Siyaseti erdemli kılan yegâne etken fikirdir.
Bu geçmişte böyleydi, bugün böyledir ve yarın da böyle olacaktır.
Oysa bugün Türkiye'de muhalefet(ler)in yumuşak karnının ve süregelen başarısızlığının biricik kaynağının fikir yoksunluğu olduğunu müşahede ediyoruz.
Bundan bir asır kadar önce sosyolog Gustave Le Bon, "Harekete yön veren yürütücü bir fikir yoksa, hareket hiçbir işe yaramaz" diyordu.
Çok haklıydı.
Mevcut koşullarda hareketten bol bir şey yok ancak fikirsizlik aldı başını yürüdü.
Çağdaş siyasette fikirlerin taşıyıcı kuvveti addedebileceğimiz siyasî partilerin -bilhassa da muhalefette bulunanların- Türkiye'de gitgide yoğunlaşan bir tarzda "özünü inkâr" yoluna girmesi enine boyuna tartışılmayı hak eden bir meseledir.
Bu vesileyle "özümsenen fikir doğrudur/yanlıştır" minvalinde kısır bir tartışmadan bahsetmiyorum elbette. Masaya yatırılması gereken fikirlere bağlı değer yargıları değil, bizatihi fikrin bir bütün olarak buharlaşmaya yüz tutması olgusudur.
Ne demek istiyorum?
Son dönemlerde yayımlanan her kamuoyu araştırmasının ortaya koyduğu su götürmez bir gerçek var: "Kararsızlar" kategorisindeki kalabalık büyüdükçe büyüyor.
Sahi, muhalif yelpazede bunca çeşitlilik olmasına karşın niçin hiçbir muhalif parti kararsızları "bir çırpıda" ikna edemez?
Benim gözlemim şu: Türkiye'deki muhalefet bağlamında -en azından son 2 yıldır- yadsınamayacak ölçüde bir nevî "amorflaşma" yani "şekilsizleşme" söz konusu.
Amorflaşmanın kökünde teoride parçalı bir yapıda seyreden ve fakat pratikte aynı gaye etrafında kenetlenmek suretiyle somut bir birliktelik ete kemiğe büründüren muhalefet mantığı var.
Etrafında kenetlenilen gaye, tahmin edilebileceği üzere, Erdoğan'ı ve Cumhur İttifakı'nı ne olursa olsun sandıkta mağlup etmek.
Dışarıdan bakıldığında "bu tip bir strateji olabilir, ne var ki bunda?" şeklinde bir suale pekâlâ rastlayabiliriz. Ancak durum bundan ibaret değil.
Gerçek şu ki, üç aşağı beş yukarı bütün "muhalefetler" tek bir "muhalefet" odağının esiri konumuna düşme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı/kalıyor.
Cumhuriyetçi muhalefette, muhafazakâr muhalefette ve dahi milliyetçi muhalefette böylesi bir risk zaman geçtikçe daha da belirginleşiyor, billurlaşıyor.
Genel manzara öylesine vahim bir raddeye ulaştı ki, örneğin geçtiğimiz günlerde 97'nci yaşını kutlayan Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) bir yöneticisi partinin Kurucu Genel Başkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün soyadını kullanmaktan imtina ettiğini söyleyebildi!
Parti içinde artık -beğenilsin yahut beğenilmesin, hakikat budur- marjinalleştirilen vatansever kanattan, özellikle de Muharrem İnce, Mehmet Akif Hamzaçebi, Mehmet Ali Çelebi, Ali Özgündüz vb. isimlerden gelen sert tepkiler üzerine zoraki bir "U dönüşü" yapıldıysa da bahsi geçen "tercih" herhangi bir yaptırıma layık görülmedi.
Bu, "fikirden firarın" şahikası, örnek vakıası değilse nedir?
Hoş, bu CHP'den taşan ne ilk ne de (muhtemelen) son "sapma"dır.
İYİ Parti'de ise henüz milliyetçilikten tümüyle kopuş olmasa da öyle zannediyorum ki "revizyonist milliyetçiliğe" doğru keskin bir evirilme hâsıl oldu dersek haksızlık etmiş olmayız.
Nitekim son dönemde kaydedilen "kahvaltı" iletişimi ve dahi geride bırakılan (bence) tuhaf kongre süreci bu istikamette muhtelif ipuçları sunuyor.
Kongre'nin mühürlediği en sarsıcı çıkarım şimdilik parti-içi husumetlerin tavan yaptığı ve kılıçların çekildiğiyle ilgili.
Görünen o ki bu husumetler şimdilik kişisel bir niteliktedir. Ancak bir sonraki etabın fikir zeminini de kapsayabileceği ihtimali fevkalade diridir.
Her şeye rağmen İYİ Parti özelinde şu anlık kesin bir hükme varmak zor görünüyor deyip, parantezi kapatalım.
Muhafazakâr vasıflı muhalefetin temsilcilerinde de işbu dalgalanmalar ziyadesiyle hissediliyor. Etnik siyasete her geçen gün biraz daha fazla açılan (ısınan) ve cüretkâr tavizlerde bulunan muhafazakâr çizgide de bu türden bir siyasî "temayül" pekâlâ tespit edilebilir.
Velhâsıl yeni muhalefet kompozisyonu Erdoğan'ı ve Cumhur İttifakı'nı sandıkta yenmenin hesaplarını yaparken bir yandan ortaklaşmanın yollarını arıyor; ancak diğer bir yandan da ortaklaşma vasıtasıyla partilerin kendi ideolojik/fikrî hususiyetlerini anlamsızlaştırıyor.
Başka bir deyişle partilerin kendi raison d'être'leri kayboluyor ve "kararsızlar" kitlesine nispetle bir cazibe merkezini canlandırma kapasiteleri yitiyor.
Üstelik benim, adına "muhalefetin amorflaşması" dediğim sürecin Türkiye'yi içeriden dinamitlemek ajandası ve çok sakıncalı bir sözde "anti-faşist blok" söylemiyle manevra yapan, kendisini Türkiye'deki Kürtlerin "rakipsiz" temsilcisi sayan bir oluşumun "gönlünü hoş tutmak" (zamanı geldiğinde oyunu almak) perspektifinde cereyan etmesi (veya etme olasılığı) en hafif tabirle "nazik" bir dikkat gerektiriyor.
Böylesi bir harman, ne üzücüdür ki, bazı kritik anlarda Erdoğan'a yahut Cumhur İttifakı'na değil, doğrudan Türkiye'nin millî politikalarına cüsseli zararlar verebilecek içeriktedir.
Nitekim bugünlerde Mavi Vatan'ı bile yarım ağızla savunanların, Türk Silâhlı Kuvvetleri'mizin sınır ötesinde icra ettiği harekâtlar için "Orada ne işimiz var?" vb. suallerle mukabele edenlerin eksik kalmadığı aşikâr ve bu Türkiye siyasetinin geleceği açısından son derece iç karartıcı bir manzara resmediyor.
Hülâsâ, yeni (!) kurulan bunca partiye rağmen Türkiye'de hâlâ dişli (fikirli) bir muhalefet eksikliğinin mevcudiyeti bugün su götürmez bir gerçektir.
Dahası, nesnel verilerin tamamı bu ihtiyaca işaret ediyor.
Şahsen; yalnızca 2 üyesi olduğunda da 2 milyon üyesi olduğunda da kök-prensiplerine, fikrî omurgasına, kısacası benliğine sadık kalacak, günlük "siyasetçi siyasetinin" ötesinde daha büyük ve yapısal bir siyasetin olduğunu kavrayacak ve Türkiye'yi toparlamak adına ne iyi/ne kötü yapılıyor ve kötü yapılanlar nasıl düzeltilir ekseninde bir anlayışa en az muhalif kesimler kadar iktidarın da gereksinim duyduğuna inanıyorum.
Olur mu?
Jean-Jacques Rousseau'nun vaktiyle dediği gibi:
Hayatta önemli olan zengin ya da muzaffer olmak değil, insanın kendine sadık olması ve yaşamını belirli bir fikrine göre sürdürmesidir.
Hayata, siyasete ve dahi fikre yüklenilen manaya göre, olabilir de olmayabilir de.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish