23 Nisan 1920'de açılan Büyük Millet Meclisi, ilk günlerinden itibaren anayasa hazırlamak için bir komisyon kurmuştu.
Beş gruba mensup mebusların yer aldığı bu komisyon dört aylık bir çalışma sonunda, 18 Ağustos 1920'de "Büyük Millet Meclisi'nin Şekil ve Mahiyetine Dair Mevadd-ı Kanuniye (kanun maddeleri)" başlıklı dokuz maddelik anayasa tasarısını Meclis'e sundu.
Ancak bu anayasa tasarısı sorunlu bulunacaktı.
Tasarı, İstanbul'un ve Sultan'ın kurtuluşundan sonra Ankara'daki Büyük Millet Meclisi'nin meşru olamayacağından başka, ulusal egemenliğe aykırı düzenlemeler içeriyordu.
Yani tasarıda bir şekilde monarşi savunuluyordu.
Haftalar süren tartışmalar ve 25 Eylül 1920'de Mustafa Kemal'in son derece sert eleştirileri yanı sıra, ulusal egemenlik ilkesini netleştiren konuşmasından sonra bu tasarı reddedildi.
13 Eylül 1920'de İcra Vekilleri Heyeti'nin hükümet programı olarak Meclis'e sunduğu, 18 Eylül'de Meclis'te Mustafa Kemal tarafından okunan Halkçılık Beyannamesi, İkinci Anayasa tasarısına da kaynaklık edecekti.
Adı geçen metin, komisyonun çalışmalarını nihayete erdirdiğinde, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu tasarısı olarak 'Anayasa Özel Komisyonu' tarafından Meclis'e sunuldu.
Görüşmeler tamamlandığında, bu metin ölçü alınarak 85 sayılı Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, yeni anayasa olarak 20 Ocak 1921 tarihinde kabul edildi.
1921 Anayasası, yapılış ve kabul edilişi bakımından diğer anayasalar ile kıyaslandığında, Osmanlı ve Türkiye Anayasacılık tarihinin en demokratik anayasasıdır, diyebiliriz.
1921 anayasası, 1876 Anayasası gibi atanmış bir komisyonca hazırlanıp Sultan tarafından tek yanlı irade beyanı ile kabul edilen anayasa değildi.
1921 anayasası, 1924 Anayasası'nda olduğu gibi salt güçlü bir siyasi liderlik etkisi altında kabul edilen bir anayasa değildi.
1921 anayasası, 1961 ve 1982 Anayasalarında olduğu gibi askeri darbelerin ürünü olan bir anayasa da değildi.
…
23 maddeden oluşan 1921 Anayasası'nın yarıdan fazla maddesini (madde 11-23) yerel yönetim ilkelerine ayrılması, Kurtuluş Savaşı döneminde katılımcı yerel yönetimlere önem verme zorunluluğunu ortaya koyuyordu.
Ulusal Egemenlik
1921 Anayasası'nın kuşkusuz en ilerici yeniliği, ulusal egemenlik ilkesinin birinci maddesinde hüküm altına almış olmasıydı.
Gerçekten de 20 Ocak 1921 tarihli anayasanın birinci maddesine göre; "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Yönetim şekli, halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır."
Meclis Hükümeti (1)
İkinci maddesine göre, "Yürütme gücü ve yasama yetkisi milletin tek ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisinde belirir ve toplanır."
Hükümet sistemi olarak 1921 Anayasası'na hâkim olan anlayış, yasama ve yürütme güçlerinin mecliste toplanmasını içeren "Meclis Hükümeti Sistemi" idi.
Kurtuluş Savaşı'na katılımın çoklu yapısına tekabül eden koşullarda, en katılımcı ama en hızlı karar da alabilme gereksinimi karşısında Meclis Hükümeti Sistemi tercih edilmiş olmalıydı.
Üçüncü maddesine göre, "Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve hükümeti 'Büyük Millet Meclisi Hükümeti' unvanını taşır."
'Türkiye Devleti' kavramı 'anlamlı'
Üçüncü madde de geçen "Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur" cümlesini ifade ederken, yeni bir devlet olarak, "Türkiye Devleti'nin" kurulduğu resmi olarak ilan edilmiş olunuyordu.
Meclis'in, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Hukuku Hakimiyet ve Hükümranının Temsilcisi Olduğuna Dair 308 Sayılı Heyeti Umumiye Kararı'nda da "Osmanlı İmparatorluğu tarihe intikal edip yerine yeni ve milli bir Türkiye Devleti (…) kaim olmuştur" denmekteydi.
Devletin adının "Türkiye Devleti" olması Lozan Antlaşması sonrası, özellikle günümüzle kıyaslanması bakımından anlamlıydı.
