bakalım, bütün medeniyetler su kenarlarında kurulmamış mı? Hem bilir misin? Fars dilinde gebe olmak, ya da hamile kalmam tam karşılığı olan fıil, 'âbisten' fiilidir. Su almak anlamına gelir. Çünkü insanın yaratılışında iki suyun birleşmesi başlangıç oluşturur."

Oysa babam, kimya okumamıştı. Ben kimya derslerinde H2O diye formülü olan suyun oluşumunu, donmasını, buharlaşmasını, yoğunlaşmasını, kaynamasını laboratuvar ortamında defalarca görmüştüm.

Evet, evet; iş yine dönüp dolaşıp nicelik, nitelik meselesine dönüşüyordu.

Ben suyun nasıllığını biliyordum, ama aşkın çocuğu olduğunu hiç düşünmemiştim.

Üstad dediklerinin benim üzerimdeki etkisinin gittikçe arttığını hissetmişti; elinde bir mum gibi şekilleneceğim anın yakınlaştığını da duyumsuyordu.

"Buradan seni biraz daha uzaklara götüreyim ister misin? Ölümsüzlük insanoğlunun yüzyıllardır arzu ettiklerinin ta başında gelir. Gılgamış, ölmez otunu suların dibinde aradı.

Hızır âb-ı hayatı (hayat suyu) içince ölümsüzlük sırrına erişti. Bilir misin Hızır'ın manası yeşildir. Hızır, Arapların, may-ü'l-hayat; Farsların âb-ı hayat; Türklerin, bengisu dediği o iksiri içince kıyamete dek sürecek bir ömre kavuştu.

O yüzden su, Kur'an'daki Cennet tasvirlerinin vazgeçilmez unsurudur. Bu tasvirlerde 'Altından ırmakların aldığı, Kevser havuzlarının olduğu, fıskiyelerin bulunduğu sonsuz bahçelerde sonsuz bir hayat' vaat edilir.

Hatta Nil'in Cennet'ten doğduğuna inanılır. Mübarek Nil olmasa Mısır'dan söz edilebilir mi ki?

Musa, bilgeliğin sırrına yine bir su kıyısında ulaşmadı mı? Hani, o Rabbi'ne şöyle demişti: Rabbim dünyada ben daha bilgili bir kulun var mıdır? Rabbi ona senden daha bilgili bir kulum var sen onunla ancak Mecmaü'l-Bahreyn'de (iki denizin birleştiği yer) buluşabilirsin demişti.

Musa yanına yardımcısını alıp, tuzlu balıktan oluşan azığıyla yola çıkmış, denizler çatağına geldiğinde, bilge kişiyi (Hızır'ı) beklemeye başlamıştı. O mevkide uyurken yardımcısı kurutulmuş balığı suyla ıslattığında balık dirilip suya atlamış, Musa'nın, Ledün (içsel) ilmin kaynağıyla tanışması burada başlamıştı."


"Bir de yağmuru düşün evlat!" dedi.

"Yağmur olmasa yani merhamet yağmasa gökten ne olurdu halimiz. Ya da halimiz olur muydu ki?

Sonbaharda küçük bir kıyametle nerdeyse yarı yarıya ölen tabiat, baharda yağmur denen o ilahî iksirle yeniden nasıl dirilir? O, öldüğünü sandığın; börtü böcek yeniden nasıl dirilir?"

Konuşmanın bu yerinde çocukluğumda şahit olduğum yağmur duasına çıkılan zamanları hatırladım.

Ekinler kavrulmasın diye tarlalarda, hayvanlar otlaklarında ot bulabilsin, çocuklar karınlarını doyurabilsin diye çıkılan o yakarış anlarının vecde varan havası yeniden esti başımda.

Önde kuzular ve çocuklar ve arkalarından gelen büyüklerle göğün merhamet kapılarından rahmet yağsın diye nasıl da mahzun mahzun göğe bakılırdı.

Bir bilgenin şu izahı aklıma geldi;

Yağmursuzluk, yağmur duasının vaktidir.


Üstâd kısa süren bir suskunluktan sonra devam etti. Dedi ki:

"Hayatın kaynağında suyun önemine dair Mevlâna'nın izahına bayılırım. Büyük bilge der ki:

İlahî sır gereğince her şey çift yaratılmıştır. Yeryüzü dişi, gökyüzü erkektir. Yeryüzünün dudakları çatladığında, gökyüzü ona su ve rutubet gönderir. Yeryüzünün gökyüzüyle birleşmesinden hayat denen çocuk doğar.

Üstad sonra yeryüzünün dişiliğinin, gökyüzünün erkekliğinin ne anlama geldiğini açıklamaya başladı:

Arapça'da kelimeler dişil (müennes), eril (müzekker) olmak üzere iki ayrılırlar. Arz (yer) dişi bir kelimedir. Çünkü onu gökyüzü besler. Tıpkı, eşini seven bir koca gibi onun rızkını temine memur edilmiştir.

Arzın çocukları olan insanların, hayvanların ve bitkilerin doğması ancak gökyüzünün göndereceği rahmet rızkıyla mümkündür. Semâ kelimesi de tabiatıyla erildir.


Bu açıklama beni konuşmamızın ilk anına geri döndürmüştü. Bu izahların bilimsel olmadığını yüzyıllar içinde süzülüp gelen batinî bilgilerin yakıştırması olduğunu düşünüyordum. Tam o anda bana gülerek şöyle dedi:

İtiraz edeceksin değil mi? Et istersen... Ama bil ki ben, sizin okulda okuduğunuz izahların hiçbirisine karşı değilim. Ben sizin şeklini, oluşumunu bildiğiniz şeylerin manasını söylemeye çalışıyorum. Ben mananın peşindeyim sen bilginin... Anlaşamamamızın temel kaynağı da bu olsa gerek...


Sustum utanmıştım. Gözümün önünden kimin olduğunu hatırlayamadığım şu özdeyiş geçti:

Para, bilim ve teknoloji, hayatınızı, kolay ve düzenli hale getirebilir, ama anlamlı hale getiremez. Hayatınızın anlamlı hale gelmesi için, aşk, şiir ve bilgelik gereklidir.


"Niceliğin egemen" olduğu modern çağların çocuklarından olmak elbette çift uçlu netsizliği ya da muğlaklığı öğretmişti bana.

Aslında hesaplaşmak için belki de bu bir avantaj bile oluşturuyordu zihnimde. Sonra aklıma bir retorik ustasının şöyle bir özdeyişi geliverdi:

Orijinal olmak aslan olmaya benzer. Aslan yediklerinin toplamından oluşsa da yediklerinin hiçbirine benzemez.


Ama sorun orijinallikte değildi galiba aslolanın neye benzediğine dair tarifimizi yitirmişiz meğer biz.  

Dayatılan sonsuz görecelilik bizi toplum olmaktan uzaklaştırıp, yığına dönüştürme hızını yitirmeden galiba "aynı tezgahtan çıkmış testiler" olmaya devam edeceğiz.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU