Mısır'ın Camp David Antlaşması'nın ardından İsrail'i tanımasından on beş yıl sonra Filistinliler, İsrail'i tanıyan ikinci taraf oldu.
Ancak Filistinlilerin İsrail'i tanıması Enver Sedat'ın yaptığıyla kıyaslanamayacak kadar zayıf bir anlaşmayla gerçekleşti.
Mısır Cumhurbaşkanı, İsrail'in 1967'deki savaşta işgal ettiği toprakların iadesi karşılığında tanıma teklifinde bulundu.
Filistinliler Oslo'da, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ), başkanının ve yönetiminin tanınması karşılığında İsrail'i tanıdı!
Bu, Sina Yarımadası'nı geri alan Mısır'ın kazancıyla karşılaştırıldığında oldukça zayıf bir karşılıktır.
Diğer taraftan Ürdün, Washington'ın borçlarını iptal etmesinin ardından ticari ve turistik faaliyetlere başladı. 2019'da ise imzalanan anlaşma doğrultusunda Bakura ve Gamr arazilerini İsrail'den geri aldı.
Oslo Anlaşması'nın kanunsuzluğu ve adaletsizliği şimdiye dek kimse tarafından kabul edilmedi. Filistin bugüne kadar bu günahın bedelini ödedi.
Yaser Arafat, Filistin'i temsil eden bir örgütün başında olmak, İsrail ve dünya tarafından tanınmak istiyordu. Bu, Oslo Anlaşması'nın bir özetidir. Yönetim karşılığında normalleşme!
Eylül 2000'deki Filistin ayaklanması da dahil olmak üzere anlaşmadan bu yana sahada çok az değişiklik yaşandı.
Büyük değişim Araplardan, özellikle Kral Abdullah bin Abdülaziz'den geldi. 2002'deki Beyrut Zirvesi, Filistinlilere İsrail ile müzakere etmeye bile cesaret edemedikleri şeyi sundu.
Bu 'Rüya Girişimi' ile birlikte saatler 5 Haziran 1967'den önceye alınacak ve İsrail ile Araplar arasındaki sınırlar bu tarihten önceki haline döndürülecekti.
Kısaca Arap girişimi, İsrail'in Altı Gün Savaşı'nda elde ettiği kazanımı ortadan kaldırdı. Topraklar alınacak ve Filistinliler, başkenti Doğu Kudüs olan tanınmış bir devlete sahip olacaktı.
Aşırılık yanlıları hariç herkes bunu kabul etti: Hamas ve Ariel Şaron.
Bu girişimin değeri, Arapların ilk defa müzakerelerin temeli olacak bir plan sunmuş olmasıydı. Bundan dolayı Şaron'un savaşla kazandığı toprağın bir karışını bile kaybetmeyi kabul etmeyen aşırı sağcı tavrını anlayabiliriz.
Uluslararası toplum önünde barış sürecini engelleyen adam olarak yalnız kalması faydalı olurdu.
Maalesef Hamas, bu girişimi reddederek ona büyük bir hizmette bulunmuş oldu. Şaron, bundan sonra Washington'daki arkadaşlarına şöyle dedi:
Gördünüz mü? Filistinliler bile girişim konusunda bir araya gelemediler.
Bu, Arapların Filistinlilere somut ve değerli bir çözüm sunma yönündeki son girişimleri oldu. Ardından kartlar yeniden karıştırıldı.
İran, Hamas ve İslami Cihad'ın koruyucusu olarak oyuna dahil oldu. O andan itibaren Batı Şeria ile Gazze arasındaki bölünme bugüne kadar devam etti.
Araplar, 'uluslararası platformlarda bu davayı desteklemeye ve uluslararası topluma her fırsatta Filistin meselesinin Arapların ilk meselesi olduğunu hatırlatmaya' devam ettiler.
Özellikle Körfez ülkelerinden, Filistin halkının meşru temsilcisi olan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) başta olmak üzere Filistinlilere fon akışı devam etti.
Arap ülkeleri bu dava için sunabilecekleri her şeyi sundular. Her Arap ülkesinden askerlerin katıldığı askeri çatışmalar ve Filistinlilerin çalınan haklarını geri almak için dünya karşısında takınılan siyasi duruş bunların önde gelenleridir.
Bu mesele Riyad ve Washington arasında tartışma konusu oldu. Birçok meselede anlaşmazlıklar yaşandı.
Prens Abdullah bin Abdülaziz'in George Bush ile görüşmek üzere Teksas'a yaptığı meşhur ziyaret de bunlar arasında yer alır.
Prens, 'İsrail askerlerinin çocuklara ve kadınlara yönelik saldırganlığını gösteren fotoğrafları George Bush'a göstererek' öfkesini dile getirmişti.
Araplar, özellikle de Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan, dava lehine yapılabilecek her şeyi yaptılar ve hiçbir şekilde hesap sormaksızın FKÖ'ye milyonlarca lira akıttılar.
Zira örgütün bu parayı Filistinlilere daha iyi bir yaşam sağlamak için harcayacağına inanılıyordu. Bağışlar için en önemli fon, "Prens Selman bin Abdülaziz Fonu" idi.
Bu fon, Filistinlilerin maaşları ve altyapı projeleri için bir temeldi.
Çocukken, eğitim idarelerine davaya destek için 'her öğrenciden bir riyal alınması' yönünde direktiflerin geldiğini hepimiz hatırlıyoruz.
Bununla amaç sadece para toplamak değildi; bilakis bu davanın kutsallığını genç dimağlarda yerleştirmekti asıl olan.
Bu genç büyüdüğünde, Filistin sokaklarında defalarca onun hakkında kötü ve saldırgan bir şekilde nasıl konuşulduğuna, Körfez liderlerinin fotoğraflarının nasıl yakılıp ayaklar altına alındığına tanık oldu.
Tüm bu yaşananların karşısında Filistinli liderlerin cevabı ise sağır sessizlikti.
Arap ülkeleri bugün İsrail ile olan ilişkileriyle kendi çıkarlarını aradıkları için mi suçlanıyor?
Körfez'in menfaati ne olursa olsun Mısır, Ürdün ve Filistin'in çıkarıyla aynı doğrultudadır. Zaman değişiyor, her şey değişiyor. Fakat her şeyi reddeden Filistin ruhu değişmiyor.
Ön şartlar olmaksızın hiçbir müzakere kabul edilmiyor. Türkiye ile Katar da olduğu gibi kendi seçtikleri dışında hiçbir Arap ve İslam ülkesiyle normalleşme sürecine girilmiyor.
İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye karar veren ülkelere karşı menfi bir tutum takınmak Filistinlilerin çıkarına değildir. Zira bu ülkeler Katar ve Türkiye gibi değiller. Aslında gerçekten istedikleri takdirde Filistinliler için bir can simidi olabilirler.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Adem İpekyüz
© The Independentturkish