Kurtuluş Savaşı, Türk milliyetçilerinin liderliğinde Türk olan ve olmayan Kürtlerin emperyalist işgale karşı birliğini temsil ediyordu.
Çerkes, Gürcü, Laz vd. halk kesimlerinin Türklere ve Kürtlere nazaran nicelik zayıflıkları ile birlikte bu çerçevede değerlendirmek şüphesiz doğru olanıydı.
Erzurum ve Sivas Kongreleri belgeleri başta olmak üzere pek çok tarihsel kaynakta bu birlik, zaman zaman "İslam ekseriyeti", "bilcümle anasırı (unsurlar) İslamiye" gibi terimlerle de ifade olunmuş, bu halkların "öz kardeş"liği vurgulanmıştı.
Bu bakımdan "Türkiye Devleti" ibaresi, etnik kökeni, dili ve kültürü ne olursa olsun, belli bir siyasal coğrafya (Misak-ı Milli sınırları) içinde yaşayan insanların siyasal birleşmesinin en üst noktası olan yeni devleti bütün kucaklayıcılığıyla ifade ediyordu.
"Türkiye Devleti" deyiminin kökeni üzerinde de durmak gerekir. 1918 Kasım ayı başında Kars İslam Şurası ile Elviye-i Selase'de (üç sancak/üç liva) başlayan iktidarlaşma olayı devletleşmeye dönüşerek, ilkin Cenub-i Garbî Kafkas Hükümet-i Muvakkate-i Milliyesi'ne (Güneybatı Kafkas Geçici Milli Hükümeti) sonra da "Hükümet-i Cumhuriyeti"ne (Cumhuriyeti Hükümeti) hayat vermişti.
Bu devletçiğin anayasası durumundaki "Teşkilat-ı Esasiye Kanunu" 8 ve 9'ncu maddelerinde "Türkiye (Türkiya) Devleti"nden söz ediyor ve mini devletin kaderini onunkiyle birleştiriyordu.
Oysa o tarihte bu adı taşıyan bir devlet yoktu; Mustafa Kemal Paşa daha Anadolu'ya bile geçmiş değildi.
Var olan "Devlet-i Osmaniye" idi ki, kastedilen bu da değildi.
"Türkiye Devleti" deyimi burada bilgece bir önsezi ve öngörü ile kullanılmıştı ve Anadolu topraklarında kurulması arzulanan devleti kastetmekteydi.
İşte şimdi, iki yıl sonra gerçekleşen de buydu.
(...) Kars'taki devletçiğin cumhuriyet ilânındaki kıdeminin ötesinde, Ankara'da kurulan rejime hem Anayasası'nın (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) hem de devletinin adı (Türkiye Devleti) bakımından isim babalığı yaptığı söylenebilir.
…
Anayasanın dördüncü maddesinden devam edelim, "Büyük Millet Meclisi, iller halkınca seçilmiş üyelerden oluşur."
Beşinci maddesine göre, "Büyük Millet Meclisi'nin seçimi iki yılda bir yapılır. Seçilen üyelerin üyelik süresi iki yıldır ve yeniden seçilmek mümkündür. Eski Meclis, yeni Meclis toplanıncaya kadar göreve devam eder. Yeni seçimlerin yapılmasına imkân görülmediği takdirde, görev süresi yalnız bir yıl uzatılabilir. Büyük Millet Meclisi üyelerinden her biri, yalnız kendini seçen ilin ayrıca vekili olmayıp aynı zamanda bütün milletin vekilidir."
Altıncı maddesine göre, "Büyük Millet Meclisi'nin Genel Kurulu, Kasım başında, davetsiz toplanır."
Yedinci maddesine göre, "Şeriat hükümlerinin uygulanması, bütün kanunların yürürlüğe konması, değiştirilmesi, yürürlükten kaldırılması, antlaşma ve barış imzalanması ve vatan savunmasıyla ilgili savaş ilânı gibi temel haklar Büyük Millet Meclisi'ne aittir. Kanun ve tüzüklerin düzenlenmesinde, halk için en yararlı ve zamanın ihtiyacına en elverişli fıkıh ve hukuk hükümleriyle, örf ve âdetler ve teamüller esas olarak alınır. Bakanlar Kurulu'nun görev ve sorumluluğu özel kanunla belirtilir."
Meclis Hükümeti (2)
Sekizinci maddesine göre, "Büyük Millet Meclisi, hükûmeti oluşturan bakanlıkları, 'özel kanun' gereğince seçtiği bakanlar vasıtasıyla yönetir. Meclis, yürütme ile ilgili işlerde bakanlara görev tayin eder; gerekirse bunları değiştirir."
Meclisin, hükümeti doğrudan doğruya seçmesi, seçtiği bakanlar üzerinden bakanlar kurulunu yönetmesi, onları değiştirebilmesi, 1921 Anayasamızın 'saf meclis hükümeti' sistemini benimsediğini çok daha bir ortaya koyuyordu.
Meclis Başkanı
Dokuzuncu maddesine göre, "Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu tarafından seçilen başkan, bir seçim dönemi süresince Büyük Millet Meclisi Başkanıdır. Bu sıfatla Meclis adına imza atmaya ve Bakanlar Kurulu kararlarını onaylamaya yetkilidir. Bakanlar Kurulu üyeleri içlerinden birini kendilerine başkan seçer. Ancak Büyük Millet Meclisi Başkanı, Bakanlar Kurulu'nun da tabiî başkanıdır."
Şöyle diyebiliriz ki, bir devlette devlet başkanına ait olması gereken yetkiler bu sistemde Büyük Millet Meclisi başkanına verilmişti.
…
Onuncu maddesine göre, "Kânun-i Esasi'nin bu maddelere aykırı düşmeyen hükümleri eskisi gibi yürürlüktedir."
1908 Jön Türk devriminin bir parçası olarak yapılan 1908 Kanun-i Esasi idi.
Vilayetlere Özerklik ve Vilayet Şuraları…
On birinci maddesine göre, "Vilayet mahallî işlerde manevi şahsiyete (tüzel kişiliğe) ve özerkliğe sahiptir. Dış ve iç siyaset, şer'i, adlî ve askeri işler, uluslararası iktisadî ilişkiler ve hükûmetin genel vergileri ile birden fazla vilayeti ilgilendiren hususlar istisna olmak üzere Büyük Millet Meclisi tarafından konacak kanunlar gereğince vakıflar, medreseler, eğitim, sağlık, iktisat, tarım, bayındırlık ve sosyal yardım işlerinin düzenlenmesi ve idaresi vilayet Şûra'larının yetkisi içindedir."
On ikinci maddesine göre, "Vilâyet Şûraları, vilâyetler halkınca seçilmiş üyelerden meydana gelir. Vilâyet Şûralarının toplantı dönemi iki senedir. Toplantı süresi senede iki aydır."
On üçüncü maddesine göre, "Vilâyet Şûrası, üyeleri arasında yürütme görevini yapacak bir başkan ile değişik bölümleri idareye memur üyeden teşekkül etmek üzere bir yönetim kurulu seçer. Yürütme yetkisi, sürekli olan bu kurula aittir."
On dördüncü maddesine göre, "Vilâyette Büyük Millet Meclisinin vekili ve mümessili olmak üzere vali bulunur. Vali, Büyük Millet Meclisi Hükûmeti tarafından tayin olunup, vazifesi devletin genel ve ortak görevlerini yerine getirmektir. Vali, yalnız devletin genel görevleri ile yerel görevler arasında zıtlaşma meydana gelmesi durumunda müdahale eder."
On beşinci maddesine göre, "Kaza (ilçe) yalnız idarî ve inzibatî cüzü olup manevi şahsiyeti (tüzel kişiliği) haiz değildir. İdaresi, Büyük Millet Meclisi Hükûmeti tarafından atanmış ve valinin emri altında bir kaymakama verilmiştir."
Nahiyelere Özerklik
On altıncı maddesine göre, "Nahiye, özel hayatında özerkliği olan bir manevî şahsiyettir."
On yedinci maddesine göre, "Nahiyenin bir şûrası, bir idare heyeti ve bir de müdürü vardır."
On sekizinci maddesine göre, "Nahiye şûrası, nahiye halkınca doğrudan doğruya seçilmiş üyelerden meydana gelir."
On dokuzuncu maddesine göre, "İdare heyeti ve nahiye müdürü, nahiye şûrası tarafından seçilir."
Yirminci maddeye göre, "Nahiye şûrası ve yönetim kurulu kazaî (yargısal), iktisadî ve malî yetkilere sahip olup bunların derecesi özel yasa ile belirlenir."
Yirmi birinci maddesine göre, "Nahiye, bir veya birkaç köyden oluştuğu gibi bir kasaba da bir nahiyedir."
Yargı ve İstiklal Mahkemeleri
1921 Anayasası'nda yargı gücü düzenlenmemişti ama Meclis fiilen bu gücü özellikle İstiklal Mahkemeleri aracılığıyla kullanacaktı.
Osmanlı İmparatorluğu yerine Türkiye Hükümeti
1921 Anayasası döneminde önemli ilerici politik hareketler gerçekleşmişti.
Ulusal egemenlik ilkesinin monarşiyle bağdaşmasının mümkün olamaması gerçeği karşısında, bu dönemde Meclis'in 30 Ekim 1922 tarih ve 307 sayılı "Osmanlı İmparatorluğunun İnkıraz Bulup (son bulması) Büyük Millet Meclisi Hükümet Teşekkül Ettiğine Dair Heyet-i Umumiye Kararı" ile Osmanlı İmparatorluğu sona ermiş ve onun yerine 'Türkiye Hükümeti'nin geçtiği resmi olarak tüm dünyaya ilan edilmişti.
Saltanat ve Hilafet kaldırılıyor
Hemen izleyen günlerde, 12 Kasım 1922'de, Büyük Millet Meclisi'nin 308 sayılı "Heyet-i Umumiye Kararı" ile evvela saltanat ve hilafet makamları birbirlerinden ayrılıyor, 16 Mart 1920'den geçerli olmak üzere saltanat kaldırılıyordu.
Ancak bu kararda hilafet makamı henüz kaldırılmamıştı.
Ancak 1921 son döneminde, Anayasası'nın hala geçerli olduğu 3 Mart 1924'te 431 sayılı "Hilafetin İlgası ve Hanedan-ı Osmaniye'nin Türkiye Cumhuriyeti memaliki (toprakları) Haricine Çıkarılmasına Dair Kanun" ile de hilafet hukuken kaldırılacak, hanedan mensupları ve halife sürgüne gönderilecekti.
Cumhuriyetin ilanı
Kurtuluş Savaşı'nın zaferle sonuçlanmasının ardından görevini tamamlayan Birinci Meclis yerine seçilen İkinci Meclis, 11 Ağustos 1923'te çalışmalarına başlayacaktı.
1921 Anayasası dönemine ilişkin en temel ve devrimci anayasa değişikliği ikinci Meclis tarafından 29 Ekim 1923 tarihinde gerçekleşti.
"Ekim 1923 tarih ve 364 sayılı Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun Bazı Mevaddının Tavzihan Tadiline (maddelerinin açıklamalı değiştirilmesi) Dair Kanun" ile Cumhuriyet ilan edilerek 1921 Anayasası'nın 1'nci maddesine, "Türkiye Devletinin şekli Hükümeti, Cumhuriyettir" cümlesi eklenmişti.
Yine bu anayasa değişikliği ile TBMM üyeleri arasından Meclisçe seçilecek olan cumhurbaşkanlığı makamı kurulmuş, saf meclis hükümeti sisteminden uzaklaşılarak hükümetin kurulmasında parlamenter hükümet sistemine yaklaşan bir kuruluş usulü kabul edilmişti.
1921 Anayasası'na ne oldu?
1921 Anayasası, Meşrutiyet'ten Cumhuriyet'e, 12 Eylül Anayasası'na ve 2010-2016 anayasal değişikliklerine kadar uzanan anayasal gelişmeler de gelenekselleşen merkeziyetçi devlet ve siyaset anlayışından oldukça farklıydı.
Merkeziyetçiliğin istisnai, adem-i merkeziyetin asli olduğu örgütlenme modeliyle, Türkiye'nin anayasacılık tarihinde özel bir yeri olduğu tartışma götürmez.
Böyle bir anayasa, savaş içinde olan Ankara'daki çok halklı ulusal iradenin merkezi kabul edilen Büyük Millet Meclisi hazırlandı ve kabul edildi.
Kurtuluşta, 23 Maddeden oluşan 1921 Anayasası'nın yarıdan fazla maddesinin (madde 11-23) yerel yönetim ilkelerine ayrılması, 'ittifaklar zorundalığının' ifadesi olmalıydı.
Kuruluşta ise, 1924 Anayasası'nın yapıldığı koşullarda 'İttifaklar zorundalığı' bitti ki 1921 Anayasası'nın yerel yönetim maddelerinin hepsine son verildi, bu maddeler yeni anayasada yer almadı.
Türk ve Kürt halkları yanı sıra diğer milliyetler ve temsilcileri de işgale karşı, savaşa ve Meclis'e ortak vatan kurtarıcılığı gibi duygularla katılıyorlar.
Gerçeklik Birinci Meclis'in 'ittifaklar meclisi' olduğuna işaret ediyor.
1921 Anayasası'na da 'ittifaklar anayasası' ...
Kuruluşun ittifak görülen güçleri, kurtuluşta türlü nedenlerle en temel hak ve özgürlüklerine sahip çıkamayınca, özerk-idari öğeler yok hükmüne karışacak, merkezi-idari öğeler güçlenecekti.
1921 Anayasası da, devlet arşivlerindeki tozlu raflarda yerini alacaktı.
Halkçılık Beyannamesi gibi…
Devam edeceğiz...
Yararlanılan kaynaklar:
- Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri
- Biz Haklıyız!.. '12 Eylül Anayasası...', Celalettin Can, 1984
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish