3 Mart 1949 tarihinde sabah postalarının tamamı İstanbul'un Sütlüce bölgesinde meydana gelen büyük patlamadan bahsediyordu.
Cumhuriyet gazetesi patlamayı birinci sayfadan şöyle geçiyordu:
Sütlüce'de Büyük İnfilâk Faciası; İlk bilanço: 11 ölü, 10 kayıp ve amele ve halktan 40 yaralı; infilâkın şiddetinden bütün şehir sarsıldı ve 5 kilometrelik saha dâhilindeki evlerin camları kırıldı, duvarları çatladı; fabrika sahibi Nuri Paşa ile kurtarma işine ilk koşan 6 kişilik itfaiye grubu da kurbanlar arasında.
Görgü tanıklarının ifadesine göre 2 Mart'ta kapsüllerin muhafaza edildiği depoda aşırı sıcaklığa bağlı olarak bir patlama meydana gelmişti.
İlk patlamayı haber alan Nuri Paşa, havan mermilerinin bulunduğu ikinci bir depoya yangının sıçramasını engellemek amacıyla yangın mahalline koşmuştu; ancak Paşa'nın tüm çabalarına rağmen yaklaşık 2 bin havan mermisinin bulunduğu depoda da patlama meydana gelmiş ve Nuri Paşa'dan bir daha haber alınamamıştı.
Nuri Paşa, fabrikasının güvenliğini ve kapasitesini artırmak için İş Bankası'ndan yeni kredi çekmişti. Dönemin önemli isimlerinden Samet Ağaoğlu, bu olayı şu sözlerle nakledecekti:
Zeytinburnu'nda küçük atölyeyi kısa bir zamanda oldukça büyük bir fabrika halinde Haliç'e taşıdığı zaman, senelerden beri devam eden, birçok defa haksız rekabetlerin, ehemmiyet vermeyişlerin, mahsus çıkartılmış zorlukların yorgunluğunu unuttu.
Şimdi büyük çapta bir iş adamı olarak çalışmağa başlıyordu. Birkaç ay süren bir fasıladan sonra Ankara'da bir öğleüstü onu İş Bankası'nın önünde gördüm. Yorgun, dalgın bir hali vardı. Sebebini sordum.
'Bilemezsiniz yine nasıl zorluklarla karşılaşıyorum' diye cevap verdi, 'hepsi sanki elele vermişler, bütün hasım kuvvetler, muvaffak olamayacaksın, feryadiyle karşımda dikilmiş duruyorlar! İçim isyanla dolu! Fabrikayı, icatlarımı projelerimi, hepsini dağıtmak, Dünya'nın uzak, kinden, hasetten dedikodudan uzak, gizli bir köşesine çekilip gitmek istiyorum!'
Teselli ettim, bu sözlerin ona hiç yakışmadığını söyledim. Güldü, 'Elbette' dedi, 'hiddetimden böyle konuşuyorum, yoksa bu merhaleyi de muhakkak atlatacağım.'
Patlamadan kısa bir süre sonra şayialar yayılmıştı. Nuri Paşa, Mısır'dan büyük bir sevkiyat siparişi almış ve olay hemen akabininde gerçekleşmişti.
Cemal Anadol, şüpheli patlamayla ilgili şunları dile getiriyor:
Nuri Paşa'nın (Killigil) Mısır'da silah ve cephane siparişi (Tabiî ki Yahudilere karşı kullanılmak üzere) aldıktan ve İstanbul'a dönüşünden iki gün sonra, Sütlüce'de bu işleri yapan fabrikasının infilâk etmesi sırasında, çıkan yangının uçak mermilerinin bulunduğu depoya sirayet etmemesi ve İstanbul'u muhtemel bir felâketten kurtarmak için hayatını feda etmesi yanında 27 Türk öldü. Fabrikada çalışan otuz Yahudi'nin burunları bile kanamadı… Çünkü; olay günü hiç birisi fabrikada değillerdi. Biz ülkemizi saran Yahudi uşakları yüzünden, hala 3 Mart 1949'un gafleti içerisindeyiz.
Cemal Anadol, Siyonizmin Oyunları (Yahudi'nin Cihan Hâkimiyeti Ülküsü)
Dönemin Hürriyet gazetesinde yayımlanan "Nuri Paşa ve Fabrikası Neden Berhava Oldu?" isimli makalede de sıra dışı iddialar gündeme geliyordu.
Buna göre patlamanın bir ucu Tel Aviv'de olabilirdi;
Nuri Paşa'nın şahsiyeti bu hadisenin bir ucunu Kahire'ye ve bir ucunu Tel Aviv'in taşkın hiziplerine bağlayabileceği gibi bir başka yönden de Berlin ile Moskova arasına gerili eski ve yeni, iplere asılı bir istifham haline sokabilir.
Hususi silah fabrikalarının şehir içine yerleştirilmesi macerası karşısında ise Ahmet Emin Yalman'ın hayreti en az on yıl gecikmiş sayılabilir. Acaba sayın Yalman'ın gözü, kulağı, dili ve kalemi 1941'de nerelerdeydi?
2 Mart 1949 tarihinde hayatını oldukça trajik ve şüpheli şekilde kaybeden Nuri Killigil'in Türk tarihi açısından da oldukça önemli bir yeri vardı.
Nuri Paşa 15 Eylül 1918 tarihinde Bakü'yü Rus, Ermeni ve İngilizlerden oluşan düşman ordusundan kurtararak Bağımsız Azerbaycan'ın temellerini atmıştı.
Kafkas İslam Ordularının başkomutanı Nuri Paşa'nın bu büyük başarısının arkasında kardeşi Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın büyük gayret ve çabaları bulunuyordu.
Kafkas İslam Ordusu'nun kuruluşu
1915 yılında Sarıkamış'ta meydana gelen büyük felaketten sonra Ruslar karşı taarruza geçerek Van, Erzurum ve Bitlis gibi önemli Türk şehirlerini işgal etmeyi başarmıştı.
Ruslar işgalini Trabzon'a kadar genişletmişse de 1917 senesinde meydana gelen Bolşevik Devrimi ile Trabzon, Erzincan, Erzurum ve Bitlis düşman işgalinden kurtarılmıştı; ama Kars, Ardahan ve Batum gibi vilayetler çok önceden Ruslara savaş tazminatı olarak verilmişti.
Polonya'da yapılan müzakerelerde Talat Paşa ve Enver Paşa'nın gayretleriyle Brest-Litovsk Antlaşması imzalanmış ve bu vilayetler de düşman işgalinden kurtarılmıştı.
Bölgede düşman askerlerinin terhisi sürecinde önemli tarihçilerimizden İsmail Hami Danişmend görevlendirilmiş ve özellikle kritik noktalarda Ermeni tecavüzlerinin önüne geçilmişti.
3 Mart 1878 tarihinde Ayestefanos Antlaşması'yla elden çıkan Kars, Ardahan ve Batum yine bir 3 Mart günü 1918 yılında anavatana katılmıştı.
Sarıkamış'ta yaşanan faciadan sonra, bu beldelerin geri alınması acıları bir nebze de olsa dindirmişti.
Enver Paşa bu zaferden sonra Kafkasya'ya olan ilgisini bitirmemiş, özellikle Bakü'de yaşanan gelişmeleri yakından takip etmişti.
Bölgede birçok devlet özgürlüğünü kazanırken Bakü'nün sahip olduğu petrol potansiyeli sebebiyle Türkler, Rus hegemonyasından kurtulamamıştı.
Müsavat Partisi'nin tüm siyasi çabalarına rağmen Bolşevikler Şaumyan isimli Ermeni'yi bölgede Kömün lideri olarak atamıştı.
Şaumyan Azeri Türklerine açıkça, "Size Azerbaycan istiklali yerine, bir mezarlık bahşedeceğim" diyordu.
Şaumyan tarihe 31 Mart Katliamı olarak geçecek olayla ne kadar ciddi olduğunu gösterecekti. 31 Mart günü başlayan ve 3 Nisan'a kadar süren katliamda karada Ermeni birlikleri denizde de Rus donanması Bakü'yü muhasara altına alarak yaklaşık 30 bin sivilin ölümüne neden oldu.
Eylül ayında ise 1 milyon Türk'ün yaşadığı Bakü, tamamen Ermeni işgali altına girmişti.
Tüm bu gelişmeleri yakından takip eden Enver Paşa çoktan harekete geçmişti.
İlk teklif Kazım Karabekir'e yapıldı
Enver Paşa, Türklerin Ermeni soykırımına uğramasını engellemek ve Bakü'yü fethetmek için Kafkas İslam Ordusu'nu kurmaya karar verdi.
Bu ordu büyük bir gizlilik içerisinde kurulacak; hatta Osmanlı'nın müttefiki Almanya'dan dahi gizlenecekti.
Ordunun başına geçmesi için ilk teklif Erzurum'da bulunan Kazım Karabekir Paşa'ya yapıldı; ama Karabekir Paşa hala savaş halinde olduğu gerekçesiyle Enver Paşa'nın bu teklifini reddetti:
İbraz buyrulan teveccühü kıymetdarilerine arzı şükran eylerim. Emir ve teklif buyrulan mukaddes vazifenin tarz-ı icrası hakkında bazı maruzatta bulunmaklığıma müsaade-i fahimanelerini istirham eylerim: Rusların, Bulgaristan'da 93 seferinden sonra yaptıkları teşkilata müşabih tarzda Ermenileri tuttukları ve aralarına Rus zabiti katarak teslih ettikleri görülüyor.
Kafkasya'da İslamların tahrikâtı, Rus, Ermeni ve Gürcülerin zaten mevcut olan birliklerini daha ziyade tarsin edeceğini ve Ordu-yu Hümayunun bu ahval karşısında en geç eski hududa kadar memleketimizi istirdattan sonra yeni bir düşman ordusuyla karşılaşacağını ve yeni bir sefer açılacağını tahmin ediyorum.
Bu mahzur olmayıp da bir kısım ordumuz o mıntıkaya gidebilir ve buna istinaden teşkilât yapılırsa kolay ve kavi olur. Fakat teşkilât orduya istinat edemeyecek ise hafi ve zaif olacaktır. Bu ikinci halde Kafkasya'ya gidecekler, gizli veya çete tarzında olacaktır ki bunların beraberinde olarak geçmekliğim ve mahallinde teşkilât yapmaklığım imkânsızdır.
Böyle bir halde teşkilâtın ancak kolordumun merkezi olarak Erzurum'da aynı vazife ile iştigal edilerek ifasını mümkün görüyorum. Mütaleat-ı acizaneme nazaran emir ve iradeleri maruzdur.
Enver Paşa, Karabekir Paşa'nın cevabı üzerine rütbece düşük olmasına rağmen Kardeşi Nuri Paşa'yı Kafkas İslam Ordusu'nun başına atayarak konuya ne denli ehemmiyet verdiğini gösteriyordu.
Nuri Paşa emri alır almaz Gence'ye hareket ederek bölgeye intikal etti. Mehmet Emin Resulzade, Nuri Paşa'nın gelişini şu sözlerle nakledecekti:
Mavera-yı Kafkas heyet-i murahhasası ile Türk heyet-i murahhasası Batum'da meşgul-i müzakere iken, Nuri Paşa ile beraber maiyetinde bulunan birkaç zabit İran ve Karabağ tarikiyle Gence'ye vârid olmuşlardı.
O zaman müthiş bir anarşiye maruz, diğer taraftan da Bolşevik tecavüzü ile tehdit olunan Gence, Nuri Paşa'yı gökten inmiş halaskâr bir melek gibi telakki etmişti. Halkın kendisine yaptığı istikbal Gence tarihinde görülmemiştir.
Bakü'nün fethi
Nuri Paşa'nın meydana getirdiği ordu gönüllü Osmanlı askerleri ve milislerden oluşuyordu. Ermeniler, Nuri Paşa'nın harekete geçmesini beklemeden saldırıya geçti ve Gökçay muharebelerinde Nuri Paşa'yı mağlup etmeyi başardı.
Nuri Paşa kısa sürede toparlanarak harekete geçti. Salyan Muharebesi'nde düşman birliklerinin mağlup olması ile Bakü'nün yolu açılmış oldu.
Tüm hazırlıklar tamamlandıktan sonra Nuri Paşa askerlerine şu emri verdi:
Almanlar, Bakü'nün yalnız Osmanlı askeri tarafından el geçirilmesini kabullenemediklerinden işe müdahale etmek üzeredirler. Vehip Paşa harekâtın hızlı yapılmasını emretmektedir. Başka kuvvet ve cephane gelmeyecektir.
Burada yapılabilmesi mümkün olan bütün tertibat alınmıştır. Askerin bulunduğu mevkii susuzdur ve sağlık açısından uygun değildir. Bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkması, işin gittikçe zorlaşacağını göstermektedir.
Şu anda Bolşeviklerin kuvvetinin 3000'i geçmediği anlaşılmıştır. Zaman geçtikçe düşmanın İran'da bulunan Baratov kuvvetinden yararlanacağı ve diğer yerlerden takviye birliği alacağı beklenmektedir.
Allah'ın yardımıyla genel harekâta cumartesi günü sabahı gün ağarırken başlanması uygun görülmektedir. Hedefiniz Bakü'dür.
Türk Ordusu'nun Bakü'yü ele geçirmesine karşı olan yalnızca Ruslar ve Hindistan'ın güvenliğinden endişe eden İngilizler değildi.
Osmanlı Devleti'nin savaşta müttefiki olan Almanlar da Bakü'nün Türkler tarafından ele geçirilmesine karşı çıkıyordu.
Enver Paşa da artan Alman baskısı sebebiyle Harbiye Nazırlığı'ndan gönderdiği telgraflarda kuşatmanın durdurulması emrini verirken evinden Nuri Paşa'ya gönderdiği telgraflarda ise kuşatmanın bir an evvel nihayete erdirilmesini istiyordu.
Türk Ordusu 25 Temmuz'da Alyat'a kadar ulaştığında Bakü Sovyeti, İngilizlerden yardım istedi. Bu gelişme sonrası Şaumyan görevinden istifa ederek Bakü'den ayrıldı.
Dunsterville komutasında Bakü'ye gelen İngiliz taburu şehrin savunmasını ele aldı.
Bakü kuşatması başladığında İngiliz taburu gemilere binerek Bakü'den ayrıldı. İngilizler ayrılırken Ermeniler, İngiliz askerlerinin ayrılışını protesto etmek amacıyla İngiliz kuvvetlerine ateş dahi açmış; buna rağmen Nuri Paşa ile karşı karşıya gelmek istemeyen Dunsterville birliklerini Bakü'den çıkarmıştı.
Nuri Paşa 13 Eylül'de şehri tamamen muhasara altına almıştı; ama Almanların Bakü'ye Osmanlı birlikleriyle beraber şehre girmesine karşıydı.
Bütün engellemelere rağmen Almanlar Miralay düzeyinde Nuri Paşa'nın yanına ulaşmayı başarmıştı. 15 Eylül'de şehir zapt edilmiş ve Kafkas İslam Ordusu, Bakü'ye resmen girmişti.
Şehir zapt edildikten sonra Almanlarla yaşanan gerilim son bulmamıştı. Zaferde önemli katkısı bulunan Halil Paşa da hatıralarında Alman subaylarla yaşadığı gerilimi şöyle nakledecekti:
Ben şehre girerken yanımda erkânıharbim Miralay Parakuin ile ikinci reis Miralay Basri Bey vardı. Şehrin girişinde savaş sırasında vurulmuş ve fakat cesetleri kaldırılmamış birkaç ölü gördük... Parakuin birdenbire sinirlendi ve avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı:
'Burada silahsız insanlar öldürülmüş...
'Sinirlenmeyiniz dostum.. bu bir savaştır, silahlı ya da silahsız insanlar ölebilirler... sakin olunuz.' diye onu susturmak zorunda kaldım..
Nuri Paşa'nın karargâhı olan otele yaklaştığımız sırada Parakuin tekrar deli gibi konuşmaya başladı, bu defa sert bir tavırla:
'Artık susunuz, bir savaştayız... ve siz devamlı olarak panik içindesiniz... susmanızı ihtar ediyorum...'
Parakuin susmak zorunda kaldı..... Otele çok az kalmıştı ki meydan gibi bir yerde kırküç kişinin Nuri Paşa tarafından astırılmış olduklarını gördük. Bunlar İngiliz kuvvetleri şehirdeyken yerli Türk halkına zulmeden ve savaş sırasında yağmacılık yapan bazı Ermenilerdi.
Nuri Paşa savaşın gereğini yapmış, bunları harp divanı kararı ile astırmış bulunuyordu. Parakuin bu defa küstahça konuşmaya başladı:
'Bu doğru değildir, bu katliamdır...'
Artık sabrım taşmıştı... Kendisine verilmesi lazım olan ceza aynı darağaçlarında sallandırmak olabilirdi, çünkü hareketi savaş kurallarına aykırıydı. Biz bir devlet için dövüşüyorduk, şunun ya da bunun düşünceleri bizi ilgilendirmezdi.
Acaba Parakuin aynı şekilde asılmış Türkleri görse aynı tepkiyi gösterir miydi... Kendisine sert bir şekilde şunları söyledim:
'Parakuin, sen ya benim erkânıharbimsin ya da ufak tefek bahanelerle siyasi veya dini neticeler çıkarmak isteyen bir diplomat yahut papazsın... Ya susarsın yahut da senin akıbetin harp divanında belli olur...'
Sustu ve otelde yanıma gelerek:
'Ben artık sizin yanınızda hizmet edemeyeceğim..'
'Sizin hizmetinize ihtiyacım yoktur, serbestsiniz....'
Fetih haberine en çok sevinenlerin başında Enver Paşa geliyordu. Enver Bey ülkeyi terk etme sürecinde Bakü'ye geçmek istemiş; ama Enver Paşa için cevap hayal kırıklığı olmuştu. Bakü'nün gerçek fatihinin gelişi hoş karşılanmayabilirdi.
Nuri Paşa, bu fikre karşı çıktığını şu sözleri sarf etmişti:
Buranın halkının hükümetimizin aracılığı ve hatta aralarında askerimiz olmadan iş göremeyeceğine ve kabiliyet gösteremeyeceğine emin oldum. Yarın burada kuvvetli başka hükümetlerin tesirleri görülünce, bugün bizim neslimizden olduklarını iddia ederek bize sarılan halk, en evvel, içlerine girmiş olan bizlere dirsek çevirecektir. Şahsınıza ait bir mecburiyet görmedikçe, çalışmak üzere, kendi arzunuzla Azerbaycan taraflarına gelmenizi münasip bulmuyorum.
15 Eylül 1918 tarihinde Osmanlı, Kafkasya cephesinde çok önemli bir zafer elde etmişti. Bu zaferin mimarı Nuri ve Enver Paşa kardeşlerdi.
Bolşevik Devrimi'nin hemen arkasından 31 Mart 1918 tarihinde kayıtlara 'Bakü Katliamı' olarak geçen felaketten sadece 6 ay sonra Türk ordusu Bakü'ye girmiş ve Ermeni yönetimine son vermişti.
2 Mart 1949 tarihinde na'şına bile ulaşılamayan Nuri Killigil, Birinci Dünya Savaşında kazanılan sayılı zaferlerden birisini tarihe armağan etmişti.
*Daha ayrıntılı bir okuma için Yılmaz Altınsoy'un "Kafkas İslam Ordusu ve Bakü Zaferi" çalışması ile Nejdet Karaköse'nin oldukça kapsamlı "Askeri, Siyasi ve Silah Sanayicisi Kişiliği ile Nuri Paşa (Killigil)" eseri incelenebilir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish