Azerbaycan - Ermenistan arasında Dağlık Karabağ bölgesinde başlayan ve birinci haftasına giren çatışmalar sürüyor.
Her iki ülkedeki insanlar sevdiklerini kaybetme korkusu yaşarken olan biteni endişeyle izleyen bir kesim daha var.
Onlar Türkiye Ermenileri.
Bugün için sayıları 40 ile 60 bin arasında olduğu tahmin edilen ve neredeyse tamamı İstanbul'da yaşayan Türkiye Ermenileri, binlerce yıldır Anadolu'da yaşayan ve bir zamanlar ülkenin dört bir yanında olan Ermeni halkından geriye kalan son temsilciler.
Bugün Azerbaycanlılarla Türkiye'nin çoğunluğunu oluşturan Türklerin etnik yakınlığından dolayı ülke yönetimi ve kamuoyunun çoğunluğu Azerbaycan'ı desteklemekte.
Bu açıdan Türkiye Ermenileri, tam anlamıyla iki arada kalmışlık yaşamakta.
Vatandaşı oldukları ülke Azerbaycan'ı desteklerken, savaşın diğer tarafındaki Ermenistan'daki insanlar da onların soydaşı.
13 yıl önce toplumlarının önde gelen isimlerinden Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'i siyasi bir cinayete kurban veren ve bunun travmasını atamayan Türkiye Ermenileri, savaş ortamında artma ihtimali olan milliyetçilikten ve olası tepkilerin kendilerine yönelmesinden tedirgin.
Geçen günlerde Kumkapı'da bulunan Ermeni Patrikhanesi'nin önünden Azerbaycan bayrakları ile bir araç konvoyunun geçiş yapması bu tedirginliği daha fazla artırdı.
Türkiye Ermenilerinin yaşadıkları duyguları, sürece dair düşüncelerini öğrenmek için farklı meslek gruplarından ve yaşlardan beş kişiyle konuştuk ve şu soruların cevabını aramaya çalıştık:
- Süregelen Azeri-Ermeni çatışması, Türkiye Ermeni toplumu arasında nasıl karşılanıyor?
- Siz yaşanan süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Türkiye'de çatışma sürecinde halk arasında veya siyasetin dilinde milliyetçi söylemlerde olası artış sizleri endişelendiriyor mu?
- Ermeni toplumu bir taraftan Türkiyeli olma bir taraftan da Karabağ'da Azerilerle çatışan insanların soydaşı olmanın verdiği doğal gönül bağından dolayı arada kalmışlık hissi yaşamakta mı?
Sorular benzer olsa bile aldığımız cevaplar farklıydı. Ama hepsinde ortak olan duygu tedirginlik ve endişe.
Kimi yaşanan süreci soğukkanlılıkla, kimisi tepkiyle karşılarken hepsinin tek dileği bir an önce çatışmaların ve kendilerine yönelik önyargıların son bulması.
Diş hekimi Tatyos Bebek: Çatışmalar Ermeni toplumu üzerinde baskı oluşturdu, birçoğu yer yarılsa da içine girsek modunda
Anadolu, bir çok medeniyeti barındırmış kardeşliklerin, komşulukların, düşmanlıkların, sevginin, nefretin birlikte yaşandığı bir coğrafya. Ve doğaldır ki bu toplumun bazı hassas noktaları, yumuşak karınları var. Bunlar, potansiyel sorunlar gibi bir yerlerde duruyorlar. Ermenilik bunlardan biri. Özellikle siyasi sıkışıklık zamanlarında gündeme getirilip bunun üzerinden siyaset üretilmeye çalışılabiliyor. Devletin güvenlikçi bakış anlayışı da buna yol veriyor adeta. Bugünlerde tam da bunu yaşıyoruz.
Azerbaycan ve Karabağ arasındaki çatışmalar Türkiye Ermeni Toplumu üzerinde büyük bir baskı ve tedirginlik oluşturdu. Bir çoğu ‘yer yarılsa da içine girsek ve bir süre görünmesek' modunda. Patrikhane civarında ve Ermenilerin yoğun yaşadığı bölgelerde otomobillerle konvoy halinde yapılan gösterilerde tuzu biberi oldu.
"Nefret söyleminden nasibini alan, telefonla tehdit edilen birçok insan var"
Artan milliyetçi söylemlerin endişe nedeni olması kaçınılmaz. Nefret söyleminden nasibini alan, telefonla tehdit edilen bir çok insan var. Kamuoyu önünde olan Ermeniler ne yazık ki bu tepkilere misliyle maruz kalıyor, tedirgin oluyorlar. "Güvercin tedirginliği" ancak yaşayanların anlayabileceği bir ruh hali. Siyasilerin çoğu da milliyetçi söylem kervanına katılınca olumsuzluklar katlanarak artıyor ve içinden çıkılmaz hal alıyor.
İnsanlar, etnik kimliklerini ellerinde olmadan edinirler ve değiştiremezler. Benim de bir etnik kimliğim var. Olayları bu kimliği öne koyarak değerlendirmeye çalışırsanız objektif olamama şansınız çok yüksektir. Dolayısıyla ben bu tür olayları, insan kimliğimle değerlendirmeye çalışıyorum.
"Birileri kendini 'Öteki' gibi görmemeli"
Bu süreçte iki temel sorun görüyorum. Birincisi devletin; farklılıklara güvenlikçi bakış açısı ve siyasi zihniyeti. Bunun kesinlikle değişmesi gerekiyor. Birileri kendini ‘öteki’ gibi, ‘ikinci sınıf vatandaş’ gibi görmemeli ve devlete güvenmeli. Bunun gereğini de devlet yerine getirmeli. Ancak o zaman insanların özgüvenleri ve sahiplenme duyguları artar. Bir arada yaşama dürtüleri gelişir.
İkinci sorun, yaşanan çatışmalara yaklaşımımız. Çatışma başlar başlamaz bir refleksle, taraf olma, bir tarafı destekleyip diğer tarafı yerme söylemleri başta siyasiler olmak üzere çoğunluğun dilindeydi. Oysa sıcak bir çatışma yaşanıyor ve ister Azeri, ister Ermeni kim olursa olsun gencecik insanlar ölüyordu.
"Yurtta sulh, cihanda sulh düsturu yol göstericimiz olup gereğini yapmalıyız"
Yapılması gereken, önce insanların ölmesini engelleyebilecek ve çatışmaya neden olan sorunların müzakere yoluyla çözülmesini sağlayabilecek girişimlerde bulunmak olmalıydı. Savaşın kazananının olmadığını görüp bölgede barışı tesis etmek için girişimlerde bulunma şansımız hala var. Bölge ülkeleri arasındaki işbirliği, güven ve çıkar ilişkilerini geliştirecek adımları atmalıyız.
Seramik öğretmeni Kayuş Çalıkman Gavrilof: Savaş ortamının koltuk bekası kaygısıyla alevlendirildiğine eminim
1 Eylül günü bir yerde, "barış kadının türküsüdür" demiştim. Bir kadın olarak tabii ki benim duruşum hep barıştan yana olacak. Gencecik bedenlerin toprağa düşmesi pahasına iktidarların beka sorunu halledilemez.
Bu çatışma-savaş ortamının sadece Türkiye ve Azerbeycan için bir "koltuk" bekası kaygısıyla alevlendirildiğinden eminim. Bunun hazırlıkları geçtiğimiz bahar aylarında başladı. Bu savaş iki ülke lideri (Türk ve Azeri) açısından arzu edildiği gibi sonuçlanmazsa her iki liderin koltuklarından olmaları an meselesidir.
Benim bu noktada isyanım, gerek Türkiye ve gerek Azerbaycan halklarının siyasi olarak yapamadığı iktidar değişikliğinin yine Ermenilerin dökülen kanları pahasına tahakkuk edeceği gerçeğinedir, tıpkı bundan 100 yıllar önce Adana Kırımında olduğu gibi, tıpkı 1915'te olduğu gibi.
Yeni bir Türkiye veya yeni bir Azerbaycan yine binlerce Ermeni'nin canı pahasına kurulacaktır.
"Bildiğimiz tek şey korkunun ecele faydası olmadığıdır"
Artan milliyetçi söylemler" diye bir söylemi zaten kabul etmiyorum o milliyetçi söylemler hiç eksilmiyor, hep var sadece bazen volümü kısık oluyor bazen iyice yükseltiliyor. Türk toplumu başında bulunan iktidar tarafından çok kolay manipüle edilebilen bir toplum, bu konuda da tamamen iktidarın yönlendirmesini hissedebiliyoruz.
Bizler ne kırımlar ne pogromlar gördük, görmeyenlerimiz bu hikâyelerle büyüdü, bildiğimiz tek şey korkunun ecele faydası olmadığıdır.
Kafkaslar ve Ortadoğu'da tek bir Ermeni kalmayana kadar rahat edilmeyeceğini çok iyi biliyoruz, çünkü suçlu masumun gözlerine bakamıyor, baktıkça geçmişi hatırlıyor ne kadar inkâr etse de hatırlıyor.
"İlk kez bu savaş ortamında Türkiyeli kimliğimden sıyrılmış hissediyorum"
Daha önce de dediğim gibi tüm Ermeni halkı ne düşünüyor ne hissediyor bilemem, ben kendi adıma konuşurum.
Ben ilk kez bu savaş ortamında Türkiyeli kimliğimden sıyrılmış hissediyorum kendimi ve sanırım haklıyım.
Çünkü kendi ülkem, tarafı olmadığı bir savaşın fiilen içindeyse ve savaş bölgesi dışında komşu ülkesi sınırları içinde savaşmaya çalışıyor. Çok büyük bir haksızlığa, yalana kurban giden soydaşlarımla tamamen özdeşleşmiş durumdayım ve çok mutsuzum.
İstatistik uzmanı Ari Kevork Demircioğlu: Hrant Dink'in katledilmesi kırılmaya sebep oldu
Ermeni toplumunun, Patrik II.Mesrob'un patrik seçilene kadar geçen süre boyunca apolitik olmayı tercih ettiğini söylemek çok da yanlış olmaz. Tabii ki bazı istisnalar vardı fakat genel topluma baktığımızda daha çok kapalı bir toplumdu. Mesrob II'nin patrik seçilmesiyle beraber dünyayla ve büyük toplumla daha entegre olmuştu.
Bununla beraber Hrant Dink'in katledilmesi tekrar bir kırılmaya sebep oldu ve bugün için de yine bazı istisnalar hariç, toplumun genelini yine apolitik tanımlamak sanırım yanlış olmaz. Dolayısıyla sadece Azeri-Karabağ çatışması değil herhangi bir siyasi konuda toplumda yüksek sesle fikir belirten, sorunlara çözümler öneren çok fazla kişi bulunmuyor.
"Üç bin yıldır bu ülkede yaşıyoruz, her seferinde misafirmişiz gibi hissettiriliyoruz"
Türkiye Ermenileri, olarak bizim durumumuz gerçekten dünyada muhtemelen başka bir örneğine rastlanmayan bir durum. Biz bu ülkeye dünyanın herhangi bir yerinden göç ederek gelmedik. Biz 3000 yıldır bu topraklarda yaşıyoruz, yani biz bu ülkede misafir değiliz ancak her seferinde sanki misafirmişiz, sanki kendi vatanımızda değilmişiz gibi hissettiriliyoruz. Bunu kendi üzerinizde hayal etmeye çalışın belki o zaman içinde bulunduğumuz ruh hali ile ilgili bir empati kurabilirsiniz.
"Biz Türk değiliz ancak en az sizler kadar Türkiyeliyiz"
Dünyanın herhangi bir yerinde Ermenilerle ilgili yaşanan herhangi bir duruma karşı sürekli tehdit altında yaşamak gerçekten can sıkıcı. Ancak bunun can ve mal korkusu ile ilgili olduğunu lütfen düşünmeyin. Bu aslında 3000 yıldır burada yaşamış ve kalıcı olarak kök salmış bir topluma sürekli vatansızmış gibi muamele edilmesinin, köklerinin sürekli koparılmakla tehdit edilmesinin verdiği derin bir üzüntü ve yürek sızısı. Biz Türk değiliz ancak en az sizler kadar Türkiyeliyiz.
"Bir kez daha anne ve baba arasında kalmış evlatlar gibiyiz"
Bununla beraber her ne kadar resmi kaynaklar 100 bin civarı olarak belirtse de benim şahsi tahminlerime göre bugün 40 ile 50 bin arasında kalmış bir halktan bahsediyoruz. Yani bir şekilde kendi vatanımızda, kendi topraklarımızda günden güne kaybolmuşuz.
Bununla beraber 1980'lerden itibaren ne zaman dünyada Ermeni toplumunu ilgilendiren gelişmeler olsa her seferinde fikrimizi, tarafımızı veya konumumuzu açıkça ifade etmemiz istenmiş. Ben şahsen bunun büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Sadece bu yaklaşım bile kendi topraklarımızda sanki vatansızmışız gibi hissetmemize neden oluyor.
Bununla beraber ortada bir savaş var ve Karabağ'da yaşayan Ermeniler de soydaşlarımız. Sevgili rahmetli patriğimiz Mesrob II'nin bu konuda benim de hislerimi anlatan çok güzel bir tabirinden faydalanmak isterim. Biz yaşadığımız bu topraklar için Mayrenik (Anavatan), Ermenistan için de Hayrenik (Babavatan) ifadesini kullanırız. Ve bir kez daha anne ile baba arasındaki tartışmanın arasında kalmış evlatlar gibiyiz.
Dolayısıyla belki doğrudan fiziksel olarak etkilenmesek de psikolojik olarak çoğu zaman bir hasar bıraktığını düşünüyorum. Sonuç olarak savaşın kabul edilebilir bir tarafı yok, umarım bir an önce savaşın durması için bütün gerekli çabalar gösterilir ve barış sağlanır.
"Dink'in öldürülmesiyle toplumun önemli bölümü zaten güvercin tedirginliğinde yaşıyor"
Daha önce de bahsettiğim gibi Hrant Dink'in öldürülmesi ile beraber toplumun önemli bir bölümü zaten sürekli güvercin tedirginliğinde yaşıyor. Devletin de bu konuda çok yardımcı olduğunu söyleyemeyiz.
Normalde iki kişi yan yana gelse haberi olan devlet nasıl oluyorsa Patrikhane etrafında bayraklarla tur atanlardan ancak çok sonradan haberdar oluyor. Ve biz bunun ne anlama geldiğini tabii ki çok iyi biliyoruz.
Şu konunun çok incelikle düşünülmesi gerekiyor; "Türkiye'de 1 tane bile Ermeni kalmaz ise bunun kime ne faydası olabilir?" Tam tersine Ermeniler bu topraklarda daha yüzyıllarca var olacak ve olmalılar ki mimarlıktan müziğe, zanaattan tiyatroya, mucitlikten ressamlığa kadar birçok alanda ataları gibi üretmeye, katkı sağlamaya devam etsinler.
Gazeteci Selin Miloşyan: Azerilerle savaşan Ermenistanlı Ermenilerle soydaşız ama biz Türkiyeliyiz
Türkiye'deki Ermeni toplumu da biran önce barışın sağlanmasından yana. En kötü barış bile en iyi savaştan iyidir. Minsk grubunun da barış çağrılarına rağmen Türkiye'nin barıştan yana adım atmak yerine Azerbaycan'ın yanında olduğunun altını çizmesi, medyanın ise çatışmayı her türlü objektif bilgiden uzak, agresif ve fazlasıyla milliyetçi bir dille aktarması; yangına körükle gitmekten başka bir şey değil.
Türk toplumunda sadece, tek başına "Ermeni" kelimesinin bile yarattığı düşmanlık ve ötekileştirme düşünülürse, söz konusu "Ermenilerin, kardeş Azerilere karşı yürüttüğü bir savaş" ise bu düşmanlığın, milliyetçilik sosuyla harmanlanıp daha da artmasını beklemek yanlış olmaz. Ve bu tutum, bu dil, özellikle Türkiye'deki Ermenilerle, Ermenistanlı Ermenileri bir gören, aradaki farklı bilemeyen, algılayamayan kesimi daha da kızdırıp galeyana getiriyor.
Yanlış anlaşılmasın tabii ki Azerilerle savaşan Ermenistanlı Ermenilerle soydaşız ama biz Türkiyeliyiz, Türkiye vatandaşıyız. Köklerimiz burada. Biz Türkiyeli Ermeniler, yüzyıllardır Anadolu'da yaşamış, evi barkı, okulları, kilisesi, kısaca vatanı Anadolu olan insanların soyundan geliyoruz.
Vatanımız Ermenistan değil, Anadolu toprakları, bu çok iyi bilinsin. Bizler Osmanlı'da devlet kademelerinde önemli görevlerde bulunmuş Osmanlı Ermenilerinin millet-i sadıkanın torunlarıyız.
"Ermeni azınlığının yine 'Güvercin tedirginliği'ni hissettiğini söylemek yersiz olmaz"
Hrant Dink'in "Biz Ermenilerin bu topraklarda gözümüz var. Var, çünkü kökümüz burada. Ama merak etmeyin bu toprakları alıp gitmek için değil, bu toprakların gidip dibine girmek için" sözünü de bu vesileyle hatırlatmak isterim.
Geçtiğimiz günlerde Kumkapı'dan, Ermeni Patrikhanesi'nin yakınından Azerbaycan bayraklı arabalardan oluşan bir konvoyun geçmesi, halkın nasıl galeyana gelip tahrik olabileceğini gösteriyor ki tarih de, 6-7 Eylül olayları gibi bunun örnekleriyle dolu.
Dolayısıyla evet zaten her daim korkuları ve paranoyalarıyla birlikte yaşamayı öğrenen Ermeni azınlığının şimdilerde daha da diken üstünde oturduğunu, yine Hrant Dink'in deyimiyle "güvercin tedirginliği"ni hissettiğini söylemek yersiz olmaz.
Kumkapı'daki olay diğer semtlerde yaşayan Ermenileri, "Acaba bu tip olaylar bizim semtlerde de tekrarlanabilir mi?
Kendimizi, çocuklarımızı nasıl koruyacağız?" sorularıyla baş başa bırakırken bilinçaltına işlenen endişeleri de yeniden su yüzüne çıkardı.
"Çocuklarımın geleceği için çok endişeliyim"
Evet bir anne ve kadın olarak çatışmada hayatını kaybeden genç yaştaki tüm Azeri ve Ermeni gençleri için üzülüyorum, ama kendi çocuklarım ve onların geleceği için de açıkçası çok endişeliyim. Etnik kökenleri Ermeni olduğu için sürekli hedef gösterilen, ayrımcılığa ve ötekileştirilmeye, nefret ve kin söylemlerine maruz bırakılan bir azınlık toplumunun üyesi olmak hiç de kolay değil.
Çocuklarımın ismi sorulduğunda karşındakinin anlamaması, yüzüne farklı bir mimik yerleştirip "yabancı mısınız?" ya da "Ermenistanlı mısınız" demesi de aslında bu toplumda nasıl yabancılaştırıldığımızı göstermiyor mu?
Ermenice konuşmamak, çocuklarına Ermeni kökenini açığa çıkarmayan isimler koymak, asimilasyonun nasıl işlediğinden öte biz Ermenilerin saklanma, dikkat çekmeme, "fişlenmeme" korkularının da bir yansıması aslında.
Umarım en kısa sürede ateşkes ilan edilir ve barış sağlanır.
Yayıncı Sevan Değirmenciyan: Savaş devam ediyorsa sadece Ermenistan ve Azerbaycan değil, silah satan ülkeler de sorumlu
Yaşanan çatışmasızlık ve müzakere süreci göz önüne alındığında, kabul edilebilir değil. Sovyetler Birliği'nin dağılma sürecinin henüz başlangıç aşamasında, 1988'de baş gösteren, iki ülkenin kuruluş döneminde de devam eden ve 1994'te ateşkesin imzalanmasıyla sona eren savaş, eğer 2020 tarihinde yeniden başlamışsa burada sorumlu sadece bu iki ülke değil, bölgede söz sahibi olmak isteyen, Ermenistan ve Azerbaycan'a silah satışı yapan, Ermenistan'ı yalnızlaştıran, bölgedeki projelerden by-pass eden ülke ve kuruluşlardır aynı zamanda.
AGİT Minsk Grubu arabuluculuğu ile yapılan müzakerelerin verimsiz geçtiği zaten biliniyordu, fakat müzakerelerin başarısız geçmesi savaşa, 20 yaşında gençlerin ölmesine, şehirlerin ve sivillerin bombalanmasına mazeret olamaz.
"Milliyetçi söylem devamlı artmakta"
Milliyetçi söylem bu son gelişmelerden bağımsız olarak zaten devamlı artmakta. Nefret söylemi ve nefret suçları da bundan bağımsız değil. Mesela Hrant Dink Vakfı tarafından hazırlanan Medyada Nefret Söylemi raporu geçen yıl en çok hedef alınan toplulukların Ermeniler, Süryaniler, Yunanlar, Yahudiler olduğunu ortaya koymuştu geçenlerde.
Milliyetçi iktidar kendisine bir düşman yaratmak zorunda olduğu için, toplumun en kırılgan kesimleri de bu iklim içinde kolaylıkla hedef olabiliyor.
Hatırlarsanız, art arda kiliselere nefret saldırıları oldu, Hrant Dink Vakfı ve yöneticileri tehdit edildi, Ermeni ve Rum kiliselerini, din adamlarını hedefe koyan yayınlar yapıldı vs. Tüm bunlar doğal olarak haklı bir endişe yaratıyor, çünkü geçmişteki kötülükler benzer süreçleri takiben yaşanmıştı.
"Sorun Ermeni olmak veya olmamak değil vicdanlı olup savaşa dur diyebilmek"
Barış istemenin kelimenin tam anlamıyla suç olarak değerlendirildiği, "barış" istedikleri, savaş istemedikleri için yargılanan, hapse atılan, mesleklerinden uzaklaştırılan akademisyenlerin, öğretmenlerin, vicdanlı insanların olduğu bir dönemden geçiyoruz.
Sorun Ermeni olmak veya olmamak değil, vicdanlı olup savaşa dur diyebilmek.
Büyük toplum Karabağ konusunda, diğer konularda olduğu gibi, eleştirel bir bakış açısına sahip değil, konuyu iktidar ve iktidar medyasının yansıttığı kadarıyla biliyor, "soydaşlık" üzerinden bizim olmayan bir savaşın, çatışmanın tarafı olmak için büyük çaba sarfediyor. Ermeni olmaktan öte insanız.
Çarlık Rusyası'nda, Sovyetler Birliği döneminde Kafkasya'daki Azeriler ve Ermeniler, Azerbaycan ve Ermenistan beraber, iç içe yaşamayı başardı. Karabağ o zaman da vardı, orada duruyordu. İnanın, bizim "soydaş" dediklerimiz birbirlerini bizden çok daha iyi bilir, tanır.
"AK Parti ve MHP iktidarı, iki kadim haklı birbirinden ayrıştırıyor"
Arada kalmışlık hissi tabii ki var. AKP-MHP iktidarı, bölgede yaşayan iki kadim halkı birbirinden ayrıştırıyor, bölgenin önemli ülkelerinden biri olarak, arabuluculuk rolü üstlenebilecekken, Azerbaycan'ın yanında savaşı destekleyen ülke konumunda bugün. Ve bu dış politika Türkiye'ye de zarar verecektir kanımca.
© The Independentturkish