Biliyoruz ki, değişmeyen, yenilenmeyen, özgürleşmeyen ve geleceği öngörmeyen bir siyasetin, herhangi bir ülke ve toplum için sağlıklı, doğru ve yararlı çözüm yolları bulması ve toplumsal fayda sağlayacak projeler üretmesi söz konusu dahi olamaz.
Mevcut siyaset zemininde ve yönelen istikamette otoriteryenizim ve şiddet dışında bir yol açmak mümkün görünmemektedir. Cumhur ittifakı da gücünü bu yöntemden almaktadır. Bu yolda artık demokrasi, hukuk, özgür seçimler, adalet ve insanlık arayışlarının yararı da olmayacaktır!
İktidar bloğunun demokrasi, hak ve özgürlükler düşmanlığı ve ceberut tutumu, muhalefet bloğunun ise "Erdoğan düşmanlığı" ile sürdürdüğü siyasetin yeni sistem tartışmalarına imkân vermediği ortadadır.
Toplumun yeni siyaset arayışlarını boşa çıkarmak ve mevcut sistemin önünü açmak amacıyla kuruldukları anlaşılan partilerin de katkılarıyla siyaset yolunun kapalı tutulmaya çalışılması bu yöndeki yaklaşımları güçlendirmektedir.
Kanaatime göre, Türkiye için karanlık bir gelecek tablosunu öngörmek hiç de zor değil!..
Mevcut sistemin geleceğe ilişkin belirgin özelliği, yeni diktatörler çıkarmak, yoksulluk, sefalet ve cehaleti yaygınlaştırarak halkı devlete, devleti de küresel güçlere daha bağımlı hale getirmek, düşmanlaştırdığı kesimlere yönelik kanlı operasyonlar ve kitlesel zulmü artırmaktır.
Yıllardır demokrasi adına mücadelesini verdiğimiz, sorun çözecek, çözüm üretecek, sistem kuracak, yarışmacı-rekabetçi-değişimci-gelişmeci siyaseti noktalamak üzere olduğumuzun kaygısını taşıyorum. Çünkü otoriter sistemle, demokrasi iddiası taşıyan siyasetin zemini kurutuldu, üzerine beton dökülerek derinliklere gömüldü!..
Kanaatimi açıkça ifade etmeliyim ki, otoriter sistemin tesis edilmesiyle, kırıntılarıyla oyalandığımız demokratik siyasetin sonuna geldik. Sözün özü; Türkiye, demokratik siyaset açısından artık bir üçüncü dünya ülkesidir!..
'Siyasetin sonu' ifademden, 12 Eylül gibi bir askeri darbe beklentisi içerisinde olduğum düşünülmesin. Türkiye, darbelere açık bir ülke olsa da, kastım doğrudan bir askeri darbe olasılığı değildir. 28 Şubat ve 15 Temmuz post modern müdahale yöntemlerine benzer gelişmelerin mümkün olabileceğini düşünüyorum.
Ancak benzer yöntemlere gerek duymadan mevcut Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi uygulamalarıyla siyasetin son bulma ihtimalinin daha yüksek olduğunu düşünüyorum.
Mevcut sistem ve siyaset marifetiyle devletin tüm kurumları yeniden yapılandırılmak için tahrip edilmekte, dağıtılmakta, toplum ayrıştırılmakta ve düşmanlaştırılmakta, böylece yeni müdahalelere açık hale getirilmektedir.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin de bilinçli ve planlı olarak tek adamlık, keyfilik, zorbalık, talan ve yağma ile kirletildiğini, yönetim modeli olmaktan çıkarılarak gözden düşürüldüğünü ve muhtemel müdahaleler için gerekçe yapılacağını düşünüyorum.
Muhalefet partilerinin de kendi aralarında uzlaşmaz tutumları ve iktidar gündeminin arkasından sürüklenmeleri söz konusu senaryoya hizmet ettiği düşünülebilir!
1 Ekim TBMM'nin açılış gününde muhalefetin sergilediği tutum bunun açık bir göstergesi olmadı mı?
"Erdoğan düşmanlığı" dışında söylemi, gündemi olmayan muhalefet partileri, Meclis'in açılışına katılmayarak bir gündem oluşturabilirlerdi. Yapmadılar, yapamadılar veya yapmak istemediler.
Böylece iktidar lokomotifine "vagon" olarak eklemlenerek karanlık tünel yolculuğuna birlikte devam ettiler.
Oysa iktidarın işlevsiz, etkisiz, önemsiz kıldığı TBMM'ne bir etkinlik, saygınlık ve önem kazandırma imkânı vardı. Meclis açılışını anlamlı kılabilme fırsatı doğmuştu.
İnsanların helikopterden atıldığı, cezaevlerinde intihar olaylarının ve işkence iddialarının yaygınlaştığı, siyasetçilere, aydınlara, gazetecilere operasyonların yapıldığı, insan haklarının önemsenmediği, haksızlığın, hukuksuzluğun, keyfiliğin sıradanlaştığı ve muhalefetin "adam yerine konulmadığı" bir ortamda, muhalefet partileri milletvekilleri açılışa katılmayarak dikkat çekilebilirlerdi.
Siyasetin itibarsızlaştırıldığı, etkisizleştirildiği, anlamsızlaştırıldığı ve yok sayıldığı bir zeminde iktidar güçlerini kibirleriyle baş başa bırakarak muhalefetsiz bir Meclis'in ve muhalefetsiz bir siyasetin anlamsızlığı ortaya konulabilirdi.
Siyasetin susturulduğu ve sonlandırılmaya çalışıldığı bir süreçte muhalefet, kendi arasında var olan ideolojik ve kimlik çatışmalarını, hatta Erdoğan düşmanlığını da aşarak yeni bir siyaset yolu açabilirdi.
Ne yazık ki muhalefet, demokratik siyasetin olmazsa olmazı olan diyalog ve uzlaşma zemini oluşturamadığı ve demokraside ittifak yapamadığı için her defasında kendisine çizilen yolda ve biçilen rolde yol almaya devam ediyor.
Bu gidişle, iktidar ve muhalefet partilerinin hep birlikte ışıksız karanlık tünel yolculuğunda kaybolacağından ciddi olarak endişe duyuyorum.
Işığı olmayan siyaset, kaybolmaya, son bulmaya ve yok olmaya mahkûmdur. Çünkü siyasetin ışığı demokrasidir. Demokratik olmayan siyasetin, kriz ve kaos içerisinde çıkış yolu bulması mümkün değildir.
Bu bağlamda İktidar ve muhalefetiyle mevcut partilerle parlamenter sistem ve demokrasi iddiası artık gerçeği yansıtmayacaktır. Yeni bir arayışa, toplumsal sivil dinamikler oluşturmaya ihtiyacımız vardır.
Bunun için de öncelikle iktidarı, ülkemizi yağmalayanlarla baş başa bırakarak yalnızlaştırmalıyız. Muhalefet partilerine de bir mesafe koymalıyız. İktidar veya muhalefet partilerine, hangi gerekçe ile olursa olsun şimdiye kadar destek ve oy vermiş kesimlerle "partilerden önce siyasetin önemli olduğu" konusunda diyalog kurmamız, ideolojik ve kimlik yaklaşımı gerileterek bir araya gelmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Çünkü siyasetin sonu, partileri de önemsiz ve etkisiz kılacaktır. Mevcut partilerle siyaset sorununu çözemeyeceğimizde hemfikir olmak zorundayız. Bunu kısmen de başarmamız durumunda yeni siyasetin yolunu da açmış olacağız.
Ben kişisel olarak Türkiye siyasal düzeninin; insan hakları ve hukukun üstünlüğünü esas alan özgür-eşit-çoğulcu ve demokratik parlamenter sistem olmasını gerekli görüyorum. Hep bunun için çaba gösterdim ve göstermeye devam edeceğim.
Ancak müesses nizamın siyasal-kurumsal, hatta toplumsal yapısıyla, gerektiğinde şiddete başvurarak kısa ve orta vadede buna yol vermeyeceğini de görüyorum.
Bu durumda mevcut sistemi restore edecek ve ileriye taşıyacak yeni sistem modellerine de kapı aralamak gerektiği kanaatindeyim. Mevcut iktidarın ve mevcut siyaset anlayışının değişmesi de ancak bu modellerle sağlanabilir.
Kuvvetler ayrılığını ve hukuk güvencesini esas alacak "yarı başkanlık" veya "başkanlık sistemi" neden olmasın, diye de düşünüyorum!..
Pek yakında, bu yönde tartışmaların başlayacağı ve muhtemelen de ABD seçimleri sonrası somut adımların da atılacağını bekliyorum. Böylece siyasete son verilmeyerek ancak yeni bir siyaset, belki de yeni bir kitle partisiyle bir YOL açılabileceğini umut ediyorum.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish